İbn-i Arabî Hz. Kur’an Mührü’ nden Yansımalar: -14-

www.sufizmveinsan.com
 
 

Kitabın Adı:   KUR’AN MÜHRÜ

                     Hatmu’l Kur’an

Müellifi    :     Şeyh-ül Ekber Muhyiddîn İbn’ül ARABÎ (M: 1165-1240)

Derleyen :     Abdulbaki Miftah

Mütercim :     Vahdettin İNCE

Nâşir       :     Remzi GÖKNAR

Yayınevi  :     KİTSAN Yayınları – İstanbul – 0212 513 67 69

Yansıtan  :    Hamdi CENİK

www.sufizmveinsan.com

Ondördüncü Bölüm:

Şeyh'in Tilmisan'da karşılaştıklarından biri de yay ustasıdır.

"Nihayet Allah, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden bu zatı korudu." (Mümin, 45) ayetine işaret ederken bu zattan söz eder (III:180) ve şöyle der:

"…Kalkan ve okların atan kişiye dönmesini sağlama ilmi. Tilmisan şehrinde atıcılıktan çok iyi anlayan birinde bu tür mızrakları bizzat gördüm. Yay ve mızrak yapıyordu. Onu ok atarken gördüm. Oklar hedeflerine varınca sadece atan kişiye dönüyorlardı. Bu, amellerin kendilerini işleyen kişiye döndüklerini gözler önüne seren bir ibret tablosuydu." (299)

(Ebu Muhammed Abdulaziz’in b. Ebubekir (r.a.) okuduğu salâvatı şerifeden bir bölüm:)

Allah'ım! Bizi seninle sende buluştur. Bizi senden sana döndür. Ayrılık ve engelin bulunmadığı cem huzurunda onu bize göster. Engelleyen ve açan sensin. Rububiyetinin bağışlarından dilediğini, bağışlayıcılığına has kıldıklarından

dilediklerine verirsin.

Allah'ım! Biz onun grubu arasında haşretmeni, bizi onun sünnetinin bağlılarından kılmanı, bizi onun milletinden ve yolundan ayırmamanı diliyoruz. Çünkü sen dua edenin duasını veya müşahede ederek kulak kabartanı işitensin. (303)

Dünyada ruhlarımızı beden arzımızdan yaratmıştır ki kendisine ibadet edelim. Ahirette de bizi bedenlerimiz arzına yerleştirecektir ki, eğer mutlu kimseler isek, kendisini müşahede edelim. İki hayat arasındaki ölüm olayı ise bir ara haldir (berzah). Orada ruhlar, hayali berzah bedenlerini mamur ederler, tıpkı uykuda mamur ettikleri gibi. Bu da şu toprak menşeli bedenlerden doğan bir haldir. Çünkü hayal de bedenin kuvvetlerinden biridir." (307)

"Ey… Kullarım! Şüphesiz, benim arzım geniştir. O halde yalnız bana kulluk

edin." (Ankebut, 56) Yani, bu arzda yalnız bana kulluk edin. Bu gün altı yüz otuz beş senesindeyiz ve ben beş yüz doksan senesinden beri bu arzda Allah'a kulluk etmekteyim. Bu arz bakidir. Değişim ve dönüşümü kabul etmez. Çünkü kul,

ebediyen kuldur. Bu yüzden ebediyen kulluk arzında olması kaçınılmazdır. (308)

Bir kişi olsun ya da az çok bir topluluk olsun, konuştukları zaman mutlaka onlarla beraber gayp adamları vardır. Bu gayp adamı onların âlemdeki haberlerini nakleder. İnsanlar âlemde bunu kendi nefislerinde bulurlar(…) Afrika ülkelerinden Tunus mescidinde İbn Müsenna maksuresinde ikindi namazından sonra bazı beyitler yazmıştım. Hatırladığım bir gündü ve Tunus şehrinde falan tarihte yazdığımı biliyordum. Sonra İşbiliye'ye geldim. İki şehir arasında kervanla üç aylık bir mesafe vardır. Tanımadığım bir adam yanıma geldi ve tesadüfen bu beyitlerin aynısın bana okudu. Bu beyitleri kimseye yazmamıştım. Adama

dedim ki:

—Bu beyitler kimindir? Dedi ki:

—Muhammed b. El- Arabî'nindir. Adımı söyledi. Ona dedim ki:

—Ne zaman ezberledin? Bana, şiiri yazdığım tarihi söyledi. Arada onca mesafe olmasına rağmen. Dedim ki:

—Kim sana okudu ki ezberledin? Dedi ki:

