İbn-i Arabî Hz. Kur’an Mührü’ nden Yansımalar: -16-

www.sufizmveinsan.com
 
 

Kitabın Adı:   KUR’AN MÜHRÜ

                     Hatmu’l Kur’an

Müellifi    :     Şeyh-ül Ekber Muhyiddîn İbn’ül ARABÎ (M: 1165-1240)

Derleyen :     Abdulbaki Miftah

Mütercim :     Vahdettin İNCE

Nâşir       :     Remzi GÖKNAR

Yayınevi  :     KİTSAN Yayınları – İstanbul – 0212 513 67 69

Yansıtan  :    Hamdi CENİK

www.sufizmveinsan.com

Onaltıncı Bölüm:

Marsiya'da şeyh Ebu Ahmed b. Seydebun ile buluştum. Bir adam ona Allah'ın en büyük ismini (İsm-i Azam) sordu. Yerden bir çakıl taşı alarak ona attı. Bununla demek istiyordu ki "Allah'ın en büyük ismi sensin." Çünkü isimler delalet etmek için konulmuşlardır. Bunda ortaklık olabilir. Sen, Allah'a işaret eden en güçlü ve en büyük delilsin."

283. babda şeyh, İbn Seydebun'dan söz eder (II:622), onun ve Ebu Hamid el-Gazali hakkında şunları söyler:

—İkisi de "insan, unsurlar aleminden yükselince ve önünde semanın kapıları açılınca şeytandan korunur" derken yanılmışlardır. Şeyh, onlara şöyle cevap verir:

—Eğer insanın miracı, Resulullah'ın (s.a.v) miracı gibi ruh ve bedenle olsa, bu dedikleri doğrudur. Ama düşüncesi veya ruhaniyetiyle miraca yükselen kimse, ilahi bir işarete sahip değilse ve bu işaret sayesinde rabbinden bir delile dayanmıyorsa, şeytanın telkin ve vesveselerinden emin olamaz." (344)

597 yılının Muharrem ayında bu makama girdim. O sırada Mağrib'de İcisel denilen yerde bir evde misafirdim. Orada sevinç içinde olmakla beraber şaşkına dönmüştüm. Kimseyi göremiyordum. Tek başıma olmaktan ürktüm. Ebu Yezid'in zillet ve yoksulluğa girişini hatırladım. Bu menzilde hiç kimsenin bulunmayacağını düşündüm. Bu menzil benim yurdumdur, ürkmemeliydim ondan. Çünkü vatana özlem duymak her varlığın zati bir özelliğidir. Yalnızlık gurbetle beraberdir. Bu makama girdiğimde yalnız başıma kaldım ve anladım ki biri burada beni görürse inkâr edecek. Bunun üzerine makamın köşe bucaklarını, yanıltıcı dönemeçlerini araştırmaya başladım. Bu makamda tahakkuk etmiş olmama rağmen ismini bilmiyordum. Allah'ın bu makama bahşettiği kişilere neler verdiğinden de haberim yoktu. Baktım ilahi emirler peş peşe üzerime iniyor. Hakkın elçileri birbirinin ardınca geliyorlar. Benimle kaynaşmak ve oturmak istiyorlardı. Bu ürkeklik ve yalnızlık içinde yola çıktım. Kaynaşma ancak aynı cinsten olan varlıklar arasında olabilir. Ancal denilen yerde bir adamla karşılaştım. Bu şehrin camiinde ikindi namazını kıldım. Emir Ebu Yahya b. Vecatin de geldi. Benim arkadaşımdı. Beni gördüğüne sevinmişti ve evinde misafir olmamı istedi. Kabul etmedim, kâtibinin misafiri oldum. Kâtiple benim aramda bir yakınlık vardı. Bulunduğum makamın beni sevindirmesine rağmen hissettiğim yalnızlığı ona şikâyet ettim. Beni rahatlatmaya çalışırken birden bir adamın gölgesini hissettim. Bana bir çıkış yolu gösterir ümidiyle hemen yatağımdan kalktım. Beni kucakladı. Kim olduğunu düşünmeye çalıştım. Ebu Abdurrahman es-Sülemi olduğunu anladım. Ruhu benim için bedene bürünmüştü ve Allah, bana yönelik bir rahmet olarak onu bana göndermişti. Ona dedim ki:

—Sen, bu makam? Dedi ki:

—Bu makamda canım alındı, bu makam üzere öldüm ve hep bu makamdayım. Ona yalnızlığımı ve ısınacağım kimsenin olmayışını anlattım. Dedi ki:

—Garip olan ürker, yalnızlık hisseder. Mademki ilahi inayet önceden senin bu makamı elde etmeni öngörmüş, şu halde Allah'a hamdet. Kime nasip olmuş ey kardeşim böyle bir makam? Bu makamdaki arkadaşının Hızır (a.s) olmasını istemez misin? Ona dedim ki:

—Ey Ebu Abdurrahman! Bu makamı, diğerlerinden ayıracak ismini bilmiyorum. Bana dedi ki:

—Buna yakınlık (kurbet) makamı denir, hemen bu makamda tahakkuk et. Ben de tahakkuk ettim. (347–348)

