BEYİN DALGALARI VE ZİKİR
 
Volkan Tolga
 

Birinci Dünya Savaşı sırasında Rusya’da beyin yıkama üzerine çalışılıyor. Sonra tıp bu frekansları keşfediyor, Alfa Dalgasını. Bütün teknolojilerin ilk çıkışı askeriydi, sonra sivil toplum bunu faydalı bir şekilde kullanmış. Bir çok buluş böyle olmuştur.

Günlük hayatımızda beyin dalgaları konusu çok büyük önem taşımaktadır. Belirli zihinsel fonksiyonlar yine belirli beyin dalgaları ile doğrudan etkileşim içindedir. Bir insanın, beyin dalgalarına bakarak, o kişinin; yorgun, enerjik, konsantre, depresif, hayal kuran, kafası karışık, kızgın, endişeli veya bunun gibi yaygın rahatsızlıklar içinde olup olmadığı anlaşılabilmektedir. Beyin frekans teknolojisinin kullanımıyla, beyin dalga kalıpları değiştirilerek ya da uygun hale getirilerek çok geniş bir skalayı içine alan problemler büyük ölçüde azaltılabilmekte (ya da çözülebilmekte) ve beynin diğer bölümlerinin gelişmesi sağlanılabilmektedir. Kişiye problemine uygun olarak düzenlenmiş ses frekansları ve modülasyonlarının dinletilmesi yoluyla beyin dalga kalıpları uyarılmakta ve böylece zihnin içindeki olumsuz kalıplar etkili ve istenen bir biçimde değiştirilmektedir.

Beyin dalgalarında çözülebilen ve kategorilendirilen frekansları tanıyalım önce, çünkü ardından bunlar üzerine konuşacağız.

• Beta dalgaları: Frekansları 13 Hz’ den büyük, genlikler 1-5 µV  arasında olan bu dalgalara odaklanmış dikkat, zihinsel iş, duyusal enformasyon işleme ve uykunun hızlı göz hareketleri evrelerinde karşılaşılmaktadır. Hızlı, seri ve inişli çıkışlı dalgalardır. Beynin en yüksek aktivite düzeyidir. Konuşan biri, ders veren bir öğretmen beta dalgaları yayar. 

• Alfa dalgaları: Frekansları 8-13 Hz, genlikleri 2-10 µV arasında olan bu dalgaların biçimleri sinüzoidal biçimine yakındır. Uyanık haldeki bireylerin fiziksel ve zihinsel olarak tam dinlenimde bulunduğu, dış uyaranların olmadığı, gözlerin kapalı olduğu durumlarda görülürler. Occipital bölgeden yani görme, seçme, halüsinasyonlarla ilgili bölgeden alınan kayıtlarda belirgin olarak görülür. Rahatlayınca, heyecan yatıştığında devreye girer. 

• Teta dalgaları: Frekansları 4-8 Hz, genlikleri 5-100 µV arasında olan bu dalgalar, normal bireylerde düşük aktivite durumlarında ve ayrıca birey stres altında iken karşılaşılmaktadır. Zihnimizin bilinçsiz olduğu hallerde ortaya çıkmaktadır. Frekansı çok düşüktür, saniyede 5 ila 8 Hz arası. Teta dalgaları bastırılmış duygular ortaya çıktığında aktifleşiyor. Yaratıcılık için ihtiyaç duyulan beyinsel bağlantılar da teta dalgaları sayesinde kuruluyor. Uzun bir yolda ilerlerken, yürüyüşe çıkıp bedeninizi dinlendirmek istediğinizde, gene ilginç ve yaratıcı fikirlerin dalgası teta işbaşındadır.

