BEYİN-YARATILIŞ-EVRİM
Volkan Tolga
 

Charles Darwin deyince bazı insanların adeta cinleri tepesine çıkıyor. Kalpleri hızlı atmaya başlıyor, hormonları faaliyete geçiyor ve stres katsayıları birdenbire artıyor. Hâlbuki akılcı insanlar önce dinlerler, sonra da katıldığı ve katılmadığı noktaları ortaya koyarak paylaşırlar. Yanıldığını kabul etmek çok zor bir şeydir. O yüzden bir iddiaya varmadan evvel, o konuda güvenilir derecede bilginiz olmasına dikkat edin. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak insanı çoğu zaman çıkmaza götürür. Sistem bunun karşılığını verir. Bazıları buna “karma” der.

Yaratılış teorisi diye bir teori de vardır. Araştırmacılar, “kaynağı Amerika’ dır” derler. Carl Linne (Carl Linnaeus), canlıları biominal olarak ilk kez sınıflandıran kişidir. Canlıları ikili adlandırma yöntemiyle adlandırmış ve kendi aralarında sınıflandırmıştır. Tanrının insanı yarattığı ve geri kalan tüm evreni de insanın hizmetine sunduğunu savunan görüştür. İncil’in en önemli kısımlarından birini içeren Genesis ve Tevrat’ta da Tekvin bölümü ile bağlantı kurulmaya çalışılır.

Kuran’da ise “kün fe yekün” yani “(Allah) Ol der olur!” ayetindeki anlamıyla yaratılış teorisi Müslümanlar arasında da hayli revaçtadır. Fakat bu “oluş” un sistemli bir şekilde olup olmaması konusunda fikir beyan edenler, aralarında ayrıma düşmüşlerdir. Yaratılışçılar “birdenbire oluş”u savunurken Darwin’in Evrim teorisi “rastlantılarla oluşma” üzerine kurmuştur teorisini. Birkaç yıl önce gene Amerika’da oluşan yeni bir görüş de yaratılış ve evrim teorilerini birleştiriyor, Intelligent design (Akıllı Tasarım) ismiyle. Tüm bu evrimin bir Akıl tarafından düzenlenişini benimsiyor.

1975 yılında biolojist Marie-Claire King ile Allan Wilson şempanze ile insan gen yapısının % 98 oranında örtüştüğünü bulmuşlardır. Aradaki % 2’ lik fark, DNA mutasyonuyla oluşup insan türünü ortaya çıkarmıştır diye düşünür bilim adamları.

Georgia Teknoloji Enstitüsü'nde yapılan bir genetik araştırmasında, şempanzelerin insanlara goriller ve orangutanlardan çok daha yakın olabileceği bulunmuştu.

İnsan beyni üzerine yapılan bir araştırma ise dikkat çekici. Saygın bilim dergisi New Scientist'ta yayımlandı. Dünyanın en saygın üniversitelerinden Yale Üniversitesi tarafından yapılan ve yine dünyanın saygın bilim dergilerinden olan New Scientist'ta yayımlanan bir araştırmaya göre insan beyni "inanmak için programlanmış"... Bu arada, tabi ki istisnalar olacaktır.

Bebekler ve çocuklar arasında yapılan araştırmaya göre, insan beyninin doğasında tanrıya ya da bir yaratıcıya inanmak var. Beyin "neden ve sonuçla" çalışıyor. Beyin, "beyin ile ruhun" birbirinden ayrı olduğunu düşünmek için programlı. Bu da "hayali arkadaşlar" edinmeye veya "tanrıya ve dinlere inanmamıza" neden oluyor...

Araştırmaya göre, hiçbir din eğitimi almamış 6–7 yaşında çocuklar bile dünyadaki her şeyin bir nedeni olduğuna inanıyor. Taşların, nehirlerin veya kuşların yaratılmasının bir nedeni olduğunu düşünüyor.

