Birinci
Dünya Savaşı sırasında Rusya’da beyin
yıkama üzerine çalışılıyor. Sonra tıp bu
frekansları keşfediyor, Alfa
Dalgasını. Bütün teknolojilerin ilk
çıkışı askeriydi, sonra sivil toplum
bunu faydalı bir şekilde kullanmış.
Bir çok buluş böyle olmuştur.
Günlük
hayatımızda beyin dalgaları konusu çok
büyük önem taşımaktadır. Belirli
zihinsel fonksiyonlar yine belirli beyin
dalgaları ile doğrudan etkileşim
içindedir. Bir insanın, beyin
dalgalarına bakarak, o kişinin; yorgun,
enerjik, konsantre, depresif, hayal
kuran, kafası karışık, kızgın, endişeli
veya bunun gibi yaygın rahatsızlıklar
içinde olup olmadığı
anlaşılabilmektedir. Beyin frekans
teknolojisinin kullanımıyla, beyin dalga
kalıpları değiştirilerek ya da uygun
hale getirilerek çok geniş bir skalayı
içine alan problemler büyük ölçüde
azaltılabilmekte (ya da çözülebilmekte)
ve beynin diğer bölümlerinin gelişmesi
sağlanılabilmektedir. Kişiye problemine
uygun olarak düzenlenmiş ses frekansları
ve modülasyonlarının dinletilmesi
yoluyla beyin dalga kalıpları
uyarılmakta ve böylece zihnin içindeki
olumsuz kalıplar etkili ve istenen bir
biçimde değiştirilmektedir.
Beyin
dalgalarında çözülebilen ve
kategorilendirilen frekansları tanıyalım
önce, çünkü ardından bunlar üzerine
konuşacağız.
• Beta
dalgaları: Frekansları 13 Hz’ den
büyük, genlikler 1-5 µV arasında olan
bu dalgalara odaklanmış dikkat, zihinsel
iş, duyusal enformasyon işleme ve
uykunun hızlı göz hareketleri
evrelerinde karşılaşılmaktadır.
Hızlı, seri ve inişli çıkışlı
dalgalardır.
Beynin en yüksek aktivite düzeyidir.
Konuşan biri, ders veren bir öğretmen
beta dalgaları yayar.
• Alfa
dalgaları: Frekansları 8-13 Hz,
genlikleri 2-10 µV arasında olan bu
dalgaların biçimleri sinüzoidal biçimine
yakındır. Uyanık haldeki bireylerin
fiziksel ve zihinsel olarak tam
dinlenimde bulunduğu, dış uyaranların
olmadığı, gözlerin kapalı olduğu
durumlarda görülürler. Occipital
bölgeden yani görme, seçme,
halüsinasyonlarla ilgili bölgeden alınan
kayıtlarda belirgin olarak görülür.
Rahatlayınca,
heyecan yatıştığında devreye girer.
• Teta dalgaları: Frekansları 4-8
Hz, genlikleri 5-100 µV arasında olan bu
dalgalar, normal bireylerde düşük
aktivite durumlarında ve ayrıca birey
stres altında iken karşılaşılmaktadır.
Zihnimizin bilinçsiz olduğu hallerde
ortaya çıkmaktadır. Frekansı çok
düşüktür, saniyede 5 ila 8 Hz arası.
Teta dalgaları bastırılmış duygular
ortaya çıktığında aktifleşiyor.
Yaratıcılık için ihtiyaç duyulan
beyinsel bağlantılar da teta dalgaları
sayesinde kuruluyor. Uzun bir yolda
ilerlerken, yürüyüşe çıkıp bedeninizi
dinlendirmek istediğinizde, gene ilginç
ve yaratıcı fikirlerin dalgası teta
işbaşındadır.
• Delta dalgaları: Frekansları
0,5-4 Hz, genlikleri 20-400 µV
aralığında olan bu dalgalar, derin uyku,
genel anestezik durum gibi beynin çok
düşük aktivite gösterdiği durumlarda
kaydedilir.
