Kitabın Adı: KUR’AN MÜHRÜ
Hatmu’l Kur’an
Müellifi : Şeyh-ül Ekber Muhyiddîn İbn’ül
ARABÎ (M: 1165-1240)
Derleyen : Abdulbaki Miftah
Mütercim : Vahdettin İNCE
Nâşir : Remzi GÖKNAR
Yayınevi : KİTSAN Yayınları – İstanbul – 0212 513
67 69
Yansıtan : Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Sekizinci
Bölüm:
"Muhadaratu'l
Ebrar" adlı eserinde Eflatun, Sokrat ve Aristo'nun
sözlerini
naklettikten sonra "Allah, illetlerin illetidir"
şeklindeki sözlerini reddeder ve şöyle der:
—Allah, illetlerin yaratıcısıdır, illet değildir. Eğer
illet olsaydı, irtibatlanırdı, eğer bir şeyle
irtibatlansa, kemal sahibi olması mümkün olmaz. Oysa
Allah âlemlerden müstağnidir (Kitabu't Tecelliyat: illet
tecellisi). (151)
—Akılcılardan bir topluluk, görüşlerini şekillendirirken
şeriatı tamamen devre dışı bırakırlar (…) Şeriattan
sadece görüşlerine uyanı alırlar ve bunun dışındaki
hükümleri ya bir kenara atarlar veya genele yönelik
hitaplar olarak değerlendirirler (…) Oysa yüce Allah
şöyle buyurmuştur:
"Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr
mı ediyorsunuz?"
(Bakara, 85) Şeyh, bu görüşlere sahip bazı kimselerle
bir araya gelmiş, onlarla tartışmış ve neticede tevbe
etmişler. Görüş sahiplerinin fikri miracı ile Resule
tabi olanların ruhi miracını karşılaştırdığı 167. babda
(II:284) gerçek ilmin Resulün getirdiklerine iman etmek,
gerçek cehalet ve ebedi bedbahtlığın da Resulden yüz
çevirip kişisel fikri takip etmek, böylece Allah'ın
vahyinden yüz çevirmek olduğunu vurgular. (152–153)
—586
yılında bir yerde toplanmıştık. Toplantıda filozof bir
kişi de vardı. Bu adam. Müslümanların inandığı şekliyle
nübüvveti inkâr ediyordu. Nebilerin gösterdikleri
mucizeleri kabul etmiyor ve hakikatler değişmez diyordu.
Mevsim kıştı. Ortada yanar vaziyette bir mangal
duruyordu. Nübüvveti inkâr edip yalanlayan bu adam dedi
ki:
—Avam
diyor ki, İbrahim (a.s) ateşe atılmış ve ateş onu
yakmamış. Oysa ateş doğası gereği yanma özelliğine sahip
cisimleri yakar. İbrahim Halil'in (a.s) kıssasında sözü
edilen ateşten maksat, Nemrut'un ona yönelik öfkesi ve
kinidir. Yani öfke ateşi kast edilmiştir. İbrahim'in
(a.s) ateşe atılması ise, Nemrut'un
öfkesinin onun üzerinde olması anlamındadır. Bu ateşin
onu yakmaması da, zorbanın öfkesinin ona etki etmemesi
demektir. Çünkü İbrahim (a.s) gösterdiği delillerle onu
bir şey yapamaz hale getirmişti. Işık saçan gök
cisimlerinin batmasını göstererek, eğer ilah olsalardı
batmazlardı, demiş ve bunu bir delil olarak onun önüne
koymuştu…
Adam
sözlerini tamamlayınca mecliste bulunanlardan ve makama
(Şari'nin doğruluğunu kanıtlamak maksadıyla delil
göstermek dışında, keramet göstermeyi terk etme
makamına) sahip olan biri dedi ki:
-Eğer
sana Allah'ın söylediğinin doğruluğunu göstersem, ateşin
aslında İbrahim'i yakacağını, Allah'ın
“serin ve selametli ol”
diye
emretmesi üzerine onu yakmadığını ispat etsem, hemen
şimdi burada kendime ait bir keramet göstermek için
değil, ama İbrahim'i savunmak için bu olayı kanıtlasam,
ne dersin?
İnkârcı adam dedi ki:
—Böyle bir şey olamaz.
—Şu
yakıcı ateş değil mi?
—Evet…
—Bu
ateşin yakmayacağını kendi üzerinde göreceksin.
Sonra
mangaldan bir parça ateş alarak inkârcının kucağına
attı. Ateş elbisesinin üzerinde bir süre durdu, adam
eliyle çevirip duruyordu. Ateşin yakmadığını görünce
hayretten dona kaldı. Sonra öbürü ateşi mangala attı ve
dedi ki:
—Elini yaklaştır ateşe.
