İbn-i Arabî Hz.
Kur’an Mührü’
nden Yansımalar:
Kitabın Adı: KUR’AN MÜHRÜ
Hatmu’l Kur’an
Müellifi : Şeyh-ül Ekber Muhyiddîn İbn’ül
ARABÎ (M: 1165-1240)
Derleyen : Abdulbaki Miftah
Mütercim : Vahdettin İNCE
Nâşir : Remzi GÖKNAR
Yayınevi : KİTSAN Yayınları – İstanbul – 0212 513
67 69
Yansıtan : Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Yedinci
Bölüm:
Vahdet-i Vücut: Fiil, isim ve zat tevhidini
gerçekleştirmektir. Şöyle ki:
Fiil tevhidi,
Allah'ın aşağıdaki ayetleriyle tahakkuk etmenin adıdır:
"Allah'tan başka bir yaratıcı var mı?"
(Fatır,3)
"Sizi
ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı."
(Saffat,
96)
"Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı."
(Enfal,
17)
"Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü."
(Enfal,
17)
"Yürüyen
hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden utmuş
olmasın."
(Hud,
56)
İsim ve fiil
tevhidi
ise şu ayetlerin anlamlarıyla tahakkuk etmekten
ibarettir:
"O
ilktir, sondur, zahirdir, batındır. O, her şeyi
bilendir."
(Hadid,
3)
"O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir,
görendir."
(Şura, 11)
"Sizler
ancak Rabbinizin dilemesi
(izin
vermesi)
sayesinde
(bir
şeyi)
dileyebilirsiniz."
(İnsan, 30)
"Her
iş O'na döndürülür."
(Hud,
123)
Zat tevhidi
ise, aşağıdaki ayetlerin anlamlarıyla tahakkuk etmek
demektir:
"O'nun zâtından başka her şey yok olacaktır."
(Kasas,
88)
"Nereye dönerseniz Allah'ın veçhi
(zatı) oradadır."
(Bakara, 115)
"Biz
ona şah damarından daha yakınız."
(Kaf,
16)
Resulullah'ın (s.a.v) şu hadisi de bu bağlamda ele
alınmalıdır:
"Allah vardı ve Onunla beraber hiçbir şey yoktu."
Yine
Sıfat tevhidi
ile ilgili olarak bir kutsi hadiste nafile ibadetlerle
Allah'a yaklaşmaya çaba gösteren kimse hakkında şöyle
buyrulmuştur:
"Onun
işiten kulağı, gören gözü ve tutan eli olurum."
(143–144)
Şeyh
İbn Arabî, Allah'ı bilmek ile ilgili anlayışını iki
beyitte özetlemiştir. Bu iki beyit hakkında şöyle der
(I:751):
—Bir
vakıa: Bu vakıada bana denildi (…)
—
Allah
ile ilgili olarak ne bilinir, ne bilinmez?
Dedi
ki:
Allah'ı bilmek benim dinimdir, onunla Allah'a kulluk
ederim
Ama
Allah'ın ayn'ını bilmemek benim imanım ve tevhidimdir.
(144–145)
Allah'ın tecellisi hakkında ne düşünüyorsun?
Dedim
ki:
Her
tecelligahta O'nu görürüm,
O'nu
müşahede ettiğim zaman
Tenzih sureti ile tecdit arasında
Bana
denildi ki:
“Teşbih ile tenzih edilmekten ve tenzih ile teşbih
edilmekten münezzeh olan Allah yücedir." (145)
—Allah katında menzillerin en yükseği, Allah'ın, kulunun
kulluk müşahedesini daima muhafaza etmesidir. İster
üzerine rabbani hilatten bir parça giydirsin, ister
giydirmesin. (145)
Varlıklar hikmet sahibi zatın sanatı olduklarına göre
Varlıklardaki hikmeti her bilene yöneliktir
Tasavvuf felsefe değildir. Dinde ihsan makamı ile
tahakkuk etmektir. Bunun delili, evliyanın, tasavvuf
şeyhlerinin ve tarikat imamlarının kahir ekseriyetinin
felsefe öğrenmemeleridir. Çünkü onlara göre tasavvuf,
Kur'ani ahlaktan ve Muhammedi şeailden başka bir şey
değildir. Metodu da iman, takva, zikir ve arınmadır.
