Müellifi:
Muhiddîn-i Arabî
Kitabın adı:
Şeceretü’l Kevn (Üstün İnsan)
Tercüme:
Abdülkadir Akçiçek
Naşir:
Alperen Yayınları-ANKARA (Birinci Basım)
Şeyhu’l Ekber
Muhiddîn İbn Arabî hazretlerinin (H.560
638/M.1164-1240) bir birinden değerli eserlerinden biri
olan “Şeceretü’l Kevn’ den yansımalarla
huzurlarınızda olmaktan mutluyuz.
Kur’an sırf O’nun
tasdiki için nâzil oldu..
Kâinat Ağacı
O’nun aşkına coştu.. Taştı.. Oynadı.. Sonra.. O’nda
bulunanlar da harekete geçti.. Ama hepsi.. Renkler.. Ve
bayramlıklar.. (50)
Allah-ü Teâla,
yere ve semaya hitab etti ve:
-“İkiniz
de, ister isteyerek, ister istemeyerek, gelin..”
dedi.
Bunun üzerine
onlar da:
-“İsteyerek
geldik..”
dediler.(41/14)
O’na, yani:
-“Geliniz..”
Emrine ilk
icabet eden Kâbe oldu.. Bu yerden..
Semâdan ise..
Kâbe’nin tam hizasına gelen kısım..
…
Allah-ü Teâla,
Adem (a.s.)’ın yaratılması için yeryüzünden bir avuç
toprak aldıracağı zaman, Kâbe dışında kalan yerlerden de
aldırdı.. Ve:
-Bu iyi, bu
kötü..
Diye bir ayırma
yapmadı.. İyisinden de aldı, kötüsünden de..
Ama
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin toprağı sadece Kâbe
mevziinden alındı.
… Sonra
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin toprağı ile, Adem’in ki
birbirine karıştırıldı.
Böylece her
ikisi de bir hamur haline geldi.
… Eğer Adem’in
toprağına Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin toprağından
bir katılma olmasaydı; Âdem (a.s.)’a icabet eden
olmazdı..
Ve Allah-ü
Teâla’nın :
-“ Ben sizin
Rabbiniz değil miyim?..”
(7/172)
Sualine müspet
cevap verecek kudreti hiç kimse kendinde bulamazdı..
İşbu anlatılan
mana, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin şu Hadis-i
Şerifinde gizlidir:
-“Âdem su ile
toprak arasında iken, ben Peygamberdim..”
(53)
Onlara o şahadet
günü sordu:
-“ Ben sizin
Rabbiniz değil miyim?..”
(7/172)
İşbu suale,
çamurlarında o nübüvvet hamurundan karışmış olanlar he
birden:
-Evet.. dediler.
(54)
Vaktâki. O yüce
Nebî (s.a.v.) İbrahim (a.s.) ‘ın sülbüne intikal eyledi:
Ateş ona selam ve selamet oldu.
O yüce inci,
İsmail sedefine girince, namına bir kurbanlık koç indi.
(60)
Cesetteki akıl
da, semadaki aya benzer.. Bazen artar, bazen eksilir..
O, önceleri
küçücüktür.. Ki onun adı: Hilal’dir.. Ki bu, çocuğun
çocukluk anındaki aklı gibidir..
Sonra artar..
Ayın tamam olup bedir halini aldığı gecelerdeki gibi..
(64)
-“Allah’ın
muradı odur ki, sizden kiri gidere.. Ey Ehli Beyt..”
(33/33)
Rasûlullah
(s.a.v.) Efendimiz bu Âyet-i Kerime için şöyle buyurdu:
-“Bu âyet
hakkımızda nazil oldu.. Ben, Ali, Fâtıma, Hasan ve
Hüseyin.”
(78)
Sana pek önemli
bir ibadet olan namazı farz kıldı ve onda: Sair
halkların yaptığı ibadetlerin tüm şeklini topladı..
Böylece: Ayakta
duranların faziletini, rükû edenlerin faziletini, secde
edenlerin faziletini sana ihsan eyledi..
Her varlığın özü
olarak kast olunan mâna sensin.. (82)
Bunda büyük bir
kader sırrı vardır..
Ve şeytanın
kalması da, bu sırrın muhafazası için gereklidir..
Şöyle ki:
Âdem ve
evladından günahlara dalıp giden olursa.. Hak yoldan
kayar çıkarsa:
-“Ancak şeytan
onları sapıttı..”
(3/155)
Şayet bir kötü
amel işleyen olursa:
-“İşte bu
şeytanın amelidir..”
(28/15)
Diyebilesin..
Ve kader sırrı da böylece ehli olmayanlardan korunmuş
olsun. (89)
Bütün kâinatı
bir ağaç olarak kabul ettiğimiz zaman, onun meyvesi
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz olur. Ve cevheri olur..
(99)
(Bir) Tüccar
piyasaya bir mal çıkarmak istediği zaman, önce zihninde
onu bir güzelce tasarlar.. Şeklini düşünür ve bir karara
varır..
Onun bu tasarısı
bir kumaş ve elbise olduğuna göre; önce onun bütün ilk
hazırlıklarını ikmal eder..
Sonra onu bir
dokumacıya verir, dokutur. Daha sonra biçtirir ve
diktirir.
Daha sonra bir
top yapar.. Gerekirse elbise haline getirir..
Bütün bu olanlar
ne olursa olsun.. ilk tasavvurun aynıdır..
Neyi düşündü
ise, meydana gelen onun dışında bir şey olamaz..
İşbu misal;
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin durumunu açık açık
anlatır..
Ki O, her
şeyden evveldir; ama Hazreti Hak’ta bir tasavvur
olarak.. Ama zuhur olarak, yani cismi olarak
hepsinden sonradır. (101)
Rasûlullah
(s.a.v.) Efendimizin cismâniyetini ve beşeri durumunu
insanlarla yapacağı mülâkat için yarattı.. Bir de
suretlerin mukayesesi..
Allah-ü Teâla
O’na öyle bir kuvvet verdi ki, onunla insanlara karşı
çıka..
Ve.. Beşeri
maddesi ile onlara kuvvet vere.. Onlarla beraber ola..
Onlara bir nümune-i imtisal ve bir gaye ola.
İşbu suretle
onlara:
-“Ben de sizin
gibi bir beşerim..”
(18/110)
Diye ve onlarla
ülfet (alışma, alışkanlık) ede.. Şekillerine büründüğünü
ifade ede.
Yukarıda
anlatılanın aksine onlara: Melekiyet, ruhaniyet ve
nuraniyet durumu ile görülecek olsaydı.. İnsanlar O’na
karşı çıkmaya takat getiremezlerdi.. Mukabeleye güçleri
yetmezdi.
İşbu mana
icabıdır ki Allah-ü Teâla:
-“Cinsinizden
size bir Resûl gönderdik..”
(9/118) buyurdu.
Allah-ü Teâla
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize … ruhani bir kuvvet de
vermiştir.
Bunu
vermesindeki hikmete gelince… :
Bunu ona nasip
eyledi ki; Ruhani alemdekiler de O’nu müşahede edip
göreler.. Keza, yüce, melekût alemindekiler de..
Böylece ruhaniler için de, tam bir bereket ve tam bir
rahmet ola.. Ve onlar da: O’nun mübarek cismini
müşahede edeler.. (107,108) |