Elini
uzatınca, ateş elini yaktı. Ona dedi ki:
—İşte
o olayda böyle olmuştur. Ateş memurdur, emir üzerine
yakar, emir üzerine yakmaz. Allah dilediğini yapar…
Bunun
üzerine bu inkârcı filozof Müslüman oldu ve hatasını
kabul etti. (153–154)
Şeyh,
kerametlerden söz ederken özetle şunları söylüyor (II:369):
—Hak
keramet iki kısma ayrılır: Maddi ve manevi. Avam
tabakası, sadece maddi kerametleri algılar, olağanüstü
hadiseler gibi. Manevi kerametleri ise, sadece Allah'ın
has kulları bilir. Bu ise, şeriatın adabını muhafaza
etmek, güzel ahlak, mutlak olarak farzları vakitlerinde
eda etmek, hayırlara koşmak, göğsünde insanlara karşı
kin ve nefreti, kıskançlık ve suizannı söküp atmak,
kalbi her türlü kötü sıfattan temizlemek, kalbi
nefesleri murakabe etmek, kendisinde ve eşyada Allah'ın
hukukunu gözetmek gibi özelliklerle süslemek, kalbinde
rabbinin izlerini araştırmak. Nefes alış verişini
denetlemek, nefesi edeple alıp, ilahi huzuru hissederek
vermekten ibarettir. İşte bu, hile ve istidracın
karışmadığı keramettir. Bunda sadece yakınlaştırılmış
meleklerin ve Allah'ın seçkin kullarının katkısı vardır.
Bunlar kendilerinde genel-maddi bir keramet zahir
olduğunu fark ettikleri anda, ondan kaçınıp Allah'a
sığınırlar. Allah'tan bu kerameti normal adetlerle
örtmesini dilerler. Ki halkın genelinden,
kendilerini ayrıcalıklı kılan bir farklılıkla
belirginleşmesinler. İlim hariç. Çünkü ilimle temayüz
etmek istenen bir şeydir. İlimle temayüz etmek insanlık
için yararlıdır. İlim kerametlerin en yücesidir.
(154–155)
-
"…Sahibi, "sonraki kul" olarak çağrılır. Bu, onun
birinciden sonra gelen ikinci ve sonrasından
belirginleştirir. "sonra" olarak isimlendirilmiştir,
çünkü öncelikten sonra olma hükmüne tabi olduğu
kuşkusuzdur. Bu sonra olan da önceliği hak etmiş
olabilir. Birinciden sonra olmasının tek sebebi, zamanın
kolaylaştırdığı ve belirginleştirdiği bir husustur.
Çünkü her bakımdan kendisi de ehliyete sahiptir.
Bundan da anlaşılıyor ki, onun sonra olmasına ve
başkasının önce olmasına ilişkin hüküm zamanla
bağlantılıdır. Ebubekir'in, Ömer'in, Osman'ın, sonra
Ali'nin (r.a) halife olması gibi. Bunların her biri önce
olmaya aday ve halifeliğe ehildir. Dolayısıyla halifelik
sıralamasında bazılarının önce bazılarının da sonra
olmasının Allah katındaki tek gerekçesi halifeliğin
gerektirdiği bir üstünlüktür, o da zamandır. Allah
Ebubekir'in Ömer'den, Ömer'in Osman'dan, Osman'ın da
Ali'den (r.a) önce öleceğini biliyordu. Bunların her
birinin Allah katında hürmeti, saygınlığı vardır.
Halifeliği bu saygın topluluğa has kıldı ve bunlardan en
önce öleceğini bildiğini ilk halife yaptı. Yani benim
kanaatime göre, bunlardan ilk halife olan, halifeliğe
diğerlerinden daha layık olduğu için önce halife olmuş
değildir. Allah doğrusunu herkesten daha iyi bilir.
Bu sıralamanın ecellerden kaynaklandığı açıktır. (161)
Şeyh,
aynı anlamı "Tekvir" suresi menzili babında
açıklamaktadır (III:6). Bu bab'da hulefa-ı raşidin
hakkında şunları söylemektedir:
"Bunlardan kimin daha üstün olduğunu bilmek Allah'a
aittir.
Allah bizi fuzuli konuşmaktan korusun." (162)
—Akıl olarak isimlendirilen
Muhammedi hakikat bütün âlemin efendisidir. Varlıkta ilk
zuhur eden odur. Ona en yakın insan ise Ali b.
Ebutalib'dir. Bütün Nebilerin sırrı ondadır" (165)
|