Felsefenin metodu ise, mantık esaslı fikri nazara
dayanır. Şeyh İbn Arabi de felsefeyi önemsememiş,
felsefe kitaplarını incelemeye çalışmamıştır. (146)
(Not: “Şeail” kelimesi sehven yazılmış olsa
gerek. Huylar,
ahlâklar, tabiatlar anlamına gelen “şemail”
olma ihtimali daha yüksektir: H.C.)
…
İlme ancak keşif ve varlık yoluyla ulaşılmasıdır.
Fikirle meşgul olmak perdedir. Bizden başkaları buna
karşı çıkar. Ama Allah'ın tarikatının ehli olanlardan
hiç kimse buna karşı çıkmaz. Tersine karşı çıkanlar,
hallerle ilgili zevkleri olmayan
şekil
ulemasından oluşan nazar ve istidlal ehli olanlardır.
Eğer Eflatun-i ilahi gibi filozoflarınkine benzer hal
zevkleri olsaydı, böyle davranmazlardı. Eflatun gibiler
ise pek nadirdirler. Onun da tıpkı keşif ve vücut
ehlinin çıkış yerine benzer bir çıkış yerinden hareket
ettiğini görürsün. (148)
Filozofun anlamı
"hikmeti seven"
demektir. Çünkü "sofiya" Yunancada hikmet demektir.
"Filo" ise sevgi demektir. Dolayısıyla felsefenin
anlamı, hikmet sevgisidir. Aklı olan herkes hikmeti
sever. Ancak fikir ehlinin ilahi hakikatlerle ilgili
yanlışları doğrularından daha fazladır. İster filozof
olsun, ister mutezili
olsun, ister eşari olsun, ister nazar ehli gruplarından
birine mensup olsun. Dolayısıyla filozofları sadece
isimlerinden dolayı yerilmiş değildirler. Bilakis,
kişisel görüşlerine hüküm verdikleri için, ilahi ilimler
alanında yaptıkları hatalardan, Resullerin (a.s)
getirdikleri bilgilere muhalif şeyler söylemelerinden
dolayı yerilmişlerdir. Çünkü bozuk fikirleri nübüvvet ve
risaletin aslına dair yanlış kanaatlere sahip olmalarına
sebep olmuştur. Neticede dayandıkları temel yüzünden
mesele zihinlerinde karmaşık bir hal almıştır. Eğer
hikmeti sevdikleri sırada, onu Allah'tan isteselerdi,
fikir yoluyla hikmet elde etmeye kalkmasalardı, her
hususta doğruyu bulabilirlerdi. (148)
Hz.
İdris, hukemanın imamı bir Nebidir. Hukemanın felek,
kimya, harflerin sırları… Gibi ilimleri ondan zuhur
etmiştir. Bunlardan bazılarına Resullerin daveti
de
ulaşmamıştır. Muhtemelen Eflatun bunlardan biridir. Ama
Allah, hidayetiyle onları tevhide iletmiştir. Samimi bir
yönelişle, nefis riyazetiyle ve güzel ahlakla Allah'a
yaklaşmışlardır. Bunlardan bazıları seçkin veliler
derecesine bile ulaşmıştır. Bunların büyüklerinden
bazıları yakınlık makamına varmıştır. Bazılarının keşif
yoluyla hakikate ulaşmış olması, iç aynalarına bazı
varlık hakikatlerinin nakşedilmiş olması, ya da meleki
ruhlardan hakikatleri almış olması ve bazılarının daha
da yükselerek doğrudan nefs-ı külliye'den hakikatleri
edinmiş olması mümkündür. Ama hiçbir zaman, Allah'a
şeriat yoluyla yaklaşan Resullerin tabilerinin
mertebelerine ulaşamazlar. Çünkü bu hukemanın feyzi
ruhanidir, ama Allah ehlinin feyzi hem ruhani, hem de
ilahidir. Çünkü ilahi şeriat doğrultusunda sulük
gerçekleştirmişlerdir (II:166). (149 ) |