Müellifi:
MUHYİDDÎN
İBN ARABİ
Eserin adı:
Rûhu’l Kuds
İbn Arabi’nin Feyz Aldığı
Sûfiler
Mütercim:Vahdettin İNCE
Nâşir : KİTSAN Yayınevi (0212 513 67 69)
Yansıtan : Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Sadaka veren
arif kişi, sadaka dağıtmak üzere çıktığında,
karşılaştığı ilk yoksula sadakasını verir. Ama onu
bırakıp başka bir yoksula sadakasını vermek üzere yoluna
devam ederse, kuşkusuz Rabbinin rızasından nefsinin
hevasına uymaya intikal etmiş olur ve ariflerin
divanından çıkar. Çünkü bu Risalet gibidir. Risaleti
tebliğ hususunda insanlar arasında ayırım yapılmaz… (85)
Rasûlullah
(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
İyiliği önce nefsine yap. Sonra ailene, sonra yakın
akrabalarına yap.
(85)
Cennet
zorluklarla kuşatılmış haldedir. Zorlukları mümin
dünyada, kafir ise ahirette çeker. Cehennem de çekici
güzelliklerle donatılmıştı. Kafir dünyada bunlardan
lezzet alır, mümin ise ahirette.
O halde hangi gurupta yer aldığına bak!.. (89,90)
Necid
bölgesinden bir adam Rasûlullah’ın (s.a.v) yanına
gelerek şöyle dedi:
-Yâ
Rasûlullah!.. Kuraklık yaşıyoruz, helak olduk, Allah
bize rahmetini ulaştırmadı. Allah’a dua et, bize yağmur
yağdırsın…
Bunun üzerine
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) dua etti. Adam gitti. Bol
yağmur yağmış, o sene ihya olmuşlardı. Sonra ertesi yıl
bir daha geldi ve dedi ki:
-Yâ
Rasûlullah!.. Bizim için Allah’a dua ettin, önceki
senemiz ihya oldu. Bu sene için de dua et.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v) şöyle dedi:
-Kafirler gibi
mi yağmur isteyeyim?.. Hayır, memleketine geri dön.
Şu lafzın ihtiva
ettiği sırlara bak!.. Rasûlullah (s.a.v) yağmurun, Allah
katından belli bir ölçüye göre yağdığını ve bu talebin
yağmurun belli bir ölçüyle yağması gerçeğine uygun
olmadığını biliyordu. Bu yüzden: Kafirler gibi mi
yağmur isteyeyim?.. diyerek bu talebi reddetti.
Böyle bir talepte bulunan adamı bundan alıkoymaya
yönelik öğüdünde nice ilimler gizlidir. Rahat, konfor
ve maddi genişliğin devamlılığını kafirler topluluğuyla
irtibatlandırdı ve müminin, nefsini zorluk ve sıkıntı
ile rahat ve konfor arasında dolaştırdığını, bazen
bolluğu, bazen de yokluğu yaşattığını dile getirmiş
oldu. (94,95)
Size en yakın
olan kâfirlerle savaşın.
(Tevbe Sûresi, 123. Âyet)
Sana
en yakın olan ve en çok sana saldıran düşman senin
bedeninin kalıbı içinde ki nefsindir. (106)
İmam namazda “Amme”
Sûresini okudu :
Biz yeri bir
döşek ve dağları da kazıklar yapmadık mı?..
(Nebe Sûresi, 6
ve 7. Âyetler)
Âyetini okuyunca
imamın okuyuşuyla ilgim kalmadı. Onun sesini duymaz
oldum. Sözünü ettiğimiz Şeyhimiz Ebu Cafer’i gördüm.
Şöyle diyordu:
-Âlemin döşeği
ve
(sarsılmasına engel olan dağları) kazıkları
müminlerdir.
Müminlerin
döşeği ve
(sarsılmalarını engelleyen) kazıkları âriflerdir.
