Kitabın Adı:
KUR’AN MÜHRÜ
Hatmu’l Kur’an
Müellifi : Şeyh-ül
Ekber Muhyiddîn İbn’ül ARABÎ (M: 1165-1240)
Derleyen : Abdulbaki
Miftah
Mütercim : Vahdettin
İNCE
Nâşir : Remzi
GÖKNAR
Yayınevi : KİTSAN
Yayınları – İstanbul – 0212 513 67 69
Yansıtan : Hamdi
CENİK
www.sufizmveinsan.com
Yirmibirinci Bölüm:
Bu
konu, benim için en zor meselelerden biriydi. Meselenin
kesin mahiyeti benim için ilim olarak kuşku duymayacağım
şekilde henüz açılmamıştı. Ancak bu ciltte bu babı
yazdığım gece meseleyi olduğu şekliyle kavradım. 633
yılının Recep ayının altısı Cumartesi gecesi. Çünkü
amellerin yaratılışını iki taraftan birine izafe etme
hususu benim açımdan tam olarak belirginlik
kazanmamıştı. Bir grubun
(Eşariler) savunduğu "kesb" (insanın fiillerini
kazanması) kavramı ile bir diğer grubun(mutezililer)
savunduğu "yaratma" (insanın kendi fiillerini
yaratması) kavramını birbirinden ayırmak benim için
oldukça zordu. Sonra Hak taala,
öncesinde hiçbir mahluk bulunmayan ilk mahluku
yaratışına gözlerimle şahit olmamı sağladı. İlk mahlûk
yaratılmadan önce Allah'tan başka hiçbir şey yoktu. Bana
dedi ki:
—Ortada karışıklık ve şaşkınlığı gerektirecek bir şey
var mı?
—Hayır, dedim. Dedi ki:
—İşte
gördüğün bütün yaratılışlar böyledir. Hiçbir mahlûkun
etkisi olmadığı gibi, mahlûk diye şey de yoktur.
Sebeplerin yanında eşyayı yaratan benim, ama sebeplerle
yaratmam. Eşya benim emrimle var olur. İsa'da nefhayı
ben yarattım. Kuşlarda var olmayı ben yarattım.
Ona
dedim ki:
—Şu
halde "yap" diye hitap ettiğin zaman senin
nefsindir, sen yapmazsın. Dedi ki:
-Seni
bir şeye muttali kıldığım zaman edebe uy. Çünkü huzur
münazaaya tahammül etmez.
Ben de bunu söyledim:
—Bu,
içinde bulunduğumuzun aynıdır. Edebin ve münazaanın
yaratıcısı sensin, kimdir münazaa eden ve kimdir edepli
davranan? Eğer münazaayı yaratmışsan, hükmünün geçerli
olması kaçınılmazdır. Eğer edebi yaratmışsan, onun
hükmünün geçerli olması kaçınılmazdır. Dedi ki:
—Öyledir. Kur'an okunduğu zaman dinle ve sus.
Dedim ki:
—Senin elindedir. Dinlemeyi yarat ki dinleyeyim. Susmayı
yarat ki susayım. Şu anda sana hitap eden senin
yarattığından başkası değil. Dedi ki:
—Bildiğimi
yaratırım. Malumu bilirim. Kesin delil Allah'ındır.
Bunu, geçmişle ilgili olarak sana öğrettim. O halde
müşahede olarak gereğini yap. Çünkü o olmadan zihninin
rahat etmesi mümkün değildir. Yükümlülük kalkmadan da
emin olamazsın. Sıratı geçmeden de yükümlülük kalkmaz. O
zaman insanlar için ibadet zati olur. Vacipliğin veya
mendupluğun ya da yasaklığın yahut mekruhluğun
gerektirdiği emir ve nehiy şeklinde değil. Allah gerçeği
söyler ve doğru yola ileten o’dur. Dedim ki:
—Bu,
ehlisünnetin yaklaşımıdır. Onlara göre, Allah'tan başka
fail yoktur. Sebeplerin yanında tek fail odur,
sebeplerle fiil işlemez. Bu konuyla ilgili ayetler
açıktır:
"Allah'tan başka yaratıcı var mı?"
(Fatır, 3)
"Sizi
ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı."
(Saffat, 96)
"Her
iş O'na döndürülür."
(Hud,
123) (404–405)
Burada şeyh, rüyada Resulullah'ı (s.a.v) görür.
