Kitabın Adı:
KUR’AN MÜHRÜ
Hatmu’l Kur’an
Müellifi : Şeyh-ül
Ekber Muhyiddîn İbn’ül ARABÎ (M: 1165-1240)
Derleyen : Abdulbaki
Miftah
Mütercim : Vahdettin
İNCE
Nâşir : Remzi
GÖKNAR
Yayınevi : KİTSAN
Yayınları – İstanbul – 0212 513 67 69
Yansıtan : Hamdi
CENİK
www.sufizmveinsan.com
Ondördüncü
Bölüm:
Şeyh'in Tilmisan'da karşılaştıklarından biri de yay
ustasıdır.
"Nihayet Allah, onların kurdukları tuzakların
kötülüklerinden bu zatı korudu."
(Mümin, 45) ayetine işaret ederken bu zattan söz eder (III:180)
ve şöyle der:
"…Kalkan ve okların atan kişiye dönmesini sağlama ilmi.
Tilmisan şehrinde atıcılıktan çok iyi anlayan birinde bu
tür mızrakları bizzat gördüm. Yay ve mızrak yapıyordu.
Onu ok atarken gördüm. Oklar hedeflerine varınca sadece
atan kişiye dönüyorlardı. Bu, amellerin kendilerini
işleyen kişiye döndüklerini gözler önüne seren bir ibret
tablosuydu." (299)
(Ebu
Muhammed Abdulaziz’in b. Ebubekir (r.a.) okuduğu
salâvatı şerifeden bir bölüm:)
Allah'ım! Bizi seninle sende buluştur. Bizi senden sana
döndür. Ayrılık ve engelin bulunmadığı cem huzurunda onu
bize göster. Engelleyen ve açan sensin. Rububiyetinin
bağışlarından dilediğini, bağışlayıcılığına has
kıldıklarından
dilediklerine verirsin.
Allah'ım! Biz onun grubu arasında haşretmeni, bizi onun
sünnetinin bağlılarından kılmanı, bizi onun milletinden
ve yolundan ayırmamanı diliyoruz. Çünkü sen dua edenin
duasını veya müşahede ederek kulak kabartanı işitensin.
(303)
Dünyada ruhlarımızı beden arzımızdan yaratmıştır ki
kendisine ibadet edelim. Ahirette de bizi bedenlerimiz
arzına yerleştirecektir ki, eğer mutlu kimseler isek,
kendisini müşahede edelim. İki hayat arasındaki ölüm
olayı ise bir ara haldir (berzah). Orada ruhlar, hayali
berzah bedenlerini mamur ederler, tıpkı uykuda mamur
ettikleri gibi. Bu da şu toprak menşeli bedenlerden
doğan bir haldir. Çünkü hayal de bedenin kuvvetlerinden
biridir." (307)
"Ey…
Kullarım! Şüphesiz, benim arzım geniştir. O halde yalnız
bana kulluk
edin."
(Ankebut,
56) Yani, bu arzda yalnız bana kulluk edin. Bu gün altı
yüz otuz beş senesindeyiz ve ben beş yüz doksan
senesinden beri bu arzda Allah'a kulluk etmekteyim.
Bu arz bakidir. Değişim ve dönüşümü kabul etmez.
Çünkü kul,
ebediyen kuldur. Bu yüzden ebediyen kulluk arzında
olması kaçınılmazdır. (308)
Bir
kişi olsun ya da az çok bir topluluk olsun, konuştukları
zaman mutlaka onlarla beraber gayp adamları vardır. Bu
gayp adamı onların âlemdeki haberlerini nakleder.
İnsanlar âlemde bunu kendi nefislerinde bulurlar(…)
Afrika ülkelerinden Tunus mescidinde İbn Müsenna
maksuresinde ikindi namazından sonra bazı beyitler
yazmıştım. Hatırladığım bir gündü ve Tunus şehrinde
falan tarihte yazdığımı biliyordum. Sonra İşbiliye'ye
geldim. İki şehir arasında kervanla üç aylık bir mesafe
vardır. Tanımadığım bir adam yanıma geldi ve tesadüfen
bu beyitlerin aynısın bana okudu. Bu beyitleri kimseye
yazmamıştım. Adama
dedim
ki:
—Bu
beyitler kimindir? Dedi ki:
—Muhammed b. El- Arabî'nindir. Adımı söyledi. Ona dedim
ki:
—Ne
zaman ezberledin? Bana, şiiri yazdığım tarihi söyledi.