Bilinçsiz zihnin en derinlerinde,
uykunun en derin saatlerinde bu
dalgaları yayar beynimiz. Yatakta kitap
okurken de yayılan dalgalar gene betaya
dönüverir. Uykumuz gelince önce düşük
frekanslı beta, kitabı okumayı bırakıp
yanı başınıza koyunca alfa, uykuya
geçmeye başlayınca teta, uyku
derinleşince de deta devreye giriyor
Beyin programlama binlerce yıldır
üzerinde çalışmalar, teoriler ve
disiplinler geliştirilen, önceki
dönemlerde daha çok budistler,
hipnotistler ya da psikoterapistler
tarafından kullanılmış olan bir zihinsel
yönetim metodudur. Beynimizde daha
önceden yerleşmiş olan ve
bilinçaltımızca yönetilen çeşitli
zihinsel programlar vardır, fakat
kişinin kendi istek ve iradesiyle
varolan bu programları değiştirmesi ya
da yeniden yapılandırması mümkündür.
Yani beyin programlamada amaç; kişinin
istemediği düşünce ve davranış
kalıplarından uzaklaşarak bunları
istediği zihinsel kalıplarla
değiştirmek, kötü bir alışkanlıktan
kurtulmak ya da zihinsel kapasitesini
arttırmak olabilir. Günümüzde bu
dönüşümü gerçekleştirmek için
profesyonel bir yardım almaksızın
kişinin kendi kendine yardım edebilmesi
de mümkündür.
Birçok zihinsel program küçük yaşta
şekillenmektedir. 7-8 yaşına kadar
beyin dalgaları daha çok delta ve teta
düzeyinde çalışmaktadır ve bu düzey
kişinin çok kolay etki altında
kalabildiği ve kendisine söylenenleri ya
da yapılanları en fazla içselleştirip,
kabul ettiği bir seviyedir.
İşte bu noktada, beynin işleyiş
seviyesini yönetip yerleşik olan zihin
kalıplarını yenileriyle değiştirmek ve
zihni yeniden programlamak mümkündür.
Beyin tıpkı bir bilgisayar gibidir,
içinde birçok düşünce, duygu, inanç,
yargı ve davranış kalıpları saklıdır ve
bu programlar beyin tarafından
yönlendirilir. Ve beynin kullanıcısı
olarak kişi, tüm bu programları
yönetmekte ve değiştirmekte kontrol
sahibidir.
Fakat bu dönüşümü gerçekleştirecek
olumlu mesajların beyin tarafından kabul
edilebilmesi için beynin aktif çalışma
halinden çıkarılıp, mesajları kolaylıkla
içselleştirebileceği bir dalga düzeyine
indirilmesi sağlanmalıdır. Ancak
yetişkinlerde bu seviyeye uyku hali
dışında inmek için zihinsel programlama
araçlarına ihtiyaç vardır ve günümüzde
bazı kesimlerin yüzünü ekşiterek baktığı
din kökenli tavsiyeler ve bildirgeler
tamamıyla bu dalgaların
yönlendirilmesiyle alakalıdır. Yanı sıra
çeşitli felsefeler, Budizm, Taoizm ve
saire din kabul edilen inanışların da
oldukça ilgi çekmesi, insanların kendini
değiştirebilme olanağını kullanıp, bu
değişikliği kendinde görenler hem de
başkalarına ibret olanların dünya
üzerindeki varlığına baktığınızda bu
kadar insanın ilgisini cezbeden şeyin
isimlendirilmesi de gerekir. İster din
kapsamında olsun ister felsefe
kapsamında olsun zikir denilen çeşitli
kelimeleri veya cümleleri tekrarlama
çalışmalarının beyinde açılımlar meydana
getirdiği de yıllar öncesinde tespit
edilmişti.
