MUHYİDDİN İBN ARABİ "Rûhu'l Kuds" den Yansımalar

8. Bölüm

www.sufizmveinsan.com
 
 

Müellifi: MUHYİDDÎN İBN ARABİ
Eserin adı: Rûhu’l Kuds
İbn Arabi’nin Feyz Aldığı Sûfiler
Mütercim:Vahdettin İNCE
Nâşir : KİTSAN Yayınevi (0212 513 67 69)
Yansıtan : Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com

(Fatıma bint Ebu’l Müsenna) Şöyle derdi:

-Benim yanıma gelenlerin hiç biri falan –beni kast ederek- kadar hoşuma gitmez.

Niçin diye sorulduğunda şu cevabı verdi:

-Hanginiz yanıma gelse varlığının bir kısmıyla gelir, diğer kısmı ise evi ve ailesiyle ilgili olarak geride bırakır. Ama oğlum, gözümün nuru Muhammed bin Arabi hariç. O benim yanıma geldiğinde bütün benliğiyle gelir, ayağa kalktığı zaman bütün varlığıyla kalkar, oturduğu zaman bütün varlığıyla oturur. Geride nefsiyle ilgili olarak bir şey bırakmaz. Tarikat böyle olmalıdır.

Allah ona mülkünü arz etmişti, ama o bu mülkten hiçbir şeyin yanında durup beklemedi. Şöyle derdi:

-Sen her şeysin, Senin dışındaki her şey benim için uğursuzdur.

Allah sevgisiyle kendinden geçmişti, Onu gören ahmak derdi. Ama O:

- “Asıl ahmak Rabbini bilmeyendir... “ derdi. (176,177)

Allah yaratılışlarının esası olan fıtratın hakikatini onlara açıklamak istedi. İnsanın asi ve itaatkar kabzalarının birleşiminden ibaret olduğunu, alemde ki diğer varlıkların her birinin ise kabzalardan sadece birinden ibaret olduğunu anlatmayı irade etti. Dolayısıyla alem ilahi huzur açısından sadece bir ele dayanmaktadır. İnsan ise küllidir. İlahi huzur açısından iki ele de dayanmaktadır. İnsanın sureti kemal bulsun, halifeliği sahih olsun, mertebesi açıklığa kavuşsun, en şerefli varlık, en yüce maksat olduğu bilinsin diye onun var oluşunda iki eli birden kullanmıştır.

Secdeler ve Şeytan:

Bu yüzden yüce Allah insana eksik nazarıyla bakanlara karşı Onu şu sözleriyle övmüştür:

“İki ilimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir?..” (Sad:75)

Bu ayet övgü mahiyetindedir.

Adem oğlu bütün halleri içinde sadece namazlarında gerçekleştirdiği secdeleri aracılığıyla İblis’e en büyük mağlubiyeti tattırır. Çünkü bu onun hatasıdır. Dolayısıyla çok secde etmek ve secdeleri uzun tutmak Şeytanı derin bir kedere gark eder. İnsan namazlarında sadece secde halinde masumdur, koruma altındadır. Çünkü insan secde ettiği zaman, şeytan işlediği günahı hatırlar ve üzülür. Dolayısıyla kendi derdine düştüğü için secde halinde ki insanla uğraşacak vakit bulamaz.

Bu yüzden Hz. Rasûlullah (s.av) şöyle buyurmuştur:

“Adem oğlu secdeye vardığı zaman Şeytan bir köşeye çekilir, ağlar.”

Kul secde halinde şeytandan yana güvende olsa da nefsinden yana güvende olmaz. Dolayısıyla secde halinde insanın aklından geçen bütün düşünceler ya Rabbânidir, ya melektendir, ya nefsânidir. Şeytanın secde halinde insanı etkilemesine imkan yoktur. Kul secdeden başını kaldırınca İblisin bu niteliği ortadan kalkar, üzüntüsü gider ve seninle uğraşmaya başlar.

