Abdülkâdir
Geylâni
Hazretleri’nden
Yansıyanlar:
Kitabın Özgün Adı:
Adab’s-Süluk ve’t-Tevasul ila Menazili’l Mülk
Müellifi :
Abdülkâdir GEYLÂNÎ
(1078-1167)
Mütercim : Doç. Dr.
Abdülvehhab ÖZTÜRK
Yayınevi : Sultan YAYINEVİ - 0212 528 28 80
Yansıtan : Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
İkinci
Bölüm:
Bununla beraber kesb meselesini iyi anla ki cebriye
mezhebine düşmeyesin. Onlar kulun hiçbir ihtiyarı yok;
o, rüzgâra yakalanmış bir tüy gibidir, kulun cüz’i
ihtiyarı olursa kul yaratıcı olur, Allah devreden çıkar
derler.
Bu
arada kul kendi fiilini kendi yaratır da deme. O zaman
da kaderiyeci olursun.
Fakat şöyle de: Yaratan Allah’tır, kul da da kesb
vardır. Nitekim selefimizde böyle kabul etmiştir. Aksi
takdirde ahirete mükâfat ve ceza görmenin bir manası
kalmaz.
Bütün bu hususlarda Allah’ın emrine itaat et. Kısmetine
razı ol, bunun dışına çıkma. Allah’ın hükmü geçerlidir.
Sana da diğer insanlara da hükmeden odur. Artık hükmeden
sen olma. İnsanlarla beraber olman kaderdir. Kader ise
karanlıktır, meçhuldür. Sen karanlığa kandille gir. O da
Allah’ın kitabı ve Resûlünün sünnetidir. (49,50)
Ancak ceza, sen o şeyi isteyerek yaparsan seni bulur.
(51)
Allah’ın emri iki kısımdır:
Birincisi: Dünyalıktan nefsinin hakkı olan kadar gıda
alıp, zevki bırakmalısın. Farzları eda eder, gizli
ve açık günahları bırakırsın.
İkincisi de, bâtınî emirle olandır. Bu da Cenabı Hakkın
emridir. Allah kuluna emir de eder, onu men de eder. Bu
emir ancak şeraitte hükmü olmayan mubah şeylerde olur.
Şu demek ki bunlar yasak veyahut kesin emir kabilinden
değildir. Bunlar nötr şeylerdir, yapılması kulun
seçimine bırakılmıştır. İşte bunlara mubah denir. Burada
kul kendiliğinden bir şey yapmaz, Allah Teâlâ’nın emrini
bekler. Kendisine bir şey emredilir de onu yerine
getirirse, her hareketi Allah’la olur. Şeriatta hükmü
olan şeraitle, şeraitte hükmü olmayan da batın emirle
olur. O zaman hakikat ehlinden biri olursun. Bâtıni
emirle olmayan da teslimiyet ile yapılır. (51)
Allah sana mal verir de onunla meşgul olarak O’na itaati
unutursan, onu dünyada ve ahirete kendisine perde yapar,
çoğu zaman da onu elinden çeker alır, seni tökezletir,
fakir kılar. Nimetle meşgul olup asıl nimeti vereni
unuttuğun için seni cezalandırır. Eğer mala takılmaz da
Allah’a itaatle meşgul olursan sana bağışlar, bir
habbesini dahi eksik etmez. Mal senin hizmetçin, sen de
Mevlâ’nın hizmetçisi olursun. (53)
Ne
nimeti celb etmeyi ne de belayı def etmeyi düşün. Eğer
nimet kısmetin ise hoşlansan da hoşlanmasan da eline
ulaşır. Bela da başına gelecek ise hoşlansan da, defi
için dua etsen de yahut Allah rızası için sabır etsen de
mutlaka başına gelir. Bunları bırak her şeyde Allah’a
teslim ol, o zaman senin adına kendi yapar.
Eğer
nimete kavuşursan şükürle meşgul ol, eğer belaya duçar
olursan sabret yahut sabretmeye çalış. (53)
Belâ
sana seni helâk etmek için gelmemiş, fakat seni denemek,
imanının sağlamlığını test etmek, yakininin temelini
sağlamlaştırmak, Allah’tan korkarak içine müjde sevinci
vermek için gelmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Andolsun
ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye
ve haberlerini açıklayıncaya kadar sizi deneyeceğiz.”
(Muhammed Sûresi[47]/31)
(54)
Sen
O’nun emrinde olursan kâinat da senin emrinde olur.
O’nun mekruh kıldığı şeyleri sen de kerih görürsen
nerede olursan ol ve nerede konaklarsan konakla bütün
kötülükler senden kaçar
Allah Teâlâ ki eski kitaplarından birinde şöyle
demiştir:
“Ey
Âdemoğlu; ben Allah’ım, benden başka ilâh yoktur. Bir
şeye ol derim oluverir. Bana itaat et ki sana da bir
şeye ol dediğinde oldurma gücü vereyim.”
Aziz
ve Celil olan Allah şöyle buyurmuştur:
“Ey dünya;
kim bana hizmet ederse sen de ona hizmet et, kim de sana
hizmet ederse onu yor. Bana hizmet edene hizmet et, sana
hizmet edeni hizmetlerinde kullan.”
(56)
Allah’ın sana nimetini esirgemesinin sebebi şudur:
Çünkü sen halka güvendin, sebeplere sarıldın,
işe güce baktın.
Halk
senin sünnet üzere yemene içmene, kazanmana mani oldu.
Sen hep halkla olursan, onların vergi ve ihsanlarını
umarsan, onlardan istersen, onların kapılarını çalarsan,
sen halkını Allah’a ortak etmiş olursun. O da seni
sünnet üzere yemenden yani helal kazançtan mahrum
etmekle cezalandırır. (59)
Allah’a vasıl olduğun zaman O’na O’nun yaklaştırması ve
tevfiki ile yaklaşmışsındır.
Allah’a vasıl olmanın manası; halktan, hevadan, iradeden
ve temennilerden uzak olmak, O’nun fiili ve iradesiyle
olmak, sende ve başkalarında hiçbir hareket olmamaktır.
Her şeyin O’nun hükmü, emri ve fiili olduğunu bilmektir.
İşte bu fanilik halidir ki buna vuslat denir.
Öyle
ki müridin öyle bir sırrı olur ki bunu şeyhi fark
edemez, şeyhin de öyle bir sırrı olur ki bunu seyri
sülukta şeyhinin rütbesine yaklaşmış olan müridi fark
edemez.
Mürid şeyhinin rütbesine varınca şeyhinden ayrılır ve
ondan kesilir. Artık onun yönetimini Hak Celle ve Âlâ
hazretleri üzerine alır. Onu cümle âlemden keser. Artık
şeyh onun sütannesi ve dadısı gibi olur. İki yıldan
fazla emme olmaz. Heva ve irade ortadan kalktıktan sonra
halk de olmaz.
Heva
ve heves oldukça onları kırmak için şeyhe ihtiyaç
duyulur. Amma bu ikisi ortadan kalktıktan sonra ona
ihtiyaç duyulmaz. (62,63) |