Abdülkâdir
Geylâni
Hazretleri’nden
Yansıyanlar:
Kitabın Özgün Adı:
Adab’s-Süluk ve’t-Tevasul ila Menazili’l Mülk
Müellifi :
Abdülkâdir GEYLÂNÎ
(1078-1167)
Mütercim : Doç. Dr.
Abdülvehhab ÖZTÜRK
Yayınevi : Sultan YAYINEVİ - 0212 528 28 80
Yansıtan : Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Yedinci Bölüm:
Nasip ve kısmetleri kullanmanın dört hali vardır:
1-Tabiatıyla kullanır ki bu, haramdır.
2-Şeriatle
kullanır ki bu, mubahtır.
3-Emirle kullanır ki bu, velayet ve hevanın terki
halidir.
4-Lütufla kullanır ki bu, iradenin ortadan kalkması,
ebdallığın meydana gelmesidir. Allah’ın takdirini ve
fiilini murat etmesidir. Bu da ilim ve salah halidir.
Hakiki Salih ancak bu makama vasıl olana denir.
“Benim
sahibim kitabı indiren Allah’tır. O Salihlerin işini
üstlenir.”
(A’raf
Sûresi[7]/196)
Âyetinde buna işaret edilmiştir. (136)
Bir
kul halktan, hevadan, nefisten, iradeden, dünya ve
ahiret temennilerinden fani olur, sadece Allah’ı ister
ve diğer şeylerin hepsi kalbinden çıkar, Hakk’a vasıl
olur, Allah onu seçer ve beğenirse, onu sever ve halkına
sevdirir, onu sırdaş edinir, kendine yaklaştırır. (137)
Sen
ya bela içinde olursun, ya nimet. Eğer bela içinde
olursan, senden buna tahammül etmen istenir. Bu en düşük
haldir. Sabır ise bundan çok yüksektir. Sonra rıza ve
muvafakat (mutabakat) gelir. Bundan sonra fanilik hali
gelir. Bu da aziz ve celil olan Allah’ı bilen ebdallar
ve ariflere ait bir haldir.
Eğer nimet içinde isen senden buna şükretmen istenir.
Şükür de dille, kalple ve azalarla olur.
Hediyeyi taşıyan, hamallık eden köleye bakma, sen o
nimeti veren büyük efendiye bak. (142)
Bela durumunda Allah’ın kullarından hiç kimseye şikâyet
etme. Hiç kimseye rahatsızlığını açıklama. İçinden
Rabbini itham edip suçlama.
Allah’ın hikmetinden, senin için dünya ve ahiretinde en
iyisini seçeceğinden şüphe etme. Hiçbir kimsenin sana
sağlık ve afiyet vereceğine kani olma. Bu aziz ve celil
olan Allah’a şirk koşmaktır. Ondan başka fayda ve zarar
veren, yücelten ve rızık veren, hasta eden, bela ve
afiyet veren, iyi eden yoktur. (144)
Nebi (s.a.v):
“Mümin
teftiş edici, münafık ise yutucudur, mümin durucu ve
teftiş edicidir.”
buyurmuşlardır. (147)
Mümin; yiyecek, içecek, giyecek ve evlenecek gibi açılan
kısmetlerinin üzerinde durur, eğer takva makamında ise
almasının, yemesinin cevazına hükmedilinceye kadar,
ebdallık ve gavslık makamında ise bilinceye kadar,
fanilik makamında ise kaderi tecelli edinceye kadar
durur, onu almaz.
Sonra başka bir makama daha gelir ki hüküm, emir ve ilim
durumu söz konusu değilse, mutlak olarak gelen rızkını
yer ve kullanır. Karşısına bu üç şeylerden biri çıkarsa
onu almaktan çekinir ve terk eder. Bu, evlâ olanın tam
tersidir. (148)
Bana:
-Ne
istiyorsun?.. dediler. Ben de:
-Ben, bir daha dirilmeyeceğim bir ölüm ve bir daha
ölmeyeceğim bir hayat istiyorum, dedim.
-Bir daha dirilmeyecek ölüm nedir?.. Bir daha
ölünmeyecek hayat nedir?.. dediler.
-Bir daha hayat olmayan ölüm; kendi cinsinden insanlara
karşı ölmemdir ki, onları zarar ve fayda verecek
kimseler olarak görmeyeyim. Nefsimden, hevamdan,
irademden, dünya ve ahiret isteklerimden öleyim de, bir
daha dirilmeyeyim ve var olmayayım…
İçinde bir daha ölüm olmayan hayat ise benim varlığım
olmadan Rabbimin fiili ile olan hayatımdır. Benim
buradaki ölümüm aziz ve celil olan Allah ile var
oluşumdur. Bu irade, aklın erdiğinden bu yana en enfes
irade idi. (151)
Allah’ın tarafını tut, nefsine hasım kesil. Allah adına
onunla mücadele et, onunla savaş, ona kılıç çek.
Allah’ın ordusuna ve askerine yardım et. Çünkü o
Allah’ın en azılı düşmanıdır. Cenabı Allah’ta:
-Ey
Davud, hevanı terk et, çünkü mülkümde benimle çekişen
hevadan başka bir şey yoktur, demiştir. (153)
Nebi (s.a.v):
“Ellerinizin içini yüzünüze tutarak dua edin.”
buyurmuştur. (154)
Hadisi Şerifte şöyle denilmiştir:
“Mümin
kıyamet günü amel defterinde yapmadığı iyilikler görür,
nereden olduğunu bilemez. Kendisine:
“Bunu
biliyor musun?..” denir, o da:
“Neden
benim olduğunu bilmiyorum!.. der. Kendisine:
“Bu,
dünyada isteyip de eline geçmeyenlerin karşılığıdır..”
denir.
Sebebi şu ki, aziz ve celil olan Allah’tan istemekle
O’nu hatırlamış, birlemiş ve gereğini yapmış olur. Hakkı
hak sahibine vermiş olur. Kendi güç ve kuvvetini
reddetmiş, kibri, gururu terk etmiş olur. Bunların hepsi
de Salih amellerdir, Allah katında sevaptır. (155)
Allah Teâlâ Rasûlü Muhammed Mustafa (s.a.v)’ e ibadeti
emretmiştir. O ise nefse muhalefettir. Çünkü nefis
yakin, yani ölüm gelinceye kadar hiçbir ibadeti istemez
ve beğenmez. Eğer birisi Nebi (s.a.v)’ in nefsi nasıl
ibadeti istemez, çünkü onun heva ve hevesi yoktur, zira
Allah:
“O
hevadan konuşmaz, onun konuştuğu vahyen ibadettir.”
demiş, derse ona şöyle deriz: |