Müellifi:
MUHYİDDÎN
İBN ARABİ
Eserin adı:
Rûhu’l Kuds
İbn Arabi’nin Feyz Aldığı
Sûfiler
Mütercim:Vahdettin İNCE
Nâşir : KİTSAN Yayınevi (0212 513 67 69)
Yansıtan : Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
(Fatıma bint
Ebu’l Müsenna) Şöyle derdi:
-Benim yanıma
gelenlerin hiç biri falan –beni kast ederek- kadar
hoşuma gitmez.
Niçin diye
sorulduğunda şu cevabı verdi:
-Hanginiz
yanıma gelse varlığının bir kısmıyla gelir, diğer kısmı
ise evi ve ailesiyle ilgili olarak geride bırakır.
Ama oğlum, gözümün nuru Muhammed bin Arabi hariç.
O benim yanıma geldiğinde bütün benliğiyle gelir, ayağa
kalktığı zaman bütün varlığıyla kalkar, oturduğu zaman
bütün varlığıyla oturur. Geride nefsiyle ilgili olarak
bir şey bırakmaz. Tarikat böyle olmalıdır.
Allah ona
mülkünü arz etmişti, ama o bu mülkten hiçbir şeyin
yanında durup beklemedi. Şöyle derdi:
-Sen her şeysin,
Senin dışındaki her şey benim için uğursuzdur.
Allah sevgisiyle
kendinden geçmişti, Onu gören ahmak derdi. Ama O:
- “Asıl ahmak
Rabbini bilmeyendir...
“ derdi. (176,177)
Allah
yaratılışlarının esası olan fıtratın hakikatini onlara
açıklamak istedi. İnsanın asi ve itaatkar kabzalarının
birleşiminden ibaret olduğunu, alemde ki diğer
varlıkların her birinin ise kabzalardan sadece birinden
ibaret olduğunu anlatmayı irade etti. Dolayısıyla alem
ilahi huzur açısından sadece bir ele dayanmaktadır.
İnsan ise küllidir. İlahi huzur açısından iki ele de
dayanmaktadır. İnsanın sureti kemal bulsun, halifeliği
sahih olsun, mertebesi açıklığa kavuşsun, en şerefli
varlık, en yüce maksat olduğu bilinsin diye onun var
oluşunda iki eli birden kullanmıştır.
Secdeler ve
Şeytan:
Bu yüzden yüce
Allah insana eksik nazarıyla bakanlara karşı Onu şu
sözleriyle övmüştür:
“İki ilimle
yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir?..”
(Sad:75)
Bu ayet övgü
mahiyetindedir.
…
Adem oğlu bütün
halleri içinde sadece namazlarında gerçekleştirdiği
secdeleri aracılığıyla İblis’e en büyük mağlubiyeti
tattırır. Çünkü bu onun hatasıdır. Dolayısıyla çok secde
etmek ve secdeleri uzun tutmak Şeytanı derin bir kedere
gark eder. İnsan namazlarında sadece secde halinde
masumdur, koruma altındadır. Çünkü insan secde ettiği
zaman, şeytan işlediği günahı hatırlar ve üzülür.
Dolayısıyla kendi derdine düştüğü için secde halinde ki
insanla uğraşacak vakit bulamaz.
Bu yüzden Hz.
Rasûlullah (s.av) şöyle buyurmuştur:
“Adem oğlu
secdeye vardığı zaman Şeytan bir köşeye çekilir, ağlar.”
Kul secde
halinde şeytandan yana güvende olsa da nefsinden yana
güvende olmaz. Dolayısıyla secde halinde insanın
aklından geçen bütün düşünceler ya Rabbânidir, ya
melektendir, ya nefsânidir. Şeytanın secde halinde
insanı etkilemesine imkan yoktur. Kul secdeden başını
kaldırınca İblisin bu niteliği ortadan kalkar, üzüntüsü
gider ve seninle uğraşmaya başlar.
Muhtemelen
dostum (r.a) şöyle diyecektir:
-“Secde halinde
nefis de melek de etkisiz olur. Sadece Hakk kalır. Çünkü
şöyle buyurmuştur:
Secde et
yakınlaş..
