İbn-i Arabî Hz. Kur’an Mührü’ nden Yansımalar: -3-

www.sufizmveinsan.com
 
 

Kitabın Adı:   KUR’AN MÜHRÜ

                     Hatmu’l Kur’an

Müellifi    :     Şeyh-ül Ekber Muhyiddîn İbn’ül ARABÎ (M: 1165-1240)

Derleyen :     Abdulbaki Miftah

Mütercim :     Vahdettin İNCE

Nâşir       :     Remzi GÖKNAR

Yayınevi  :     KİTSAN Yayınları – İstanbul – 0212 513 67 69

Yansıtan  :    Hamdi CENİK

www.sufizmveinsan.com

Üçüncü  Bölüm:

Kur'an okuduğun zaman, Kur'an'ın içinde olanlar için Kur'an'ın kendisi ol. Tilavetle ezberlediğin gibi amelle de hıfzet (…) Çünkü Allah'ın kelamı, Allah'a yakınlaştıran hiçbir kelama benzemez. Bu yüzden zikreden bir kimse, Allah'ı zikrettiği zaman, zikri esnasında, bunların Kur'an'da yer alan zikirler olduklarını aklından çıkarmamalıdır. Bunlar aracılığıyla Allah'ı hatırlamalıdır ki, zikir yaparken aynı zaman Kur'an da okumuş olsun. (66)

Kul artık ne zaman Allah'a hamdetse, O'nu tesbih etse ve tehlil yapsa, ancak Kur'an'da yer alan bu zikirleri hatırlayarak gerçekleştirir. Böylece Kur'an'ı kendi nefsiyle okumak seviyesinde Rabbiyle okuma seviyesine yükselir. O zaman

kitabını okuyan Hakkın kendisi olur. Kıyamet günü de, en son okuduğu ayete kadar yükselir, onun derecesinde durur. Yani bu ayetin layık olduğu dereceye kadar gelir ki, bu ayeti okuyan da kulun lisanîyle yüce Allah'tır. Bunun için

kuşkusuz Kur'an okuyan kulun bu anlamı zihninde tutmasıdır. Çünkü sözlerin en güzeli, Allah'ın örfte bilinen maruf kelamıdır. (66) 

—Kur’an, her zaman, kendisini okuyanların kalplerine yeniden iner. Bu kalpler, Kur'an'ın üzerine kurulduğu arş konumundadır. Bil ki, yüce Allah, arşı, Kur'an'ı vasfettiği sıfatlarla vasfetmiştir. Şu halde mutlak olarak Kur'an mutlak olarak arş içindir. Dolayısıyla arş sahibinin yüksek dereceleri, Kur'an'ın ayetleri ve sureleri gibidir. Arş, Kur'an'ın kayıtlı olduğu şeyle kayıtlıdır. Bazen Kur'an'ın inzali, okuyana nazar eden rabden özel olarak gerçekleşir. Bazen arşa istiva eden, mutlak olarak arşı ihata eden Rahman'dan gerçekleşir. Bazen de rububiyetin tüm veçhelerini ve rahmani ihataya cami “Allah” isminden gerçekleşir. Kur'an'ın

nüzulü, azamet sıfatından kaynaklandığı zaman, kalp üzerinde heybet, celal, hayâ, murakabe, huzur, yıkım, kırılma, zillet, muhtaçlık, koruma, gözetme ve Allah'ın şiarlarına tazim gösterme şeklinde tesir bırakır. (67–68)

Her kişinin Kur'an'da bir suresi vardır

Allah'ın kitabında bana ait olan sure ise tenzil’dir.  (68)

—Meclislerimde ve tasniflerimde konuştuğumuz her şey, Kur'an'ın huzurundan ve hazinelerinden gelir. Bana Kur'an'ı anlamanın ve Kur'an'dan yardım almanın anahtarları verilmiştir. (69)

Her okuyan Kur'an'ın nüzulünü hissetmez. Çünkü ruhu kendi tabiatıyla

meşguldür. Kur'an, bu kimseye tabiat perdesinin gerisinde iner. Bu yüzden ondan lezzet almak suretiyle etkilenmez. (69)

Kur'an, bir kişinin kalbine indiği zaman, anlamıyla iner. Kişi okuduğunu bilir, kendisinin dilinden olmasa da. Kur'an dışında bu lafızların anlamlarını, kendi dilinden olmadığı için bilmese de, okuduğunun anlamını bilir. Bir kimse Kur'an'ı tilavet ederken, Kur'an onun kalbine inerse, tilavet ettiğinin anlamını bilir. Kur'an'ın makamı ve menzili, yukarıda söylediğimiz gibi olursa, istediği her varlığı orada bulur. Bu yüzden Şeyh Ebu Medyen şöyle derdi:

