Eserin adı
: Sırr’ül-Esrar
(Ötelerden
Haber)
Müellifi : ABDULKADİR GEYLÂNİ (K.S.)
(1077-1165)
Mütercim
: Abdulkadir AKÇİÇEK
Yayınlayan
: Bahar Yayınları – İstanbul / 0212 518 26 26
Yansıtan
: Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Kul , ihlas
sahibi olmayınca hakikate eremez. Çünkü beşeri sıfatlar,
ancak zâti tecelli ile sona erer. Cehaletin ortadan
kalkması, Allah-ü Teâlânın zatına karşı irfan sahibi
olmakla olur. Bu da tahsille elde edilemez. Allah-ü
Teâlâ vasıtasız olarak öğretir. Tıpkı Hızır nebiye
olduğu gibi… (42)
Zahirdeki
ilimlerle elde edilen mükâfat, ancak cennete
götürebilir. Orada ancak ilâhi sıfatların nuru tecelli
eder.
Âlim zahiri
bilgi ile Kudsî hareme giremez; yakınlık âlemine de
eremez. Çünkü, o bir uçuş âlemindedir. Uçmak için iki
kanada ihtiyaç vardır. Kul odur ki, zahir ve batın
bilgisi ile çalışır ve anlattığımız âleme kavuşur.
Allah-ü Teâlâ bir Kudsî Hadiste şöyle buyuruyor:
-Kulum,
haremime dahil olmak dilersen; mülke, melekûta, ceberûta
bakma.
Çünkü; mülk
âlimin şeytanı, melekût ârifin şeytanı, ceberut ise
gerçeğe vakıf olanın şeytanıdır. (43)
-İnsan, melekût
âlemine geçmesi için iki defa doğması lâzım; ki kuşlar
da iki defa doğar.
(Hz. İsa-44)
Kalb; manen
diri bir kalbden TEVHİD tohumunu alınca hayata kavuşur.
Ve o tohum tam olur. Kemâle ermeyen tohumdan bir bitki
bitmez. (46)
Efendimiz
(s.a.v.) Hadis-i Şeriflerinde bir ashabına şöyle
buyurur:
-En büyük
düşmanın; iki kaburga kemiğin arasındaki düşmandır.
İlâhi sevgi,
vücud düşmanı ölmeyince ele gelmez. Vücudun ilk defa
emare, levvame ve mülhime derecelerinde olan nefisten
temizlenmesi lâzımdır. Sonra, hayvani adetlerden de pak
olmak icap eder. Özellikle; çok yemek, çok içmek, çok
uyumak, boş şeylerle meşgul olmaktan… Sonra, yırtıcı
hayvani huylardan sayılan; öfkelenmek, kızmak, dövmek,
saldırmak v.b. huyları da bırakmaktır.
Şeytâni
huylardan sayılan; büyüklenmek, kendini beğenmek, hased
etmek, kin v.b. huyları da bırakmak icap eder. (47)
Dıştan tevbe
edip, işin özüne geçemeyen kimse odur ki: Otu keserken,
kökünü kesemiyor; yalnız dışta görünen kısmını
koparıyor. Bu hale göre, o ot ilk halde; öncesinden daha
çok dal salacaktır. (48)
Tevbe iki
kısımdır. Avam halkın tevbesi… bir de has kulların
tevbesi…
Avam halkın
tevbesi; Zikirle, ciddi çalışma ile olur. Böylece
isyandan taate, kötülükten iyiliğe geçilir ve
cehennemden cennete gidilir. Sonra… tevbenin aslına,
bedenin rahatından geçip, nefsin güç işlere sokulması
neticesinde varılır.
Has kulların
tevbesine gelince… O, bir başka durum arz eder. Onlar,
iyi görünen kimselerin iyi hallerinden daha ileride bir
marifet makamındadırlar. Dereceler onlar için yok olur,
tam yakınlığa varmışlardır. Cismânî tadları bırakıp,
ruhani lezzetlere ererler. Bu lezzet; Allah-ü
Teâlânın zatından gayrı her şeyi bir yana atıp, onunla
ünsiyet etmek ve ona yakîn gözü ile nazar eylemektir.
