İbn-i Arabî Hz. Kur’an Mührü’ nden Yansımalar: -17-

www.sufizmveinsan.com
 
 

Kitabın Adı:   KUR’AN MÜHRÜ

                     Hatmu’l Kur’an

Müellifi    :     Şeyh-ül Ekber Muhyiddîn İbn’ül ARABÎ (M: 1165-1240)

Derleyen :     Abdulbaki Miftah

Mütercim :     Vahdettin İNCE

Nâşir       :     Remzi GÖKNAR

Yayınevi  :     KİTSAN Yayınları – İstanbul – 0212 513 67 69

Yansıtan  :    Hamdi CENİK

www.sufizmveinsan.com

Onyedinci  Bölüm:

Bu bizim de şahit olduğumuz bir hikâyedir: Şeyhlerimizden birine, sultanın kızlarıyla ilgili bir haber verildi. Bu kızın halka büyük faydası oluyordu. Ayrıca bu şeyh hakkında da iyi düşünceleri vardı. Şeyh'in yanına gelmesi için haber gönderdi. Şeyh da yanına gitti. Kocası olan sultan da yanındaydı. Sultan ona saygı olsun diye ayağa kalktı. Sonra şeyh kadına baktı. Can çekişiyordu. Şeyh:    -Canı alınmadan önce onu kurtarın, dedi. Sultan:

—Ne ile? Dedi. Şeyh:

—Diyetini vererek canını satın alın, dedi. Kadının diyeti eksiksiz olarak getirildi. Can çekişmesi durdu ve içinde bulunduğu sıkıntı son buldu. Kadın gözlerini açtı, şeyhe selam verdi. Şeyh ona dedi ki:

—Sana bir şey olmayacak. Ama ölümün gerçekleşmesine bir dakika kaldı. Ölümün boşa dönmesi mümkün değildir. Bir sonucun olması gerekir. Biz seni ölümün elinden aldık. O da bizden hakkını istiyor. Kabzedilmiş bur ruhla dönmesi zorunludur. Sen yaşarsan, insanlar senden faydalanacak. Ayrıca sen değeri yüksek birisin. Senin fidyen olarak ancak değerli bir şey verebiliriz. Bu ölümden daha üstün olarak bir kızım var ve en sevdiğim insandır. Onun senin yerine fidye olarak veriyorum (…) Sonra kalkıp kızının yanına gitti ve kızına içinde bulunduğu durumu anlattı ve şöyle dedi:

—Kızım! Canını bana bağışla. Çünkü sen Emirülmümininin kızı Zeyneb kadar insanlara faydalı olamazsın. Dedi ki:

—Babacığım! Ben senin hükmüne tabiyim ve canımı sana bağışladım. Bunun üzerine şeyh ölüme şöyle dedi:

—Al kızımı! Kız, hemen oracıkta öldü…

Bu, İbrahim peygamberin ve Salih oğlunun (a.s) kıssasını aynısıdır. Bu, bir ilahi dengedir ki, ancak ehli olanlar bilirler. Bize göre de bedel vermek gerekir, ama karşılığında bir can vermek gibi bir zorunluluk yoktur. Çünkü biz buna benzer şeyleri kendimizde gördük. Canımızı satın aldık, ama bunun yerine bir can vermedik. Şeyhin bunu yapmasının sebebi ise, kendisine arız olan bir haldir. Bu hal kızını fidye olarak vermesini gerektirmiştir. Çünkü o sırada müşahedesi İbrahim'in (a.s) kıssasıyla ilgiliydi. Bu yüzden ona İbrahim'in (a.s) hali esasında hüküm verildi. Eğer bu dediğimizi anlarsan, mutlu olursun. (357)

 

Şeyh, Marakeş'te hakkında "onun ayeti "Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin." (Tur, 48) sözüydü" dediği biriyle arkadaşlık etmiştir. Onun hakkında da şunları söylüyor (IV:148):