—Bir gece İşbiliye'nin doğusunda yol üzerinde bir topluluk içinde oturmuştum. Yabancı bir adam yanımıza geldi. Kendisini tanımıyorduk. Gezgin gibiydi. Yanımıza oturdu, bizimle sohbet etti. Sonra bu beyitleri okudu. Çok beğendik ve yazdık. Dedim ki:

—Bu beyitler kimindir? Falan adamındır, dedi. (benim adımı vermiş onlara). Ona dedik ki:

—Memleketimizde İbn Müsenna maksuresi adıyla bir yer bilmiyoruz. Dedi ki: Tunus camiinin doğusunda yer alır. Bu şiiri falan saatte orada yazdı, ben de ondan dinleyip ezberledim… Sonra bu adam kayboldu. Ne olduğunu anlayamadık. Nasıl kayboldu da biz göremedik, akıl sır erdiremedik… (310)

Doğruluk üzere bir hafta veya daha az bir süre Hak ile yalnız kalsan, eğer Allah

adına yemin etmiş olmasaydım, kesinlikle derdim ki, bu durumda kuşlar üzerine gölge yapar, vahşi hayvanlar arkanda namaz kılar, seninle kaynaşırlar ve senden doğuları ve batıları aydınlatan bir nur çıkar. Bu söylediklerim, Allah'ın şu vadinin karşısında çok şey mi? "Bana bir karış yaklaşana bir zira yaklaşırım." (317)

Bir kısım da kader sırrına ve kaderin mahlûkat üzerindeki hâkimiyetine muttali olmuş adamlardır. Bunlar, kendilerinden sadır olan fiillerin meydana gelişi ile ilgili olarak kendileri için öngörülen takdiri bizzat gözlemlerler. Bu, sırf nur huzurundan kaynaklanan bir durumdur ki kelam ehli, bundan dolayı Allah'ın bütün fiilleri güzeldir ve Allah'tan başka fail yoktur, demişlerdir. Yüce Allah, Fas şehrinde beni bu "fena"ya muttali kıldı. (318)

… Nahivci Abdulaziz b. Zeydan, Fas şehrinde yaşadığı bir olayı bana anlattı. Bu zat, "fena" halini inkâr ederdi. Zaman zaman bizim yanımıza da gelip giderdi. Yufka yürekli, duygusal biriydi. Bir gün yanıma geldi. Büyük sevinç içinde olduğu her halinden belli oluyordu... Bana dedi ki:

—Ey efendim! Sufilerin sözünü ettikleri fena olma hali, bana göre zevk açısından sahihtir. Ben bu gün buna şahit oldum.

—Nasıl? Dedim. Dedi ki:

—Emirülmümininin bu gün Endülüs’ten şehrimize geldiğini bilmiyor musun?       —Biliyorum, dedim. Dedi ki:

—Bil ki bu gün toplanmış Fas halkını yara yara ilerledim. Ordunun karşısında durdum. Emirülmüminin gelince ona baktım ve o sırada kendimden, ordudan, kısacası bir insanın hissedebileceği her şeyden geçtim (fena buldum). Çalan kösü, onca davulun sesini, borazanların seslerini, insanların gürültüsünü duymaz oldum. Bir bütün olarak âlemden hiçbir şeyi görmüyordu gözüm. Sadece Emirülmümininin şahsını görüyordum. Ayrıca hiç kimse beni yerimden de edip sıkıştırmıyordu. Atlıların ve kalabalık insanların yolunun üzerinde duruyordum. Kendimi görmediğim gibi ona baktığımı da bilmiyordum. Bilakis zatımdan, tamamı gözlerimin önünde olmalarına rağmen hazır olanlardan da fena bulmuştum. Gözlerimin önündeki perde aralanıp kendime geldiğimde atlıların ve insanların kalabalıklığı beni sıkıştırmaya başladı. Kalabalık beni bulunduğum yerden uzağa sürükledi. Bu sıkıştırmadan büyük bir zorlukla kurtulabildim. Artık insanların gürültüsünü, çalan kösleri, borazan seslerini duyabiliyordum. O zaman anladım ki fena hali haktır ve bu hal, fena bulan kişinin, fena bulduğu şeyden etkilenmesini engellemektedir.

-Ey kardeşim! Bu bir mahlûkta fena bulma halidir. Mahlûkatın yaratıcısında fena bulmayı da var sen düşün! (320–321)

 

 

 
 
Yansıtan: Hamdi Cenik
İstanbul - 23.01.2009
hamdicenik@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com