Darwinci uzmanlara göre bunun nedeni de yine "doğal seleksiyonda" saklı. İnsanlar tarih boyunca belirli bir tanrı inancına sahip oldu. Bu inanca sahip olan atalarımız da, kendi inançlarına inanan insanlarla bir araya gelerek grup kuruyordu. Böylece avlanmak, beslenmek ve korunmak daha kolay oluyordu. Yani inanmak hayatta kalma olasılığını artırıyordu. Böylece "inanmaya ihtiyaç duymak veya inanmak" genlerimize işlemiş ya da içgüdüsel olabiliyor.

Bunun yanında ateistler konusu akla gelebilir. Fakat unutulmamalı ki ateistler de bilim veya doğa diye adlandırdıkları bir güce inanıyorlar. Sanırım önemli olanı ise Kutsî Hadiste geçen, anne karnında 120. günde iken alınan tesirlerle alakalı. Şöyle ki, kişinin cennetlik veya cehennemlik oluşunun programlandığı gündür. İnançla birleştirecek olursak, gerçekten inanılması, bilinmesi, bulunması gereken inancın o günde kişiye yazılmış olması ancak şans(!) veya kısmet diye nitelendirilebilir. Buna inanma gücünü veren akıl devreye girerek doğruya yönlendiriyor. Aksi takdirde insanlar inanacak başka şeyler buluyorlar. Kaba bir örnekle; doğu kültürlerinde bu çokça görülüyor: ineğe, güneşe, insana tapma biçiminde ortaya çıkabiliyor. Akıl, bu koca evrendeki yerini sorguluyor.

Evrim ve yaratılış konusunda da birçok açıdan farklı görüşler olabiliyor. Belki de bunlar bir potada eritilebilir. Bu arada birkaç konu var merak ettiğim:

-         Evrimdeki en önemli süreçlerden birinin başparmağının kullanılması olarak nitelendiriliyor. Şempanzeler ve diğer primatlardaki başparmağı kullanma neden bu kadar çok benziyor?

-         Şempanzeyle insan vücudundaki santimetrekareye düşen kıl sayısı neden aynı?

-         Hayvanlar da insanlar gibi vücut sistemlerine sahip. Canlılar diye nitelendirilen bitki, hayvan ve insanın oksijene ihtiyaç duyması, dolaşım sistemi, sindirim sistemi, boşaltım sistemi, ağız, eller, kollar, bacaklar v.b organlar neden farksız?

-         Duygular neden tamamen aynı? İnsanların neden çok farklı duyguları yok, hayvanlara nazaran?

-         Memelilerin üremesiyle insanların üremesi neden neredeyse aynı?

-         Her şeyin rastlantısal olduğunu savunanlar ise nasıl olur da “karınca ailesinde bilinçli oluşum var” derken “uzayda yok” diyebiliyorlar?

Yani bu benzerlikler neden var, son derece aşırı önemli olarak kabul edilen insan neden o kadar farklı değil? Yoksa yaratıklar arasındaki fark düşünülenden daha farklı bir boyutta mıdır? “Akıllı Tasarım”da doğruluk payı olabilir mi?

Hayvanlar avlanırken heyecanlanıyorlar, kalp atışları hızlanıyor, hormonları faaliyete geçiyor, içgüdüleri son sürat çalışıyor. Onlar düşünmüyorlar, ama insanlar düşünüyor. Nereye gidiyoruz, nereden geldik!

Son bilgilere göre bu soruları beynimizdeki akletme - inanma programı yapıyor.

 

Kaynaklar:

Yazının bir bölümü Habertürk sitesinde “AJANSLAR” olarak kaynak gösterilmiştir.

Genesis: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=genesis

Tekvin:   http://tr.wikipedia.org/wiki/Tekvin

Akıllı Tasarım: http://tr.wikipedia.org/wiki/Ak%C4%B1ll%C4%B1_tasar%C4%B1m

 

 

 
 
Volkan Tolga
İstanbul - 11.02.2009
volkantolga@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com