Muhtemelen dostum (r.a) şöyle diyecektir:

-“Secde halinde nefis de melek de etkisiz olur. Sadece Hakk kalır. Çünkü şöyle buyurmuştur:

Secde et yakınlaş.. (Alak Sûresi, 19. Âyet) Dolayısıyla secde aracılığıyla yakınlık gerçekleşir. Secde eden, var eden aracılığıyla; var olandan fena bulur…”

Ben de ona şunu söylerim:

-Evet ey dostum… Senin bakışın, halin ve makamın gereğidir. Buna göre karara varmışsın. (181,182)

Yeryüzünde meleklerin bulunmasına karşın göklerin şeytanlara ve cismani alemlere yurt olmamasıdır. Bu yüzden yeryüzü hilafet huzuru ve halifenin menzilidir. (183)

İsrafil ona nazil olduğunda onu muhayyer bırakmış ve şöyle demişti:

-Kul bir nebi olmayı mı istersin, melek bir nebi mi?..

Cebrail ona “mütevazı ol!.. anlamında işaret etti. Dedi  ki:

-Kul bir nebi olmayı tercih ederim!...

Hz. Nebi (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

-Eğer bir melek nebi olmayı tercih ediyorum, deseydim, dağlar benim için altın ve gümüşe dönüşürdü..

Ama şeyhi (Cebrail), daha iyi olanı tercih etmesini işaret edince, O (s.a.v), “kulluğunu temenni etti.” Böylece O’na marifet ve himmet verildi.

O da yoksulluğu ve boyun eğişi yöntem olarak benimsedi. O kadar ki açlıktan karnının üzerine taş bağlardı. (190)

Ben bunu arif kişi için söylüyorum ki, o elinin vermeme ve verme hususunda bir aracı olduğunu ve hesabın kendisinden kaldırıldığını düşünür. Ancak mevcut zemini değerlendirdiğinde görür ki dünya malı kazanmak için çalıştığı zaman, şefaat, cennete girme, Allah katında ki menzil ve dünyada ki makam açısından zaruri olduğu halde henüz elde edemediği dereceden geri kalır.

Çünkü zengin kimse zahitleri, sadık emirler sadık fakirleri ziyaret ederler. (191)

… Allah’ın mahlukatı kendi elleriyle senin için bir imtihan aracı olarak yarattığını görmezse, ona şeref ve yücelik atfeden bir nazarla baksan, bil ki bu cahillik bakışıdır. Nitekim insan hakikati nedeniyle emaneti üstlenmiştir ve ondan başkası üstlenmemiştir. Ama onun hakkında da “çok zalim ve çok cahil”  nitelemesi yapılmıştır. Eğer insana bu emanet zorla yüklenseydi, zulüm ve cahillik ona nispet edilmezdi. Kendi isteğiyle bu emaneti yüklenince, bu iki nitelik ona nispet edildi. (192)

Tenkitçi bir gözle olaylara bakan biri basiretlidir, incelikleri sezer. Artık ibarelerin zamanı geçti, işaretler de karıştı. Geride bir tek tesbihatlar kaldı..

Bir alim ilmiyle amel etmediği sürece, ilmine aldanmamalı…

İlmiyle amel eden biri de ihlaslı olmadıkça, ilmiyle amel etmesine aldanmamalı…

İhlaslı biride, ihlasında yok olmadıkça ihlasına aldanmamalı… (195)

Onlara dedim ki:

-Bir kimsenin Allah’a gereği gibi ve eksiksiz bir şekilde şükredemeyeceği hususunda ki sözünüz doğrudur. Anacak kulun, nimete karşılık şükretmesi de bir nimettir. Bu konuda bizim bilgimizin boyut ve derinliği, sizin bilginizin boyutu ve derinliğinden daha fazladır. Bildiğinizden daha çok şey biliyoruz. Bu demektir ki siz bizim bildiğimizi bilseydiniz, görmüş olacağınız hakikatlerden ve de eksikliğinizi de gözlemlemenizden dolayı Allah’a ebediyen ibadet etmeyecektiniz!... (207)

 

 

 
 
Yansıtan: Hamdi Cenik
İstanbul - 06.02.2007
hamdicenik@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com