Kitabın Adı: ONLARIN ÂLEMİ
Haletü Ehli’l-Hakikati Maallah
Müellifi : Ahmed Er-Rufâî
(M: 1119-1182)
Mütercim : Abdülkadir AKÇİÇEK
Yayınevi : Bahar Yayınları
Yansıtan : Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Altıncı
Bölüm:
(Daha sonra)
—Sana bir şey soracağım, dedim, şöyle dedi:
—Soracağın şey kısa olsun, çünkü günler geçiyor.
Nefeslerimiz sayılı ve zamanla ölçülüdür. Rabbimiz da
her halimize vakıftır. İşitiyor ve görüyor.
Bundan sonra sorularıma başladım, ben sordum o cevap
verdi:
—Takvanın başı nedir?
—Allah’la sabretmektir.
—Sabrın başı nedir?
—Allah’a tevekküldür.
—Tevekkülün başı nedir?
—Her yanı bırakıp Allah’a yönelmektir.
—Her yanı bırakıp Allah’a yönelmek nasıl olacak?
—Allah için tek kalmaya alışacak.
—Bu
tek kalmak nasıl olacak?
—Her maddi yönden kalbi çekmektir. Allah’tan başka
hepsini bırakmakla olur.
—En
tatlı şey nedir?
—Allah’ın zikrine alışkanlık peyda olmasıdır.
—En
temiz ve pak olan nedir?
—Allah’la olmaktır.
—En
yakın şey nedir?
—Allah’a varmaktır.
—Kalbi en çok sızlatan nedir?
—Allah’tan ayrılıktır.
—Ârifin
himmeti nedir? Ne olmalı?
—Allah’a kavuşmak.
—Aşk nasıl tanınır?
—Sevdiğini her an anmasıyla.
—Allah’la ünsiyet nasıl peyda edilir?
—Gönlünü o yola koyarsan olur.
—İşleri Allah’ bırakmak için hangi yola girmek gerekir?
—Allah’ın bütün emirlerine teslim olmak yoluna.
—Teslim olmanın yolu nedir?
—Daima Hak katından ihtiyaç talep etmektir.
Bundan sonra hayli uzun sorular sordum, o da bu
sorularımın hemen hepsine cevap verdi. Kısaca benim
sorularım ve verdiği cevaplar şöyledir:
—En
büyük sürur nedir?
—Allah-ü Teâlâ’ya karşı iyi zan beslemektir.
—İnsanların en büyüğü kimdir?
—Allah’la zengin olandır.
—İnsanların en kuvvetlisi kimdir?
—Allah-ü Teâlâ’dan kuvvet isteyendir.
—Zarar eden kimdir?
—Allah’ın zatından gayrı şeylerle hoşnut olandır.
—Mürüvvet nedir?
—Allah’ın zatından alt şeylere kapılmamaktır.
—Kul ne zaman Allah’tan uzaklaşır?
—Allah-ü Teâlâ’dan mahcup olduğunda.
—Ya, ne zaman mahcup olur?
—Allah’tan başka birine dair kalbinde bir gayret
bulunduğunda.
—Olan işlerden hiçbir tecrübe dersi almayan kimdir?
—Ömrünü Allah’ın taatından gayrı işlerde geçirendir.
—Dünyada zahitlik nedir?
—İnsanı Allah’tan alan her şeyi terk etmektir.
—İkbal eden kimdir?
—Allah’a yönelendir.
—İdbar eden kimdir?
—Allah’tan kaçandır.
—Selim kalp nedir?
—İçinde Allah’ın zatı arzusundan başka bir arzu
bulunmayandır.
Bundan sonra mevzuu değiştirdim ve tekrar sormaya
başladım:
—Bana söyler misin, yemeklerini nereden yersin?
—Allah-ü Teâlânın hazinesinden.
İştaha duyduğun bir şey var mı?
—Allah-ü Teâlânın kaza ve kaderi.
Sorularım artık son duruma gelmişti,
—Bana tavsiyede bulun, dedim, şöyle dedi:
—Allah’a taat kılmaya bak. Allah’ın kaza ve kaderine
razı ol. Allah zikri ile ünsiyet peydahla, böylece;
Allah’ın seçmiş olduğu zümreye dâhil olursun. (171…174)
Zinnun-u Mısrî anlatıyor:
Seyahatlerimden birinde ihtiyar bir zata rastladım.
Yüzünde irfan sahiplerine benzer bir hal vardı. Aramızda
birçok sual cevap oldu. Bunlar arasından şunları tespit
edebildim:
—Onun yolu nedir?
—Onu bilseydim yolunu bulurdum.
—Onu bilmeyen ibadet edebilir mi?
—Onu bile isyan edebilir mi?
Hz.
Adem de ona isyan ettiğini söyleyince şu ayet-i kerimeyi
okudu:
“Unuttu;
yaptığı hatada onun kastını bulamadık.”
[20/115]
Bundan sonra bana şöyle dedi:
—Böyle ihtilaflı şeyleri bırak.
—Âlimlerin ihtilafında rahmet yok mudur?
—Evet, öyledir, vardır. Ama o ihtilaf tevhit
tazelemesinde olur.
—Bu
şekilde bir tevhit nasıl olur?
—Allah’tan başka ne varsa… Onun vahdaniyeti uğruna yok
etmekle olur.
—İrfan sahibi sevinir mi?
—İrfan sahibi mahzun olur mu?
—Allah’ı bilenin derdi çoğalır.
—Hayır, bütün sıkıntıları gider, dedi.
—Dünya irfan sahiplerinin kalbini değiştirebilir mi?
—Ukba
da değiştiremez.
—Allah’ı bilen korkup kaçar mı?
—Hayır. Bilakis irfan sahibi korkmaz. Yalnız halkın
olduğu yerden hicret eder. Ayrılıp gider.
—Onu bilen var mıdır?
—Onu bilmeyen var mı, göster?
—İrfan sahibi bir şeye teessüf eder mi?
—Ondan başkasını bilmez ki teessüf etsin.
—İrfan sahibi Mevlâsına iştiyak duyar mı?
—Ondan ayrılmaz ki iştiyak duysun.
İsm-i
Âzam’ı sordum:
—Allah… demendir dedi.
—Bunu çok söyledim, lakin, kalbime hiçbir şey gelmedi,
dedim.
—Sen, onun senden söylemişsin, Ondan söylememmişsin,
dedi.
Nasihat istedim, şöyle söyledi:
—Onun seni gördüğünü bilmen yeter. Hallerine vakıf
olduğunu bilmen kâfi.. dedi. (174,175,176) |