İmam GAZÂLÎ Hz.  “TEVHİD ve LEDÜN”  Risâleleri’ nden Yansımalar

2. Bölüm

www.sufizmveinsan.com
 
 

İkinci  Bölüm:

Eserin  adı    : TEVHİD ve LEDÜN Risâlesi

Özgün adı     : Rasâletu’t-Tecrîdi fî Kelimeti’t Tevhîd

                      -er-Risaletü’l-Ledunniye

Müellifi          : İmam GAZÂLÎ (1058-1111)

Mütercimler   : Serkan ÖZBURUN

                       Yusuf Özkan ÖZBURUN

Yayınlayan     : FURKAN Basım-Yayın / İstanbul – 0216 341 08 65-310 71 61

Yansıtan         : Hamdi CENİK

www.sufizmveinsan.com

Eğer sen fakir isen; Allah’ın huzuruna zenginler gibi, zelil isen; azizler gibi, zayıf isen; güçlüler gibi gelme. Allah’ın divanına aczini, fakrını itiraf ederek gelirsen bilmiş ol ki sabreden fakirler O’nun yanında olutlar. Zelil ve kalbi kırık bir vaziyette varırsan şüphesiz O senin yanıbaşında olur. Nitekim:

“Beni anın ki, ben de sizi anayım… buyurulmuştur. (26)

Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşarak öldüren ve öldürülen müminlerin nefislerini ve mallarını –Tevrat, İncil ve Kur’an’da söz verilmiş bir hak olarak- cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır?.. Öyleyse yaptığınız alış-verişe sevinin, bu büyük bir kazançtır.. (Tevbe-111) âyetinde kalbin değil de “nefsin” satın alınması dikkati şayandır. Zira kalb; yaratılmış olan hiçbir şeye köle olmaz. Mevcûdattan hiçbir şey onu çalamaz. Çünkü kalb, Hak’tan gayrısıyla ünsiyet kurmaz. Allah’ın zikrinden başka hiçbir şeyle tatmin olmaz. Kalb; bu konumu itibariyle alınıp satılmayan, Allah’tan başkasına boyun eğmeyen hür bir kimseye benzer.

Nefis ise böyle değildir. O, şehvâni şeylerle tatmin olur. Zevk ve lezzetlere olan meyli sebebiyle onların esiri olur. Esirin ise alım-satımı câizdir.

BU anlatılanlar şeriat kabının zahirinden taşan birkaç damla, zahiri ilmin bazı kırıntılarıdır. Bilindiği üzere, sözün akışı vaktine göredir: Sen arındığın zaman sözün de arınır, sen bulandığın zaman sözün de bulanır. (33)

Allah-u Teala’nın fazl-ı keremiyle muamele edip hidayete erdirdiği kimselere âlem-i fazl, adaletiyle muamele edip terk ettiği, haktan uzaklaştırdığı kimselere de âlem-i adl denir. (35)

Şüphesiz Allah-u Teala insanları adaletli bir şekilde yarattıktan sonra onların üzerine fazilet nûrunu saçmıştır. İşte bu nûrun dokunmuş olduğu kimseler âlem-i fazl, dokunmadığı kimseler âlem-i adl oldu.

Bu nur sûret ve kalıplarda ışıyan bir ışık olmayıp, insanların kalblerine ve ruhlarına yayılan hidayet nurudur. Nitekim: Allah göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûru, -mü’minlerin kalplerindeki- içinde lamba bulunan bir kandile benzer.  Lamba cam içindedir, cam ise sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Ne doğuya, ne batıya mensup olmayan mübarek bir zeytin ağacının yağından yakılır. Ateş değmese bile, neredeyse yağın kendisi aydınlatacak bir durumdadır. O nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nûruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. O her şeyi bilendir.. (Nûr-35) buyurulmuştur.

Kandil; senin beşeriyetin, lamba; Tevhid nurun, cam ise; kalbin mesabesindedir. Kandilin beşeriyete benzetilmesi yoğunluk ve kapalılık sebebiyledir ki, kapalı yer karanlık olur. Karanlıktaki lamba daha fazla ışık verir, aydınlığı daha çok kendini gösterir.