(Alak Sûresi, 19. Âyet) Dolayısıyla secde aracılığıyla
yakınlık gerçekleşir. Secde eden, var eden aracılığıyla;
var olandan fena bulur…”
Ben de ona şunu
söylerim:
-Evet ey dostum…
Senin bakışın, halin ve makamın gereğidir. Buna göre
karara varmışsın. (181,182)
Yeryüzünde
meleklerin bulunmasına karşın göklerin şeytanlara ve
cismani alemlere yurt olmamasıdır. Bu yüzden yeryüzü
hilafet huzuru ve halifenin menzilidir.
(183)
İsrafil ona
nazil olduğunda onu muhayyer bırakmış ve şöyle demişti:
-Kul bir nebi
olmayı mı istersin, melek bir nebi mi?..
Cebrail ona “mütevazı
ol!..” anlamında işaret etti.
Dedi ki:
-Kul bir
nebi olmayı tercih ederim!...
Hz. Nebi (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:
-Eğer bir melek
nebi olmayı tercih ediyorum, deseydim, dağlar benim için
altın ve gümüşe dönüşürdü..
Ama şeyhi (Cebrail), daha
iyi olanı tercih etmesini işaret edince, O (s.a.v),
“kulluğunu temenni etti.” Böylece O’na marifet ve
himmet verildi.
O da yoksulluğu
ve boyun eğişi yöntem olarak benimsedi.
O kadar ki açlıktan karnının üzerine taş bağlardı. (190)
Ben bunu arif
kişi için söylüyorum ki, o elinin vermeme ve verme
hususunda bir aracı olduğunu ve hesabın kendisinden
kaldırıldığını düşünür. Ancak mevcut zemini
değerlendirdiğinde görür ki dünya malı kazanmak için
çalıştığı zaman, şefaat, cennete girme, Allah katında ki
menzil ve dünyada ki makam açısından zaruri olduğu halde
henüz elde edemediği dereceden geri kalır.
Çünkü zengin
kimse zahitleri, sadık emirler sadık fakirleri ziyaret
ederler. (191)
… Allah’ın
mahlukatı kendi elleriyle senin için bir imtihan aracı
olarak yarattığını görmezse, ona şeref ve yücelik
atfeden bir nazarla baksan, bil ki bu cahillik
bakışıdır. Nitekim insan hakikati nedeniyle emaneti
üstlenmiştir ve ondan başkası üstlenmemiştir. Ama onun
hakkında da “çok zalim ve çok cahil”
nitelemesi yapılmıştır. Eğer insana bu emanet zorla
yüklenseydi, zulüm ve cahillik ona nispet edilmezdi.
Kendi isteğiyle bu emaneti yüklenince, bu iki nitelik
ona nispet edildi. (192)
… Tenkitçi
bir gözle olaylara bakan biri basiretlidir, incelikleri
sezer. Artık ibarelerin zamanı geçti, işaretler de
karıştı. Geride bir tek tesbihatlar kaldı..
Bir alim ilmiyle
amel etmediği sürece, ilmine aldanmamalı…
İlmiyle amel
eden biri de ihlaslı olmadıkça, ilmiyle amel etmesine
aldanmamalı…
İhlaslı biride,
ihlasında yok olmadıkça ihlasına aldanmamalı… (195)
Onlara dedim ki:
-Bir kimsenin Allah’a gereği gibi ve eksiksiz bir
şekilde şükredemeyeceği hususunda ki sözünüz doğrudur.
Anacak kulun, nimete karşılık şükretmesi de bir
nimettir. Bu konuda bizim bilgimizin boyut ve
derinliği, sizin bilginizin boyutu ve derinliğinden daha
fazladır. Bildiğinizden daha çok şey biliyoruz. Bu
demektir ki siz bizim bildiğimizi bilseydiniz, görmüş
olacağınız hakikatlerden ve de eksikliğinizi de
gözlemlemenizden dolayı Allah’a ebediyen ibadet
etmeyecektiniz!... (207) |