"Dünya hayatını isteyen kimse, imkânsızı istemiş olur (…) Diğer hususa gelince, örneğin pire kadar veya ondan daha büyük yahut daha küçük bir şeyden elem duyarsa ve kendisi de mümin ise, bundan dolayı ahirette sevap alır. Ama dünya

hayatını isteyen kimseye Allah, bu sevabı erkenden verir, bu dünyada ondan yararlanır. (351)

(Ebu'l Abbas es- Sebti): "ölmek üzere olan kimse malının üçte birini vasiyet edebilir." dediğini anlatır ve bunun üzerine şu değerlendirmeyi yapar (I:577):

—Çünkü ölmek üzere olan kimse, malının ancak üçte birine sahiptir. Mal artık ona ait olmaktan çıkmış ve geride kendisinin hiçbir şeyi kalmamıştır. Şeriat, sahip olduğu malın üçte birini sadaka olarak vermesine cevaz vermiştir. O, şeriatın ölçüleri dâhilinde bu tavrıyla övgüye değer bir şey yapmaktadır. Ama asıl itibariyle Allah'ın karşısına fakir olarak çıkar. Tıpkı yanında bulunan her şeyden ayrılıp elleri boş olarak kaldığı gibi (…) Bu haliyle o, sahip olduğu üçte birlik miktarı sadaka olarak dağıtmayan veya üçte birlik bir miktardan daha az bir şeyi sadaka olarak veren ve geride bıraktığı kısmı da varislerine sadaka olarak bırakmaya niyet eden kimseden daha üstündür. Burada dikkat çekici bir işaret vardır." (354)

Şeyh, Futuhat'ta (I:572/IV:496) halifenin es-Sebti'yi öldürmek üzere çağırması olayını şöyle anlatır:

"…Bir hurmanın yarısını vermek suretiyle bile olsa sadaka vererek kendinizi ateşten koruyun. Mağrib ülkesinde mizan ehli olarak bilinen şeyhlerimizden biri hakkında sultanın yanında, onun öldürülmesini gerektirecek tarzda kötü şeyler söylenmişti. Memleketin halkı da onun hakkında söylenenler üzerinde ittifak etmişlerdi. Bu da onun öldürülmesini kaçınılmaz kılıyordu. Bunun üzerine Sultan, naibine halkı toplamasını ve suçlanan bu adamı da hazır bulundurmasını emretti. Eğer insanlar, bu adam hakkında söylenenleri doğrulayacak şekilde ittifak etseler, onu öldürmesi için valiye emir verecekti. Ama aksini söyleselerdi, serbest bırakacaktı. İnsanlar kararlaştırılan günde toplandılar. Niçin toplandıklarını da biliyorlardı. Herkes ağız birliği etmiş, onun öldürülmesi gereken bir fasık, bir muhalif olduğunu söylüyordu. Adam getirilince, yolda bir fırıncının dükkânının önünden geçti. Ondan yarım çörek borç aldı, hemen oracıkta sadaka olarak verdi. Toplantı yerine gelince, en büyük düşmanı olan valinin de hazır olduğunu gördü. Halkın arasında ayağa kaldırıldı ve insanlara soruldu:

-Bu adam hakkında ne biliyorsunuz? Onun hakkında ne söyleyeceksiniz? Orada bulunanların tamamı, adını da vererek, onun adil ve sevilen, hoşnut kalınan biri olduğunu söylediler. Vali, insanların, onun hakkındaki düşüncelerinden, buraya gelmeden önce söylediklerinden farklı şeyler söylemeleri karşısında şaşırıp kaldı. İşin içinde bir ilahi müdahale olduğunu anladı. Şeyh gülüyordu. Vali sordu:

— Niçin gülüyorsun? Dedi ki:

— Resulullah’ın (s.a.v) doğruluğuna, hayranlığımın ve imanımın artışına gülüyorum. Allah'a yemin ederim ki, bu toplulukta bulunan insanların tamamı, burada yaptıkları şahitliğin aksini düşünüyorlar benim hakkında, sen de buna dâhilsin. Hepiniz benim aleyhimdesiniz, lehimde değilsiniz. Cehennemi düşündüm. Onun öfkesinin sizin öfkenizden daha büyük olduğunu gördüm. Sonra yarım çöreği düşündüm ve onun da yarım hurmadan daha büyük olduğunu gördüm. Resulullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu duymuştum:

" Bir hurmanın yarısı bile olsa sadaka vermek suretiyle kendinizi ateşten koruyun." Ben, yarım çörek vererek sizin gazabınızdan kendimi korudum. Yarım hurmadan daha büyük bir şey vererek daha az bir ateşi savdum. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Sadaka Allah'ın gazabını söndürür ve kötü ölümü savar." Allah işte bunu yaptı. Yarım çörekle hem sizin kötülüğünüzü, hem de kötü bir ölümü benden savdı, bununla beraber sizi aşağıladı ve benim sadakamı da yüceltti. Çünkü benim verdiğim sadaka yarım hurmadan daha büyük ve sizin öfkeniz de cehennemin ve Allah'ın gazabından daha azdır. Orada hazır bulunanlar, adamın imanının gücü karşısında hayret ettiler."      (355–356)

 

 

 
 
Yansıtan: Hamdi Cenik
İstanbul - 06.02.2009
hamdicenik@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com