• Delta dalgaları: Frekansları 0,5-4 Hz, genlikleri 20-400 µV aralığında olan bu dalgalar, derin uyku, genel anestezik durum gibi beynin çok düşük aktivite gösterdiği durumlarda kaydedilir.
Bilinçsiz zihnin en derinlerinde, uykunun en derin saatlerinde bu dalgaları yayar beynimiz. Yatakta kitap okurken de yayılan dalgalar gene betaya dönüverir. Uykumuz gelince önce düşük frekanslı beta, kitabı okumayı bırakıp yanı başınıza koyunca alfa, uykuya geçmeye başlayınca teta, uyku derinleşince de deta devreye giriyor

Beyin programlama binlerce yıldır üzerinde çalışmalar, teoriler ve disiplinler geliştirilen, önceki dönemlerde daha çok budistler, hipnotistler ya da psikoterapistler tarafından kullanılmış olan bir zihinsel yönetim metodudur. Beynimizde daha önceden yerleşmiş olan ve bilinçaltımızca yönetilen çeşitli zihinsel programlar vardır, fakat kişinin kendi istek ve iradesiyle varolan bu programları değiştirmesi ya da yeniden yapılandırması mümkündür. Yani beyin programlamada amaç; kişinin istemediği düşünce ve davranış kalıplarından uzaklaşarak bunları istediği zihinsel kalıplarla değiştirmek, kötü bir alışkanlıktan kurtulmak ya da zihinsel kapasitesini arttırmak olabilir. Günümüzde bu dönüşümü gerçekleştirmek için profesyonel bir yardım almaksızın kişinin  kendi kendine yardım edebilmesi de mümkündür.

Birçok zihinsel program küçük yaşta şekillenmektedir. 7-8 yaşına kadar beyin dalgaları daha çok delta ve teta düzeyinde çalışmaktadır ve bu düzey kişinin çok kolay etki altında kalabildiği ve kendisine söylenenleri ya da yapılanları en fazla içselleştirip, kabul ettiği bir seviyedir.

İşte bu noktada, beynin işleyiş seviyesini yönetip yerleşik olan zihin kalıplarını yenileriyle değiştirmek ve zihni yeniden programlamak mümkündür. Beyin tıpkı bir bilgisayar gibidir, içinde birçok düşünce, duygu, inanç, yargı ve davranış kalıpları saklıdır ve bu programlar beyin tarafından yönlendirilir. Ve beynin kullanıcısı olarak kişi, tüm bu programları yönetmekte ve değiştirmekte kontrol sahibidir.

Fakat bu dönüşümü gerçekleştirecek olumlu mesajların beyin tarafından kabul edilebilmesi için beynin aktif çalışma halinden çıkarılıp, mesajları kolaylıkla içselleştirebileceği bir dalga düzeyine  indirilmesi sağlanmalıdır. Ancak yetişkinlerde bu seviyeye uyku hali dışında inmek için zihinsel programlama araçlarına ihtiyaç vardır ve günümüzde bazı kesimlerin yüzünü ekşiterek baktığı din kökenli tavsiyeler ve bildirgeler tamamıyla bu dalgaların yönlendirilmesiyle alakalıdır. Yanı sıra çeşitli felsefeler, Budizm, Taoizm ve saire din kabul edilen inanışların da oldukça ilgi çekmesi, insanların kendini değiştirebilme olanağını kullanıp, bu değişikliği kendinde görenler hem de başkalarına ibret olanların dünya üzerindeki varlığına baktığınızda bu kadar insanın ilgisini cezbeden şeyin isimlendirilmesi de gerekir. İster din kapsamında olsun ister felsefe kapsamında olsun zikir denilen çeşitli kelimeleri veya cümleleri tekrarlama çalışmalarının beyinde açılımlar meydana getirdiği de yıllar öncesinde tespit edilmişti.

Japon Bilim Adamı Prof.Dr.Masaru EMOTO’ nun ortaya çıkardıkları da hayli ilginçtir. Emoto, içinde 70’den fazla kristal resmi bulunan Su Kristalleri adlı kitabında “Su cansız bir madde değil; canlı ve duyguları algılayan kristallerden oluşmaktadır. Su çevresinden pozitif ve negatif bilgileri alır ve ona göre tepki verir.” diyor. Prof. Emoto’ nun suyun biyo-fizikî özelliklerini araştırarak ortaya koyduğu gerçekler, gerçekten ilgi çekicidir.