Yukarıda bahsi
geçen tadlar maddi varlığın kazancı sayılır. Halbuki o
maddi varlığın bizzat kendisi hatadır; kazancı da ona
göre.. Nasıl ki şöyle bir büyük kelâm vardır:
-Vücûdun öyle
büyük bir günahtır ki, onunla hiçbir günah kıyas
edilemez…
Bazı büyükler
–Allah onlara rahmet eylesin- şöyle derler:
-Yakınlık
makamına varamayan iyilerin yaptığı iyi iş; yakınlık
makamına varanlara nazaran hata sayılır.
İşte… bundandır
ki, Efendimiz (s.a.v.) günde yüz defa istiğfar ederdi.
Bunu Allah-ü Teâlâ bize talim için Efendimiz (s.a.v.) e
buyurmuştur:
-Günahına bağış
talebinde bulun.
(Muhammed-19)
Yani varlığını
silmeyi Allah’tan dile..
Bu hâle,
tevbeden daha çok İNÂBE tabir edilir.
İNÂBE
Allah’ın zatından gayrı her şeyden geçip, O’na
dönmektir.
(50)
Kalb, CEMAL
sıfatının tecellisine bir aynadır. (50)
Veliler
müstakil değildir, Nebi/Resullere uymak zorundadırlar.
Derler ki:
-Kendi istiklalini ilan etmeye yeltenen bir veli,
kendisini peygambere benzetmek ister ki; bu isteği onu
küfre götürür. (50-51)
Ashab-ı suffe
öyle bir hâle ermişti ki, Efendimiz (s.a.v.) miraç
hadisesini anlatmadan önce; onlar, miraç sırlarından
bahsederlerdi.
Velî,
peygamberin velâyet haline de sahiptir. Çünkü taşıdığı
hal, peygamberliğin bir cüzüdür. İç alemi peygamberin
emanetindedir. (51)
Efendimiz
(s.a.v.) şöyle buyurur:
-Öyle ilim var
ki, gizli bir hazine gibidir. Onu ancak Allah’ın zâtına
karşı âlim zatlar bilir:
O sır
konuşulduğu zaman, izzet sahipleri inkâr etmez.
Bu ilim
Efendimiz (s.a.v.) in kalbine miraç gecesi kondu. O bu
sırrı o kadar gizledi ki, otuz bin perde arkasına
sakladı. Efendimiz (s.a.v.) onu, yakın Ashab ve Ashab-ı
Suffe’den başkasına açmadı.
O sırrın
bereketi iledir ki, şeriat ahkâmı kıyamete kadar devam
edecek…
Batın ilmi o
sırra iletir.
(52)
Efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurur:
-Âlim öğüdünü
bilgi ve edeple verir, cahil öğüdünü öfke ve vurarak
verir.
(53)
Tasavvuf
kelimesi dört harften ibarettir: TA, SAD, VAV, FA…
TA:
Tevbeyi ifade eder. Bu da ikiye ayrılır: Zahiri tevbe,
Batınî tevbe.
Zahiri tevbe
odur ki: Sözde, işte bütün dış duygular, günahtan ve
kötü işlerden beri alınıp taate sevk edile…
Batınî tevbeye
gelince.. Ona da:
-Kalbin
tasfiyesi ve zahiri tevbeden bir başka olan, tam
muvafakata geçmek.. denilebilir.
Kötü halin
iyiye geçmesi ile TA makamı tamam olur.
SAD:
Safa halini
ifade eder. Bu da TA harfi gibi iki yönden mütalaa
edilir. Biri kalbin safiyeti, öbürü de sırrı.
Kalbin safası
odur ki: Beşeri kederlerden beri ola. Meselâ; çok yemek,
çok içmek, çok uyumak ve çok konuşmak kalbi dünyaya
çeker. Dünyalık işleri düşünmek onu yorar.
Kalbi yoran,
dünyaya salan şeyler arasında: Çok kazanmak, cinsî
ifrat, ehlini ve evladını haddinden fazla sevmek
gösterilebilir. Bu anlatılan şeyler bir kalbde olursa,
saflık ve temizlik çağına eremez.
Kalbin safiyeti
zikrullah ile olur. (56)
|