Arada onca mesafe olmasına rağmen. Dedim ki:
—Kim
sana okudu ki ezberledin? Dedi ki:
—Bir
gece İşbiliye'nin doğusunda yol üzerinde bir topluluk
içinde oturmuştum. Yabancı bir adam yanımıza geldi.
Kendisini tanımıyorduk. Gezgin gibiydi. Yanımıza oturdu,
bizimle sohbet etti. Sonra bu beyitleri okudu. Çok
beğendik ve yazdık. Dedim ki:
—Bu
beyitler kimindir? Falan adamındır, dedi. (benim adımı
vermiş onlara). Ona dedik ki:
—Memleketimizde İbn Müsenna maksuresi adıyla bir yer
bilmiyoruz. Dedi ki: Tunus camiinin doğusunda yer alır.
Bu şiiri falan saatte orada yazdı, ben de ondan dinleyip
ezberledim… Sonra bu adam kayboldu. Ne olduğunu
anlayamadık. Nasıl kayboldu da biz göremedik, akıl sır
erdiremedik… (310)
Doğruluk üzere bir hafta veya daha az bir süre Hak ile
yalnız kalsan, eğer Allah
adına
yemin etmiş olmasaydım, kesinlikle derdim ki, bu durumda
kuşlar üzerine gölge yapar, vahşi hayvanlar arkanda
namaz kılar, seninle kaynaşırlar ve senden doğuları ve
batıları aydınlatan bir nur çıkar. Bu söylediklerim,
Allah'ın şu vadinin karşısında çok şey mi?
"Bana
bir karış yaklaşana bir zira yaklaşırım." (317)
Bir
kısım da kader sırrına ve kaderin mahlûkat üzerindeki
hâkimiyetine muttali olmuş adamlardır. Bunlar,
kendilerinden sadır olan fiillerin meydana gelişi ile
ilgili olarak kendileri için öngörülen takdiri bizzat
gözlemlerler. Bu, sırf nur huzurundan kaynaklanan bir
durumdur ki kelam ehli, bundan dolayı Allah'ın bütün
fiilleri güzeldir ve Allah'tan başka fail yoktur,
demişlerdir. Yüce Allah, Fas şehrinde beni bu "fena"ya
muttali kıldı. (318)
…
Nahivci Abdulaziz b. Zeydan, Fas şehrinde yaşadığı bir
olayı bana anlattı. Bu zat, "fena" halini
inkâr ederdi. Zaman zaman bizim yanımıza da gelip
giderdi. Yufka yürekli, duygusal biriydi. Bir gün yanıma
geldi. Büyük sevinç içinde olduğu her halinden belli
oluyordu... Bana dedi ki:
—Ey
efendim! Sufilerin sözünü ettikleri fena olma hali, bana
göre zevk açısından sahihtir. Ben bu gün buna şahit
oldum.
—Nasıl? Dedim. Dedi ki:
—Emirülmümininin
bu gün Endülüs’ten şehrimize geldiğini bilmiyor
musun? —Biliyorum, dedim. Dedi ki:
—Bil
ki bu gün toplanmış Fas halkını yara yara ilerledim.
Ordunun karşısında durdum. Emirülmüminin gelince ona
baktım ve o sırada kendimden, ordudan, kısacası bir
insanın hissedebileceği her şeyden geçtim (fena buldum).
Çalan kösü, onca davulun sesini, borazanların seslerini,
insanların gürültüsünü duymaz oldum. Bir bütün olarak
âlemden hiçbir şeyi görmüyordu gözüm. Sadece
Emirülmümininin şahsını görüyordum. Ayrıca hiç kimse
beni yerimden de edip sıkıştırmıyordu. Atlıların ve
kalabalık insanların yolunun üzerinde duruyordum.
Kendimi görmediğim gibi ona baktığımı da bilmiyordum.
Bilakis zatımdan, tamamı gözlerimin önünde olmalarına
rağmen hazır olanlardan da fena bulmuştum. Gözlerimin
önündeki perde aralanıp kendime geldiğimde atlıların ve
insanların kalabalıklığı beni sıkıştırmaya başladı.
Kalabalık beni bulunduğum yerden uzağa sürükledi. Bu
sıkıştırmadan büyük bir zorlukla kurtulabildim. Artık
insanların gürültüsünü, çalan kösleri, borazan seslerini
duyabiliyordum. O zaman anladım ki fena hali haktır ve
bu hal, fena bulan kişinin, fena bulduğu şeyden
etkilenmesini engellemektedir.
-Ey
kardeşim! Bu bir mahlûkta fena bulma halidir. Mahlûkatın
yaratıcısında fena bulmayı da var sen düşün! (320–321) |