Çocuk
Meryem Irmak
 

Önce sözsüz başladı seninle aramızdaki.

Ben konuşup dursam da senin söyleyecek birşeyin yoktu.

Ama eksik olma; yine de can kulağıyla, biraz garipseyerek de olsa dinliyordun beni.

Birbirimizin yüzünü okuyorduk.

Gözlerimizi...

Birden yüzünde gülücük oluyordu o.

O her neyse…

Ne okuyorsan gözlerimin içinde, gülmek oluveriyordu. Hem de dokunmak istiyordun yüzüme.

Neşeyle! Ayakların çırpınırken…

Bazen de istemiyordun. Yüz çeviriyordun benden. Seni gidi seni! Ellerin de karışıyordu bu defa işin içine. Hiç “sözcüksüz” sen, pekâlâ anlatıyordun kendini.

Nasıl da kalbe dalardın ah sen! İçimden gelen!

Kalbimden mi çıktın?

İlk anda yabancıydın. Sözcüklerini sanki karnımda bırakmıştın. Şimdi okulda unuttuğun eşyaların gibi...Ah oğlum! Sana bu konuda kızmak boşuna. Ayrıldığın her yerde bir şeylerini bırakıyorsun sen.

Sonra öyle hızla alıştın ki her şeye... Yadırgamayı unuttun. Şaşkınlığını bıraktın. Efendisi oldun eşyanın. Sözcüklerin yoktu hala, ama sesin vardı. Sesin hep vardı. Senin ilk sözün, “sesin”di. Çığlıktı. Sesinle diyordun ne diyorsan. Ses, “demek”ti. Ne demekti? Her seste ayrı ton. Her ton bir sözdü. Sözcüğe bürünmemiş bir “söz”.

Bir de bakışın vardı ki sesin, sözün yetmediği yerde imdada yetişiyordu. Bir bakışın üç bin kelime eder. Bazısı beş, on bin... Ki bazen ağzın burnun da katılırdı o söyleyişe; o vakit dünyanın bütün dilleri, sözcükleri seferber olurdu, yüzündeki o bir tek “söz” için. Onu anlatmak için. Sen onlarsız derdin diyeceğini. Ben de anlardım onlarsız, ne dediğini. Bazen meydan savaşı, bazen düğün bayram…

Bir de yüreğin var senin. Bir yüreğin var ki, aman Allahım içimin acısı. Saf ateş. Kendini yakan ateş. Hiç bir söz dumanı bile olamaz o ateşin. Yüreğin ki isyan nedir bilmez. Yakar beni. Coşar kabarır, ta ki yerle gök bir olur; ama dökülmez. O yüreğin var ya, ne çok ağlamışımdır. Tevekkülün beni çaresiz bırakırdı. Küçüldükçe küçülürdüm. Büyüdükçe büyürdün. Küçücük.

Kabı seninki kadar geniş bir yürek, ben hiç tanımadım çocuk.

Nihayet sözcüğe geldin. Harfleri devire devire, ağzında boğazında hırpalayarak, bazen tükürür bazen doğurur gibi konuşuyordun. Bir, iki, üç kelime... Seninle konuşmak ne güzeldi. Kafanın içini merak ediyordum. Senin sözcüklerini, senin tariflerini duymak istiyordum. Her öğrendiğin yeni sözcükte ben, “sen”den yeni bir şey öğreniyordum. İçinden geliyordu, içinde doğuyordu ilk sözcükler... Tıpkı senin bende doğup, benden doğman gibi. Sözcükler senin çocukların oluyordu. Ben onları, senden oldukları için seviyordum.

Canımı çoğaltan,

Güle güle büyü... İçindeki mânâ seninle büyüsün, sözcüklensin.

 

 

 
 
İstanbul - 17.12.2008
Meryem Irmak
meryemirmak@gmail.com
www.semazen.net
http://sufizmveinsan.com