Kitabın Adı: ONLARIN ÂLEMİ
Haletü Ehli’l-Hakikati Maallah
Müellifi : Ahmed Er-Rufâî
(M: 1119-1182)
Mütercim : Abdülkadir AKÇİÇEK
Yayınevi : Bahar Yayınları
Yansıtan : Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Dokuzuncu
Bölüm:
15. Hadis-i
Şerif:
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdular:
—Benden az
bir zaman sonra bir takım insanlar gelecektir. Onların
geldiği yerler uzaktır. Benim hadislerimden sorarlar.
Sünnetlerimi öğrenmek isterler. Onlara hayrı tavsiye
ediniz.
(196)
Bu
Hadis-i Şerif Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin
sünnetlerini öğrenmeye iman sahiplerini davet eder. Bu
hali anlayan iman sahipleri nübüvvet nuruna nazargâh
olurlar. (197)
Nefis Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize uyduğu süre Hakka
ve hakikate boyun eğebilir.
Oğlum; kulluk usullerinin ilki nefsi bilmektir. Hâlbuki
onu bilen de çok azdır. Onu bilmek şöyle dursun, onun
varlığını anlamak yoluna girenler dahi aziz sayılır.
Allah-ü Teâlâ irfan sahibi için; nefisten daha adi,
ondan daha çirkin, ondan daha kötü kokulu bir şey
yaratmadı.
İrfan sahibi için, ondan daha dar bir zindan
düşünülemez. (197)
İbrahim Edham şöyle anlatıyor:
—Yedi yıl insanlar arasında kaldım. Kendi hatasını
başkasının hatasına tercih edeni hiç görmedim. Ve:
—Bir
Müslüman şöyle bir hata işledi… dedikleri zaman:
—Keşke kamçı altında ezileydim de böyle bir söz
işitmeyeydim… diyene rastlamadım. (199)
Zinnun anlatıyor:
-Bir
kimse marifet gözü ile yaratanın saltanatını anlarsa..
nefsinin sahte sultanlığı gözünden silinir.
Bir
kimse Hakkın azametini sezerse.. nefsinin uydurma
büyüklüğü kaybolur, gider.
Ve o
nefsi ilahi saltanatın önünde ezilir, kaybolur. (199)
16. Hadis-i
Şerif:
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdular:
—Vefatımdan
sonra Ebubekir ve Ömer’e uyunuz. Ammar’ın tuttuğu
hidayet yoluna giriniz. İbn-i Ümm-ü Abdîn ahdini
tutunuz.
(205)
Burada önemli bir sır var. Buna ancak iman ve irfan
yolunu tam tutmuş büyük zatlar erebilir. O sır, ashapla
Âl-i Nebinin birlikte anlatılmasıdır. Her iki tabakaya
ait sevginin birlikte yürümesi belirtiliyor ve:
-Hidayetin hakiki yönü, Ammar’ın dostluğu ile tayin
edilir.. şeklinde bir mana anlatılıyor.
Bundan sonra önemli olarak ahd etmek ve yapılan ahdi
yerine getirmek olduğu belirtiliyor.
Evvela uymak, sonra hidayet. Daha sonra ahdetmek ve
bunların gerekleri.
Bir
kul uymasını bilirse.. doğru yolu bulur. Hidayete de
erer. Bu erişten sonra, ahdetmesi ve bu ahdini yerine
getirmesi gerekli olur. (206)
Burada önemli bir işaret daha var, ki, onu da anlatmak
gerek:
Asıl
marifet ise onu anlamaktır.
Bir
kimse Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin gösterdiği hidayet
yoluna girip, ona uyduktan sonra; o büyük nura kavuşmuş,
Allah’a dönmüş ve ondan başka her kim var, cümlesine
arka çevirmiş olur.
Bir
Hadis-i Şerifte şöyle anlatıldı:
-Allah’ü
Teala dünyaya şöyle bir emir verir:
—Ey dünya; bana kulluk
ederek yolumda hizmet edene yardım et. Yolumdan şaşıp
sana koşmak isteyeni de kendin için çalıştır ve yor.
(206)
Kul
Allah’a vasıl olamaz. Taa, dünya ve onda güzel
görünenleri bırakıncaya kadar. Onun tad ve rahatından
geçtikten sonra.. onun geçici arzularını terk edinceye
kadar.
Allah’ü Tealaya vasıl olmak için, halk geçitlerini bir
bir atlatmak ve onların elinde bulunan her güzellikten
geçmek icap eder. Onların övmesinden ve senâ etmesinden
kul aşmadıkça, Hakka vuslat nasıl olur? (207)
İnsan, irfan sahibi olmayı arzu ediyorsa.. himmetini,
düşüncesini sağlam tutmalı ve yüksek gayelere sarf
etmelidir. (208)
İmam
Zeynel Âbidin’den (r.a.) rivayet edilir:
—Bir
gün büyüklerden bir zatın yanında bulunuyordum. Orada
bulunan bazı kitaplardan okumak istedim. İçlerinden
birini açtım. Okurken bir yanlış gördüm. Düzeltmek için
o zatın elinde bulunan bıçağı istedim:
—O
bıçağı bana ver, şu yanlışı kazıyıp düzelteceğim, dedim.
Verdi, düzelttikten sonra iade ettim. Sonunda bana
hitaben dedi ki:
—Bir
daha böyle bir şey yapma. Hiç kimseden bir şey isteme.
Benden bıçak istemekle dilenci durumuna düşüyorsun ve
himmetin azalıyor.
Unutma ki Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz; Sevban (r.a.)’a
şöyle buyurdu:
—Hiç kimseden bir şey
isteme.
Bu
emirden sonra, Sevban (r.a.) hiç kimseden bir şey
istemedi. Yolculukta kamçısı elinden düşse, binek
üstünde olsa dahi iner kendisi alırdı. Hiç kimseye:
—Şu yere düşen kamçımı bana ver, demezdi. (210) |