Prof.Dr.Masaru EMOTO, üç yıl kadar önce mikroskopla yaptığı araştırmalarda, donmuş su kristallerinin dış tesirler karşısında çok değişik şekillerde reaksiyon gösterdiğini keşfetti. Bu araştırmalara göre su kristalleri, dış çevre tesirlerinin yanı sıra, müzik, söz ve kavramlara da tepki veriyor.

Emoto, on iki yıl süren çalışmaları ve yaptığı on binlerce deney neticesinde, suyun sadece iyi ve kötü bilgileri, müzik ve sözleri değil, hisleri ve şuuru da kaydettiğini ortaya çıkardı.

Su, ne kadar sevgi, duygu ve ahenk dolu söz ve mûsikî ile karşılaşırsa; altıgen kristal yapısı da o kadar güzel ve düzgün olmaktadır. Meselâ çekilen fotoğrafların birinde suyun yanında “şeytan” denildiğinde, kristaller kaotik (düzensiz) bir biçime girerken, diğerinde de güzel sözlerle dua edildiğinde, suda, berrak ve estetik yapısı ile mükemmel bir altıgen ortaya çıkıyor.

Emoto, araştırmalarıyla suyun sadece hafızasının ve bilgi taşıyıcı özelliğinin olmadığını, aynı zamanda kâinatın dilini ve gerçek sevgi titreşimini de yansıttığını ispatlamaktadır. Mesalâ iki kavanozun içine haşlanmış pirinç konuyor. Birine teşekkür diğerine aptal yazılıyor. Bir ay boyunca bu sözler bu şişelere söyleniyor. Netice çok enteresan: “APTAL” denen kavanozun içindeki pirinçler siyahlaşıyor ve kavanozdan çok kötü koku çıkıyor. Diğerinde ise; pirinç beyaz kalıp, hoş bir koku yayılıyor. Bu da gösteriyor ki, kötü sözler, su ve pirincin üzerinde tesirli oluyor.

Su Kristalleri adlı kitabında suyu çeşitli yönlerden ele alan Prof.Dr.Masaru EMOTO, çalışmalarının ilmi temelini oluştururken, din gerçeğini de göz ardı etmiyor. “21. yy’da en önemli olayın ilimle dinin yeniden buluşması olacağını düşünüyorum. Eğer din olmasaydı insan aptallaşacak, modern bilim de hiçbir zaman ortaya çıkmayacaktı.” diyor.

90 desibelden daha yüksek frekanstaki sesler, strese ve işitme kaybına yol açmaktadır. Dr.Pierce J. HOWARD, çok yüksek titreşimli müziğin, alkol ve uyuşturucu gibi, şuura tesir edip bize uyuşukluk verdiğini, sonrasında bizde bağımlılık yaptığını belirtmektedir.

Bunları da yazıya oturtursak beyin dalgalarının düzenli yayılması, nerede hangisinin yayılması gerektiği gibi konulara önem verirsek bu çalışmaların önemi, bizim için albenisini kuvvetlendiriyor tüm bu olayların… Bilim ve mistik alan hiçbir devirde bizim devrimizdeki gibi yakınlaşmamıştır. Bu kadar insanı peşinden sürükleyen soyut âlem, yeni bilimsel keşiflerin, farkındalıkların ortaya çıkmasıyla daha iyi anlaşılıyor. Bilim ise bu yönüyle daha da bir keyifli hale geliyor. Bulunanların eskiden beri söylenenlerle birleşmesi muazzam bir yaşam keyfi veriyor düşünen insanlara.

 

 

 
 
Volkan Tolga
İstanbul - 30.03.2011
volkantolga@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com