İmam GAZÂLÎ Hz.  “TEVHİD ve LEDÜN”  Risâleleri’ nden Yansımalar

3. Bölüm

www.sufizmveinsan.com
 
 

İkinci  Bölüm:

Eserin  adı    : TEVHİD ve LEDÜN Risâlesi

Özgün adı     : Rasâletu’t-Tecrîdi fî Kelimeti’t Tevhîd

                      -er-Risaletü’l-Ledunniye

Müellifi          : İmam GAZÂLÎ (1058-1111)

Mütercimler   : Serkan ÖZBURUN

                       Yusuf Özkan ÖZBURUN

Yayınlayan     : FURKAN Basım-Yayın / İstanbul – 0216 341 08 65-310 71 61

Yansıtan         : Hamdi CENİK

www.sufizmveinsan.com

Bir grup beşeriyet ve tabiat aleminden ayrılıp mânâ alemine kanat açtı. Onların üzerinde beşeriyet âlemine ait herhangi bir şey kalmamış, onlar kâinatı aşmış, mevcudatı geçmiş, halktan uzaklaşmıştır. Kalpleri Allah’a bağlı olup, onların tüm istek ve arzuları Hak’tır. Bu gibi kimselerin dili Hakk’ın dili olduğu için onlar konuştuklarında âdeta Hak Teala konuşmaktadır. Onlar derler ki:

-Dünya ve ukba, cennet ve cehennemle meşgul olmayız. Allah-u Teala bizden razı olduktan sonra biz ne diye bunlarla uğraşalım?..O Kâdir’dir. Dilerse cehennemde de bize nimet verir, ikramda bulunur. Eğer bize azap etmeyi dilerse –ki bundan Allah’a sığınırız- cennette de eder. Bizler O’nun cennetini arzuladığımız veya cehenneminden korktuğumuz için ibadet etmiş olursak, tereddütlü ve tek taraflı ibadet edenlerden oluruz.

Böyle bir tutum içinde bulunan kavimler yerilerek, onlar hakkında:

-İnsanlardan öyleleri vardır ki Allah’a tereddütlü ibadet ederler. Kendisine bir hayır dokunursa yatışır, bir belâ gelirse yüz üstü dönerler. Böylece dünyayı da âhireti de kaybederler. Bu ise apaçık bir ziyandır… (Hac-11) buyurulmuştur. Bizler O’ndan başkasına ibadet etmeyiz

İşte bu gruba dahil olan insanlar  sadece vechullahı arzular. Bunun için Allah-u Teala onlara dünya ve âhiret mülkünü vermiştir. Onlar fakirlik kaftanını giymiş meliklerdir. (46,47)

Bizim “âlem-i fena” dememiz sâlik ve müridlerin nefislerini orada fâni kılmaları ve kötü sıfatlarını yok etmeleri nedeniyledir.

Âlem-i cezbe olarak adlandırışımızın sebebi ise müridin orada Melik’in cezbesine kapılmasıdır.

Âlem-i kabza ise müridin Allah’a teslim oluşu ve Hak Tealanın onda vasıtasız tasarruf ettiği makam demektir. (53)

Şayet Allah-u Teala, bileşik (mürekkep) olmuş olsaydı bir bileştiriciye, niteliği bulunsaydı niteleyiciye, şekli olsaydı bir şekillendiriciye muhtaç olurdu ki, O bu gibi hallerden münezzehtir. Bilakis O bileştirmeyi, nitelemeyi ve şekillendirmeyi yaratandır. (59)

Kelime-i Tevhid hem başlangıç, hem sonuçtur. Her şey onunla başlar ve biter. (63)

-Kim bir hayırla gelirse ona on misli vardır. (En’am-160)

Âyetindeki “hayır” dan kasıt “Kelime-i Tevhid”dir. (64)

Cahilin bilmediği bir şeyi inkâr etmesi âdettendir. (68)

Sözün iyisi az ve öz olup, çok şeye delalet edendir. (69)

Âlim, “eşya” nın hakikatlerini kapsamlı bir şekilde kavrayan, idrak eden kimsedir.

Malûm, bilgisi akla nakşedilen şeyin kendisidir.

İlmin değeri, malumunun değeri kadardır. Âlimin mertebesi de ilminin derecesine göredir.