"…Muhammed el-Marakeşi'yi Marakeş'te gördüm. Gece gündüz demeden yanıma sık sık gelirdi. Bu ayet her zaman onun haliydi. Bir kere olsun bir şeyden dolayı göğsünün daraldığını görmedim. Zorluklar başından geçerdi, ama onları gülerek ve sevinçle karşılardı. Bize göre o, zorluklardan kurtulurken, o ise, bir sevinçten başka bir sevince intikal ederdi. Bir coşkudan başka bir coşkuya. Ona şöyle derdim:

—Bunca istenmeyen felaketin başına gelmesinden dolayı gerçekten sabrediyor musun? Dedi ki:

—İlk olarak sabrettiğim için, bu ilahi hükümlere bizzat müşahede etmek suretiyle sabretme bağışıyla ödüllendirildim. Bu da beni diğer bütün hükümlerden alıkoydu.  Ben de onu ancak onunla karşılıyorum. Kurtaran odur çünkü. Bu yüzden sadece ondan istiyorum. Benim görüşüme göre felaketler onunla ortadan kalkar. Siz benim suretimde nazil olan hükmü görürsünüz. Ama her şey onun

nazarıyladır. Ayrıca bu şahıs, ibadetlerin vakitlerine en fazla riayet eden bir kimseydi. Allah'a yemin ederim, bu makamda onun gibisini bir daha görmedim. Oradan ayrılıp buralara gelirken ayrılığımdan dolayı hiçbir arkadaşım, onun üzülmesi kadar benim ayrılışıma üzülmedi. Bana şöyle derdi:

— Allah’a yemin ederim ki, eğer rabbani hükmün bana nüfuz edişini görmemi perdeleyen ayni müşahede olmasaydı, seninle yolculuğa çıkardım. Allah'a yemin ederim ki, senin benden uzaklaşıp kaybolman, hakkın suretinin başka bir surete dönüşmesinden başka bir şey değildir. Ben de onu görünürde de görünmezde de müşahede ederim. Bu, akıllara durgunluk veren bir zevktir. (358–359)

597 yılının Ramazan ayında Becaye'deydim. Bir gece rüyada gökteki bütün yıldızlarla cima ettiğimi gördüm. Cima ettiğim her yıldızdan büyük bir manevi haz alıyordum. Yıldızlarla cima ettikten sonra bana harfler verildi. Onlarla da hem tek başlarına hem de terkip halinde cima ettim. Önümde "Fa" harfi belirdi. Zarf “Ya"sının "Fa"sıydı. Ona ilahi bir sır verdim ki, onun şerefine, Allah'ın ona bahşettiği celale delalet ediyordu… Bu hikâyemi arif bir adama biri vasıtasıyla

anlattım. Rüyadan, rüya tabirinden anlıyordu. Bu aracıya yalnız beni anlatmamasını söyledim. Sonra.. Bu aracı rüyayı ona anlatınca, olayın büyüklüğünü anlar ve şöyle der:

—Bu, dipsiz bir denizdir. Bu rüyayı gören kişinin önünde ulvi ilimler, sırların ilimleri, yıldızların ve harflerin özellikleri açılacak ki onun zamanında hiç kimseye bu nimet verilmemiş olacaktır. Sonra bir müddet susar ve şöyle der:

—Eğer bu rüyayı gören kişi şehirde ise, o, bu yakınlarda buraya gelen genç adamdan başkası değildir. Ve adımı söyler. Arkadaşım apışıp kalır ve hayretten ne diyeceğini bilemez. Ardından şöyle der:

—Bu, ondan başkası olamaz. Benden korkma. Arkadaşım:

—Evet, bu odur, der. Der ki:

—Bu özellikle bu zamanda ondan başkasında olamaz. Beni ona götür ki kendisine selam vereyim. Arkadaşım:

—Ondan izin almadan bunu yapamam, der. Gelip benden izin istedi. Ben de bir daha o adamın yanına dönmemesini söyledim ve en kısa zamanda yola çıktım. Onunla görüşmedim. (361)

 

 

 
 
Yansıtan: Hamdi Cenik
İstanbul - 13.02.2009
hamdicenik@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com