Tevhid nurunun lambanın ışığına benzetilmesi; içeriyi ve dışarıyı aydınlatması nedeniyledir. Kalbin  ise cama teşbihi camın şeffaf ve lâtif olmasındandır. Nasıl ki o her yeri aydınlatıyorsa aynı şekilde kalb de Tevhid nuruyla sair uzuvları ışıtır. Rasûlullah Efendimiz buna işaretle:

-Kalbinde huşu olan kimsenin, tüm uzuvları haşyet içinde olur… buyurmuştur.

Yine camın inci gibi bir yıldıza benzetilmesi onun ışık yaymasına ve parıldamasına, bu yıldızın inci gibi oluşu; cevherin saflığına, parlaklığının ziyadeliğine işarettir.

Doğuya ve batıya nispet edilmeyen zeytin ağacından bahsedilmesi; onun üstün nitelikli, saf yağa sahip oluşu ve iyi yanmasından ötürüdür. Tevhid ağacı da böyle olup, doğuya ve batıya nispet edilemez. Yani o; putperestliğe, Yahudiliğe, Hıristiyanlığa, Dehriyye, Müşebbihe, Kaderiye, Mu’tezile, Cebriye gibi bir takım fırkalara ait bir şey olmayıp, yüce İslâm Dinine özgü bir şeydir.

Zeytin ağacının doğuda ve batıda bulunmaması demek; Tevhid ağacının semâvî, arzî, arşî, ferşî, ulvî veya suflî olmaması demektir ki o, halktan ayrılıp, büyük bir istekle Hakk’a doğru uçmaktır. Bu da onun halktan ayrı, Hak ile beraber olduğu manasını taşır.

Yine bu ağacın (Tevhid ağacı) doğuda ve batıda olmaması, onun dünyayı ve dünyevî şeyleri ve de âhiret ve onun nimetlerini istemeyip sadece vechullahı arzuladığı anlamına gelir. (36,37)

“Nimetin şükrü nedir?” diye merak edecek olursan cevap olarak deriz ki; nimeti vereni, sana nimet verdiği için, hamd-u senâ etmek ve O’na yönelmektir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: O’nun nimetleriyle O’na itaat etmek, O’nu unutmamak, nimette; nimet vereni görmektir.

Nimetin şükrü nimeti artırır, basireti açar, berekete vesile olur. Nimete nankörlük etmek ise helâki hazırlar, zevâli getirir, azaba yol açar. Bu nedenle Kur’an’ı Kerîm’de:

-Eğer şükrederseniz nimetimi artırırım. Nankörlük ederseniz azabım çok çetindir.. (İbrahim-7) buyurulmuştur.

Varlıkta sadece O vardır.

Sadece dünya nimeti ister ve onuna yetinirsen helak olmuşsun demektir. Nitekim Kur’an’ı Kerîm’de:

-Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz. Onlar orada bir eksikliğe uğratılmazlar. Âhirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Amelleri de iptal edilmiştir. (Hud-15-16)

Aynı şekilde yalnızca âhiret nimetini ister ve ona kanaat edersen bilmiş ol ki sen bir budalasın. Çünkü, sadece kendi eviyle meşgul olup, komşusunu unutan kimse bön ve akılsızdır. Rızık ile meşgul olup Rezzak’ı unutan kimse de böyledir.

Yalnızca dünya nimetinden faydalanırsan âhiret nimetini, sadece âhiret nimetinden istifade edersen dünya nimetini kaybedersin. Öyleyse gerçek mutluluk; dünya ve âhireti birlikte yürütmekte ve vechullahı istemektedir. (42,43)

Dünyayı veya âhireti arzulayan birçok kimse vardır. Lâkin Hakk’ı isteyen kimse azizdir ve hürmete şayandır. Müridin değeri muradına göredir, isteğin değeri de istenilen şeyin değerine bağlıdır. (44)

Şüphesiz nefsini harcamadıkça ve varlığını yok etmedikçe Allah’a kavuşamazsın. Nefis perdesini ref etmedikçe O senin için, sen de O’nun için olamazsın. Varlığını yok edersen, O’nunla baki olursun. Her kim ki varlığını O’na feda ederse Allah’u Teala onu kendine halef yapar. (48)

(Ref: Lağvetme, hükümsüz bırakma.)

Şeriat ve hakikati bir birinden ayırmak küfür ve zındıklıktır. (55)

(Zındık-Zendeka: Kâfirlik, dinsizlik)

 

 

 
 
Yansıtan: Hamdi Cenik
İstanbul - 20.05.2008
hamdicenik@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com