Şüphesiz en değerli, en yüce, en faydalı bilgi; Sani ve Mübdi olan Allah’ın bilgisidir. Allah’ı bilmeye “Tevhid İlmi” (marifetullah) denir. Bu ilmin tahsili bütün akıl sahipleri için zaruri olup,

Efendimiz (s.a.v.) hadislerinde:

-İlim tahsili kadın, erkek her Müslümana farzdır… buyurmuştur. (70)

Tevhid ilmi âlimleri; enbiya ve onların varisleri olan ulemâdır. Bu ilim özü ve mahiyeti itibariyle değerli, mükemmel olup; diğer ilimlere menfi, dışlayıcı nazarla bakmaz. (71)

Ben tek başına “ruh” kelimesini kullandığım zaman tezekkür, tahfiz, tefekkür, temyiz özelliği bulunan, kalbî ve aklî idrake sahip, ilimleri kolayca öğrenen, soyut tasavvurları kavrama kabiliyeti olan mükemmel cevheri kastediyorum.  BU cevher diğer ruhların ve kuvvetlerin kumandanı olup, gerek hayvanî ruh, gerek tabii ruh ve beden onun emrindedir. (74)

(Tahfiz: Aşağı indirmek. Kolaylaştırmak.)

Hayvani ruh latif bir cisimdir. O kalb fanusuna konmuş yanmakta olan bir lamba gibidir…

Hayat bu lambanın ışığı, kan; yağı, his ve hareket; nuru, şehvet; harareti, gazap; dumanı, gıdaya ihtiyaç duyan ve karaciğerde bulunan kuvvet onun hizmetçisi, bekçisi ve vekilidir. Bütün canlılarda hayvani ruh mevcuttur…

Hayvani ruh ilimleri kavramaya güç yetiremez. Bu ruh her şeyi en güzel ve sanatlı bir şekilde yaratan Allah’ı ve onları nasıl yarattığını idrak edemez. Varlığı bedenin varlığına bağlı bir hizmetçidir ki, bedenin ölmesiyle birlikte ölür. Kandaki maddelerin oranı arttığı takdirde hararetin yükselmesiyle, bu oran eksildiği takdirde ise soğuğun artmasıyla bu lamba söner. Lambanın sönmesi, bedenin ölmesi demektir. Bâri Teala’nın hitab ettiği ve mükellef saydığı bu ruh değildir. Çünkü karada, denizde yaşayan bütün hayvanlar mükellef olmadıkları gibi, emirlere de muhatap değillerdir.

İnsanın mükellef ve (ilahi hitaba) muhatap oluşu kendisine özgü, fazladan bulunan başka bir şeyden

dolayıdır ki bu da nefsi natıkadır. (75,76)

Efendimiz (s.a.v.):

-Her âbidin kalbinde iki göz vardır ki, onlarla gaybı idrak edebilir. Allah bir kuluna hayır murad ederse o kulun bedenî gözlerle görmediği şeyi görebilmesi için kalbî gözlerini açar, buyurmuştur.

Nefsi natıka bedenin ölmesiyle ölmez. Çünkü Allah-u Teala onu kendi kapısına çağırmakta ve ona:

-Rabbine dön!.. (Fecr-28)

Diye hitap etmektedir. Onun bedenden yüz çevirip ayrılmasıyla , tabii ve hayvani kuvvetlerin tesiriyle ortaya çıkan haller âtıl bir vaziyet alır, hareket söner. İşte ölüm denilen hadise budur.

...

Nefs-i nâtıka Bâri Teala’nın emrinden olduğu için bedende bir yabancı (garib) gibidir. Yüzü daima aslına ve döneceği yere doğrudur. Beşeri kirlerle kirlenmediği ve kuvvetli olduğu takdirde daha çok ilahi kaynaktan istifade eder.

…Nefs-i nâtıkanın bir cevher, bedenin de onun için hazırlanmış bir mekân olduğunu öğrendin. Bedenin araz olduğunu, cevher olmaksızın mevcudiyetini devam ettiremeyeceğini anladın.

Yine bilmiş ol ki, cevher bir mahalde sürekli bir şekilde kalmaz. Öyleyse beden “ruh” için daimi bir mekân değildir. Bilakis, onun  geçici bir müddet kullandığı bir âlet ve merkeptir.

“Ruh” bedenin cüzlerine bitişik olmadığı gibi, onlardan ayrı da değildir. Belki bedene ilişerek onu aktif ir hale getirmiş ve feyizlendirmiştir.

“Ruh” un nurunun zâhir olduğu ilk yer dimağ (beyin) olup, burası onun kendisini gösterdiği, ona has bir karargâhtır. (79)

 

 

 
 
Yansıtan: Hamdi Cenik
İstanbul - 27.05.2008
hamdicenik@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com