"Mürid, istediği her şeyi Kur'an'da bulmadıkça mürid olamaz." (69–70)

—Kur’an ile insan-ı kâmil kardeştirler. İnsan-ı kâmil ise, Kur'an'ın bütün cihetleri ve nispetleriyle indiği kişiden başkası değildir. Kur'an'ın varislerinden olup insan-ı kamil olmayan kimselere gelince, Kur'an, onun omuzlarının arasına iner, gaipten göğsüne yerleşir. Kuşkusuz bu, eksiksiz bir verasettir. Rivayet edilir ki, Ebu Yezid, Kur'an'ı tümüyle istishar etmedikçe can vermemiştir. Resûlallah (s.a.v),

Kur'an bilgisi verilen kimse için:

—Nübüvvet onun iki yanı arasına yerleştirilmiştir demiştir.

İşte Nebiler ile onlara tabi olan veliler arasındaki fark budur.

Ancak iki yanı arasına Nübüvvet yerleştirilen ve Kur'an gaipten kendisine gelen kişiye, önünü gördüğü gibi arkasını da görme yeteneği verilir. Kur'an, ancak yüz yüze nazil olduğu ve biz de bunu tattığımız için, bir ciheti başkasından ayırdığımızı görmedik. Bize ansızın geldi ve biz ancak sonraları bunu anlayıp öğrendik. Kur'an olması hasebiyle Kur'an'la beraber olan kimse, cem birliğini ifade eden bir göze sahip olur. Ama cem edilmiş olması hasebiyle Kur'an'la beraber olan kimse için, Kur'an Furkan'a dönüşür. Böylece açığı gizliyi, haddi ve başlangıcı müşahede eder. Biz, bu Furkanî inişi tattığımız için, şu helaldir, şu haramdır, şu mubahtır dedik. Meşrepler çeşitlendi, mertebeler birbirinden ayrıldı ve ilahi isimlerle kevni eserler zahir oldu. (70–71)

Ayetin zahirine ters düşen her anlam kesinlikle reddedilir. Şeyh, tefsire israiliyatı ve doğruluğu kanıtlanmamış rivayetleri, özellikle Nebilerin makamlarına ve ismetlerine yakışmayan kıssaları şiddetle reddeder (II:256/III:454–455):

—Ama Allah'ın kelamını sadece bir anlamla sınırlandırmak doğru değildir. Bilakis yüce Allah, Kur'an'ından nice latif sırları kullarının haline ve makamına uygun olarak velilerine açar.

Allah ehline göre önemli olan, Kur'an'da yer alan kıssaların, örneklerin, hikmetlerin ve hükümlerin insan nefsine yönelik olarak anlaşılmasıdır. Çünkü dış âlemde (afakta) zuhur eden her şeyin bir benzeri iç âlemde (nefiste) de vardır.

Örneğin Âdem ve İblis veya Musa ve Firavun kıssasını bilmenin ne faydası var, bütün bunlardan kaynaklanan bir ibret senin nefsinde müşahede edilmezse? Bu anlamda Şeyh "Ankau Mağrib" adlı kitabında şunları söylüyor:

—Bu ilim dalında bütün yazdıklarımın gayesi, evrende zuhur eden şeylerin bilinmesi değildir. Bilakis, asıl gayem, gafillerin dikkatini insani ayn'da, âdemi şahısta mevcut olanlara çekmektir (…) Çünkü bir şekilde senin kurtuluşunla bir ilintisi yoksa zatının dışındaki şeyleri bilmenin sana bir faydası olmaz…  (72)

Allah ehli açısından şekil ulemasından daha zor, daha meşakkatli bir mahlûk yoktur. Allah ehli, O'nun hizmetine hastırlar, ilahi bağış yoluyla O'nu bilirler. Allah, onlara sırlarını bahşetmiş, kitabının anlamlarını ve hitabının işaretlerini anlatmıştır. Bu yüzden şekil uleması, Allah ehli açısından, Resullerin karşısındaki

Firavunlar gibidirler.  (72,73)

"İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz."

(Fussilet, 53)  (73)

Allah'ın kitabındaki her surede benim için bir pay vardır.

Ama hayrın büyük kısmı Asr suresine aittir. (76)

 

 

 
 
Yansıtan: Hamdi Cenik
İstanbul - 07.11.2008
hamdicenik@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com