Geçtiğimiz günlerde okulumla bir
cam fabrikasına gitmiştim. Fabrikaya
girince ben ve arkadaşlarımı aniden ter
bastı. Camın hammaddesi olan soda,
kireç, kum karışımı çeşitli işlemlerden
geçerek yarı sıvı bir hale geliyor, bu
sıvı 1500 derecede eritiliyordu.
Terlememizin sebebi bu makinaydı.
İçerisi gerçekten çok sıcaktı .
İçeride nitelikli insan gücünün
ne demek olduğunu çalışarak gösteren
işçiler ve işçilerin çalışmasını
denetleyen şef vardı.
Eritilen madde hafif soğutularak
işçilerin önüne geliyor, işçiler ince
demir çubuklarla yarı sıvı maddeye şekil
veriyorlardı. Fabrika harika bir işlevle
çalışıyordu. İşçilerin işlerini severek
yaptıkları belliydi.
Şimdi yanlışlıkla bile kırdığım
bardakların ne zahmetlerle yapıldığını
anlıyorum ve kendimi suçlu hissediyorum.
Şekil verdikleri maddeler
soğutucunun içinden geçiyordu.
Çıktıklarında üretilen bardağa ve o kuma
bakıp ‘Ne kadar zahmet vererek bu hale
gelmiş’ diyordum. Fabrikada yapılanların
sergilendikleri bir oda vardı. O odada o
kadar güzel cam ürünleri gördük ki bir
an bütün sınıf şaşkınlıktan konuşamadı.
Camların içine ampuller yerleştirilmiş,
üzerlerine çeşitli süs malzemeleri
yapıştırılmıştı. Bu şekilde harika
lambalar elde edilmişti. Bana kalsa
bütün lambaları alıp evime
yerleştirirdim.
Camların yapılışı çok zahmetliydi.
Televizyonda yada gerçek hayatta
kafasına göre cam kıranları görüyorum.
Halbuki yapılışlarını görseler
yanlışlıkla bile cam kırmazlar diye
düşünüyorum…
Bu ziyaretten bana kalan, camın
estetik güzelliğine hayran olmaktan çok;
her biri emek ürünü olarak önümüze gelen
nimetleri ne kadar savurgan, israfçı
kullandığımız gerçeği oldu.
Şayet israf etmesek, üretilenleri
tüketirken geri dönüşüme önem versek hem
bireysel yaşam hem de milli kalkınmamız
daha kaliteli olurdu diye düşünüyorum… |