Japon Bilim Adamı Prof.Dr.Masaru EMOTO’
nun ortaya çıkardıkları da hayli
ilginçtir. Emoto, içinde 70’den fazla
kristal resmi bulunan Su Kristalleri
adlı kitabında “Su cansız bir madde
değil; canlı ve duyguları algılayan
kristallerden oluşmaktadır. Su
çevresinden pozitif ve negatif bilgileri
alır ve ona göre tepki verir.”
diyor. Prof. Emoto’ nun suyun biyo-fizikî
özelliklerini araştırarak ortaya koyduğu
gerçekler, gerçekten ilgi çekicidir.
Prof.Dr.Masaru EMOTO, üç yıl kadar önce
mikroskopla yaptığı araştırmalarda,
donmuş su kristallerinin dış tesirler
karşısında çok değişik şekillerde
reaksiyon gösterdiğini keşfetti. Bu
araştırmalara göre su kristalleri, dış
çevre tesirlerinin yanı sıra, müzik, söz
ve kavramlara da tepki veriyor.
Emoto, on iki yıl süren çalışmaları ve
yaptığı on binlerce deney neticesinde,
suyun sadece iyi ve kötü bilgileri,
müzik ve sözleri değil, hisleri ve şuuru
da kaydettiğini ortaya çıkardı.
Su, ne kadar sevgi, duygu ve ahenk dolu
söz ve mûsikî ile karşılaşırsa; altıgen
kristal yapısı da o kadar güzel ve
düzgün olmaktadır. Meselâ çekilen
fotoğrafların birinde suyun yanında
“şeytan” denildiğinde, kristaller kaotik
(düzensiz) bir biçime girerken,
diğerinde de güzel sözlerle dua
edildiğinde, suda, berrak ve estetik
yapısı ile mükemmel bir altıgen ortaya
çıkıyor.
Emoto, araştırmalarıyla suyun sadece
hafızasının ve bilgi taşıyıcı
özelliğinin olmadığını, aynı zamanda
kâinatın dilini ve gerçek sevgi
titreşimini de yansıttığını
ispatlamaktadır. Mesalâ iki kavanozun
içine haşlanmış pirinç konuyor. Birine
teşekkür diğerine aptal yazılıyor. Bir
ay boyunca bu sözler bu şişelere
söyleniyor. Netice çok enteresan:
“APTAL” denen kavanozun içindeki
pirinçler siyahlaşıyor ve kavanozdan çok
kötü koku çıkıyor. Diğerinde ise; pirinç
beyaz kalıp, hoş bir koku yayılıyor. Bu
da gösteriyor ki, kötü sözler, su ve
pirincin üzerinde tesirli oluyor.
Su Kristalleri adlı kitabında suyu
çeşitli yönlerden ele alan Prof.Dr.Masaru
EMOTO, çalışmalarının ilmi temelini
oluştururken, din gerçeğini de göz ardı
etmiyor. “21. yy’da en önemli olayın
ilimle dinin yeniden buluşması olacağını
düşünüyorum. Eğer din olmasaydı insan
aptallaşacak, modern bilim de hiçbir
zaman ortaya çıkmayacaktı.” diyor.
90 desibelden daha yüksek frekanstaki
sesler, strese ve işitme kaybına yol
açmaktadır. Dr.Pierce J. HOWARD, çok
yüksek titreşimli müziğin, alkol ve
uyuşturucu gibi, şuura tesir edip bize
uyuşukluk verdiğini, sonrasında bizde
bağımlılık yaptığını belirtmektedir.
Bunları da yazıya oturtursak beyin
dalgalarının düzenli yayılması, nerede
hangisinin yayılması gerektiği gibi
konulara önem verirsek bu çalışmaların
önemi, bizim için albenisini
kuvvetlendiriyor tüm bu olayların… Bilim
ve mistik alan hiçbir devirde bizim
devrimizdeki gibi yakınlaşmamıştır. Bu
kadar insanı peşinden sürükleyen soyut
âlem, yeni bilimsel keşiflerin,
farkındalıkların ortaya çıkmasıyla daha
iyi anlaşılıyor. Bilim ise bu yönüyle
daha da bir keyifli hale geliyor.
Bulunanların eskiden beri söylenenlerle
birleşmesi muazzam bir yaşam keyfi
veriyor düşünen insanlara. |