Resulullah (s.a.v) şöyle demektedir:
"Ey
bu beytin malikleri-veya sakinleri-! Bu beyti tavaf
edenlere, ne zaman olursa olsun tavafın ardından iki
rekat namaz kılmalarını emredin. Çünkü Allah, bu
namazdan kıyamete kadar Allah'ı tazim eden-veya tesbih
eden
(tereddüt benden kaynaklanıyor) bir melek yaratır."
(406)
Şeyh'in Sühreverdi ile bir araya geldiğini ve her
ikisinin bir saat boyunca başlarını öne eğip
durduklarını, sonra hiç konuşmadan ayrıldıklarını,
ardından Şeyh'e: - Sühreverdi hakkında ne
düşünüyorsun? diye sorulduğunda:
—Başından ayağına kadar sünnetle dopdoludur, dediğini,
Sühreverdi'ye: -Muhyiddin için ne
düşünüyorsun? diye sorulduğunda, onun da:
—O,
hakikatler denizidir, şeklinde cevap verdiğini yazar.
(407)
Üstünlük veya fazilet tecellide değildir. Asıl üstünlük
ve fazilet tecelliye mazhar olan kimseye bahşedilen
istidattadır. Tecellinin gerçekleşmesinin aynı, ilmin
gerçekleşmesinin aynıdır. Bu ikisi arasında bir ayrılık
düşünülemez (…) Varlığın devam ettiği, aklın, lezzetin,
hitabın ve kabulün yerinde kaldığı tecelli ise, şekli
tecellidir. Bundan başka tecelli görmeyen biri, hiçbir
kayıt getirmeden mutlak tecelli şeklinde hükmedebilir.
Ama iki olguyu tadan kimse açısından arada bir farkın
bulunması kaçınılmazdır. (408)
Bana
şöyle seslenildi:
Var
olduğun sürece talep etmekten ayrılma!..
Bu
hitapla birlikte anladım ki ben, hayal huzurunda tecelli
eden misali bir suretteyim. Varlık
heykelini idare etme ilişkisi henüz kesilmemiş ve ondaki
hükmü kalkmamış. Hislerime geri döndüğüm zaman iflas
etmişliğimin ortadan kalkmış olmasından dolayı sevindim.
(411)
el-Bari (yaratan) ismi, zeki mühendisler, istimbat
sahipleri, sanat eserlerini ortaya koyanlar ve ilginç
şekiller çizenler bu isimden yardım alırlar. Destekleri
bu isimden gelir. Ölçüde güzel suretleri
şekillendirenlerin yardımcısıdır el-Bari. Bu hususta
gördüğüm en ilginç şey, Yunan şehirlerinden Konya'da bir
ressamın eseriydi. Bizim yanımızda bulunurdu. Onu
sınamıştık ve onda bulunmayan
sahih
tahayyül hususunda ona bazı yararlarımız dokunmuştu. Bir
gün bir keklik resmi çizmişti. Resimde gizlediği bir
kusur vardı. Bizi resim ölçüleri hususunda sınamak üzere
resmi bize getirdi. Resmi gerçek keklik boyutlarında
büyükçe bir tabaka üzerinde çizmişti. Yanımızda bir
şahin kuşu vardı. Şahin resmi görünce, onu elinde tutan
kişi salıverdi. Şahin pençesiyle kapmaya çalıştı. Çünkü
şekil ve
tüylerinin rengi itibariyle onu bir keklik olarak
algılamıştı. Orada hazır bulunanlar ressamın sanatı
karşısında hayretlerini gizleyemediler. Ressam bana dedi
ki:
—Bu
resim hakkında ne diyorsun? Ona dedim ki:
—Kusursuzdur. Ancak onda gizli bir ayıp var. Daha önce
seyircilere bu kusuru söylemişti.
—Nedir o? Bütün ölçüleri gerçek boyutlarda değil mi?
dedi. Dedim ki:
—Ayaklarında resmin ölçüleri bakımından bir kıl
genişliğinde bir uzunluk var. Ayağa kalktı ve başımı
öptü. Dedi ki:
—Bunu
seni denemek için bilerek yaptım. Hazır bulunanlar da
onu tasdik ettiler ve bunu, bana haber vermeden önce
kendilerine söylediğini belirttiler. Ben, şahinin resmi
pençelemesine ve yakalamak istemesine hayret etmiştim.
413 |