Âriflerin
döşekleri ve
(sarsılmalarını engelleyen) kazıkları Nebi’lerdir.
Nebilerin
döşekleri ve
(sarsılmalarını engelleyen) kazıkları Resullerdir.
Bu arada yüce
Allah’ın anlatmasını dilediği başka hakikatler de
anlattı.
Bu sırada
yeniden imamı duymaya başladım:
Konuşan doğruyu
söyler.. İşte o kesin olarak gelecek gündür..
Âyetini okuyordu. (112)
Allah razı
olsun, beni severdi, ama bunu bana belli etmez
başkalarına yaklaşırdı. Beni kovar başkasının sözlerini
tasdik ederdi. Meclislerde, oturumlarda beni azarlar,
ayıplardı. Hatta benimle beraber olan arkadaşlarım bunun
benim himmetimin azlığından kaynaklandığını sanırlardı.
Çünkü onlar benimle beraber 0nun gözlerinin önünde ve
hizmeti altındaydılar. Fakat bu toplulukta benden başka
yükselen- Allah’a hamd olsun- çıkmadı. Şeyh (r.a) bunu
söylerdi. (114)
Bir gün bu
Şeyhin yanına girdim. Bana dedi ki:
-Ey Oğul!..
Nefsine dikkat et.
O’na dedim ki:
-Şeyhimiz
Ahmed’in yanına gittim, bana :
-Rabbine
dikkat et… dedi. Hanginizi dinleyeyim?..
Dedi ki:
-Ey Oğul!..
Ben nefsimle beraberim. Ahmed ise Rabbiyle beraberdir.
Her birimiz, kendi halinin gereği olan davranışı sana
göstermişiz. (131)
Hz. Nebi (s.a.v)
: İlmi Allah’tan başka bir gaye için öğrenen, ilmi
Allah rızası dışında kullanan alimleri yermiştir.
İlim sahibi oldukları için değil, nitekim, başka bir
gurup alimi de huşu sahibi olduklarını belirterek
övmüştür.
Nitekim ben de
bu kitabımda sûfileri yerdim. Ama, kesinlikle benim
maksadım sadıklar değildir. Benim maksadım; insanlar
arasında Sûfi kıyafetleri giyerek dolaşan, iç dünyaları
ise tamamen aksi bir biçimde şekillenen kimselerdir.
Yüce Allah bir âyette şöyle buyurmuştur:
İnsanlardan
öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri
senin hoşuna gider. Hatta böylesi; kalbinde olana
Allah’ı şahit tutar.
(
Bakara Sûresi,
204. Âyet) (145)
(Abdullah el
Hayat (r.a) ile) el Adis camiinde
karşılaştığım zaman on veya on bir yaşındaydı.
İki yün abası vardı. Rengi soluktu, çok düşünürdü…
Derin bir vecdi ve cezbesi vardı. Bu tarikatta bana
bir takım fetihler nasip olmuştu. Ama hiç kimse beni
bilmiyordu. Onunla kendimi mukayese etmek istedim.
Ona baktım, tebessüm etti, bana baktı. Ona işaret ettim,
O da bana işaret etti. Allah’a yemin ederim, kendimi
onun karşısında kalp bir dirhem gibi gördüm. Bana dedi
ki:
-Çalış… çalış…
Ne mutlu ne için yaratıldığını bilene!.
Benimle ikindi namazını kıldı, ayakkabılarını aldı, bana
selam verdi ve gitti. Ben de evini bildiğim için
arkasından gittim. Ama ondan bir ize rastlamadım. Onu
sordum, hiç kimse bana onunla ilgili bir şey söylemedi.
Onu görmeden rahat edemedim… Ondan sonra O’nu hiç
görmedim. Şu ana kadar onunla ilgili bir haber de
duymadım. Allah velilerinden kimisi küçük, kimisi de
büyüktür. Allah onlardan razı olsun. (165) |