Müellifi:
Muhiddîn-i Arabî
Kitabın adı:
Şeceretü’l Kevn (Üstün İnsan)
Tercüme:
Abdülkadir Akçiçek
Naşir:
Alperen Yayınları-ANKARA (Birinci Basım)
Şeyhu’l Ekber
Muhiddîn İbn Arabî hazretlerinin (H.560
638/M.1164-1240) bir birinden değerli eserlerinden biri
olan “Şeceretü’l Kevn’ den yansımalarla
huzurlarınızda olmaktan mutluyuz.
Kısa alıntıların
yapıldığı bu bölümler ile yetinmeyerek eserin tamamının
okunması acizane önerimizdir.
Mütercim
Abdülkadir Akçiçek (Allah Rahmet eylesin)
kitabın önsözü mahiyetinde olan “Üstün İnsan”
bölümünde (S-12) şöyle diyor:
“Bu eseri
okuyunuz… Sâdece okumak da yeterli değildir. Mânası ile
âmil olmak îcap eder.. Zîra Üstün İnsan ancak böyle
bilinir. O, bilinmedikçe insanlığın sırrı da bilinmez.
İnsanlığın sırrını bilmeyen Rabbını da bilemez…”
Kitaptan
alıntılar yapmamıza izin veren Alperen Yayınlarının
değerli editörü Emre ANDAÇ beyefendiye
teşekkürlerimizi arz eder, daha nice kıymetli eserlerin
neşrini başarıyla gerçekleştirmelerini temenni ederiz.
Saygılarımızla…
Yansıtan: Hamdi
CENİK
www.sufizmveinsan.com
Yeri, göğü,
boşluktakileri ve diğer yaratılmışları hep birden
tahayyül edin ve bir ağaç yapın:
-İşte bizim
ağacımız budur… (31)
Bu
Şeceretü’l Kevn’ in, yani bu Kâinat Ağacı’
nın dallarının şekil şekil, meyvelerinin çeşit çeşit
olmalarına rağmen, hemen hepsi tek merkezden meydana
gelmektedir, ki o:
-Kün
(OL)..
Habbesi, tohumu,
ya da sevgisi… (20,21)
İnsanlar çeşit
çeşit oldu. Yani: O insanların hâli ve ahvâli çeşit
çeşittir.
İşte o insanlar
“Kâinat Ağacı” dır.. İşleri de meyveleri.
(35)
Vaktâki, Allah’ü
Teâlâ, yokluk hazinesinden ezeli arzu hükmü uyarınca
varlıkları yarattı… Onlara nûrundan saçtı..
Her kime ki o
nûrdan isabet etti; o (OL) emri tohumundan meydana gelen
ağacı kavradı.. Anladı..
(18)
(Âdem) O, bu
Kâinat Ağacı’ na nazar etti, baktı… Onu; muhtelif
şekilleri, çeşit çeşit meyveleri ve çiçekleri ile gördü.
Bu arada o hepsinden geçti.
-“Gerçekten ben
Allah’ım..”
(10/24)
Mealine gelen,
Âyeti Kerîmesi dalına yapıştı.. Çünkü ona göre, sabit
olan, değişmez mâna buydu.
Artık; teklik
dalı altında gölgeleniyordu.
(24)
Şeytanın
tutunarak geldiği dal vesvese dalı idi. (25)
(Şeytan) Kâf
harfinin işaretinde küfrüne şahit oldu..
Nun harfinden
ise , ateşlik olduğunu anladı. (24)
“Ben Rabbiniz
değil miyim?..”
(7/172)
Şeklinde nidâ
olundu; bu nidâyı duyanlar, doğruluğuna hep şahâdet
ettiler..
Ama, herkes
gördüğü ve işittiği kadar.. (26)
Yaratılmışların
gelinlerine, yani güzelliklerine kapılıp kalanların
şahâdeti çok çeşitli ve değişik oldu.. Ki bu değişik
oluş, görülen şeylerin çeşit çeşit ve değişik oluşlarına
göre oldu.. (26,27)
Bütün olup biten
ve bu ağaca gelen işler, o arştan gelir. (33)
Mesela; arşı
vücuda getirmesindeki hikmet, kudretini izhardır..
Zâtına bir mahal olsun, diye değil.
Sonra,
mevcudatı yaratmasındaki hikmet de; bir ihtiyaca mebni
değildir.Ancak, isim ve sıfatlarının izharı içindir..
Düşün ki, O’nun
bir adı da “Gafûr” dur. Elbette bu isme
bir zuhur yeri gerek.. Dolayısıyla mağfirete
uğrayacak bir varlık lazım.. (34)
İşte varlığın
yaratılmasındaki hikmet; bu sıfatların ve diğer
isimlerin tecellisini sağlamaktır.
(35)
Yüce Allah, icad
edip meydana getirdiği şeylerle birleşmekten, ama
onlardan uzak olmaktan da.. Münezzehtir.. Hem de
mukaddes..
(35)
Kâinatın varlığı
O’na bir fazlalık getirmemiştir.. Yokluğu da O’ndan bir
şey götürmez..
Önce ne idiyse..
Şimdi de öyledir..
O yüce Allah,
kâinatla ne birlikte idi; ne de ayrı..
…
Çünkü vuslat ve
ayrılık, hüdus sıfatı icabıdır.. Kıdem sıfatının değil..
(36)
Allah-ü Teâla,
levhi ve kalemi, bir sultanın kitabı menzilesinde
kıldı..
Yani: Anayasası.
Ve.. Onda
yazılanlar, O’nun hükümleri mesâbesindedir.
…
İyiliği ve
ihsanı da onda vardır. Kezâ sevabı ve intikamı da..
Sonra Sidre-i
Müntehâ’yı yarattı..
İş bu Sidre-i
Müntehâ, tafsilini yaptığımız ağacın dallarından birdir.
(37)
İnsanoğlunun nur
mâyesi; zulmet mâyesine galip gelirse..
Ve bunun bir
sonucu olarak ruhaniyeti cismaniyetini alt ederse..
Meleklerden daha
faziletli olur. (44)
O’nun insan
vücudunu meydana getirmesindeki hikmet,; ancak
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin şerefini izhardır..
…
Yaratılmışlardan
beklenen; kendisini yaratana karşı mârifet sahibi
olabilmektir..
İşbu mârifet için tahsis edilen en güzide varlık,
Efendimiz Hz.Muhammed (s.a.v.)‘in kalbidir.. (48) |