Devrim,
belli bir alanda hızlı, köklü ve
nitelikli değişiklik; ihtilal, inkılâp,
katlanma, ıslahat, ilerleme, reform,
teceddüt gibi anlamlar barındıran bir
kelimedir.
Toplumsal değişimlerin insan iradesiyle
hızlandırılması da devrimleri oluşturur
ve var olan bir rejimi şiddet kullanımı
sonucunda yıkarak yeni bir hükümet
biçimi oluşturan bir politik değişme
süreci diye de tanımlanır.
Bu kavram, son yüzyıllarda çeşitli halk
ayaklanmalarıyla beraber anılmıştır ve
kelime böylelikle dar bir alanda
konuşulagelmiştir. Artık, insanlar
devrim deyince siyasal bir fikir, durum
ya da her neyse akla gelen, onu öne
çıkarmıştır beyni ısrarlara
dayanamayarak.
Hâlbuki yukarıda da öz manasında olduğu
gibi devrim, bir oluşun, halin, düzenin,
alışkanlığın bitip yenisinin olayı
devralmasıdır.
Din terminolojisinde de teceddüt
kelimesinden türeyen müceddid,
yenileyen, reform yapan anlamına
gelir. Yaklaşık her yüzyıllık dönemlerde
geldiği kabul edilir bu yenileyicilerin.
Gerçekten de dönüp bakarsanız belli
dönemlerde büyük ölçekli değişiklikler
olmuştur dünya tarihinde. Takdir
edersiniz ki bu kişiler birilerini
katledip yerine geçmek isteyenlerden son
derece farklıdırlar.
(Bkz:
http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/gizlimimar.html)
Aslında her anımızda bir anlamda devrimi
yaşıyoruz. Çocukluğumuzda, öğrenme
sürecinde, öğrenilenleri yaşantımıza
yansıtırken başkalaşma durumunu
yaşıyoruz. Belki o anlarda bunu
hissedemiyor olabiliriz ama ileride bir
gün dönüp bakınca olanın adlandırmasını
yapabiliyoruz. Özellikle gençlik
çağlarında değişimin ve dönüşümün hızlı
olduğu zamanlarda hissedilen; “başka bir
insan mıydı altı ay önceki ben?”
sendromu, devrim kelimesiyle açıklanamaz
mı? Yahut eski kötü alışkanlıklarını
bırakan insanları görüyoruz, sürekli bir
değişim içersinde olan toplumda… Bu
kişilerin hayatlarında yaptığı şey
devrim değil midir?
Maddenin izafi oluşu
(1)
1900’ lü yılların başında kabul edilmeye
başladığında bu “devrim”
niteliğindeki bulgular artık insanoğlunu
bambaşka noktalara taşımaya başlamıştı
bile. İnsanlık tarihinin en büyük
devrimlerinden olan bu soyutlaşma
beraberinde son derece hızlı bir
değişimi de getirmiştir. Maddenin bir
alt katmanındaki enerji boyutu kendini
insanlığa açtıktan sonra düşünceler
sürekli onun üzerinde yoğunlaşmaktaydı
artık…
Bugün kullanılan teknolojiler de işte ta
o zamandan bugüne kadar herkese bir dizi
yeniliği getirmiştir. Haliyle evinde
televizyon izleyen, kahvede oyun
oynayan, gezip tozmayla vakit geçirenler
için hiç bir şey ifade etmiyormuş gibi
görünen bu olay zamanla onları da sarıp
sarmalamıştır.
Maddenin atomlardan oluştuğu, bunun alt
boyutunun da enerjiden oluştuğu artık
gün gibi ortadadır. Ayrıca atom
çekirdeği ve etrafındaki elektronlar
çizimleri birer anlatım tarzıdır. Bu
resimler asla görülemez çünkü orada bile
madde yoktur. Her şeyin aslında
enerji olduğunu
(2), maddenin ise enerjinin bir formu
olarak ortaya çıktığını ortaya koyan
teorilerin de 1800’ lerin sonlarında
kabul edildiğini belirtmek isterim.
Bu durumda beden dediğimiz, insan
dediğimiz şey neydi? Dağları, taşları,
bitkileri, yani diğer maddeleri kolayca
kabul edebiliyoruz, enerjinin
“çeşitli oranlarda formu-giyinişi”
olduğunu… Ama insan nedir? Peki, “ben”
dediğim şey bu beden değilse nedir,
soruları insanların kafalarını iyiden
iyiye kurcalamaya devam ediyor. Matrix,
Surrogates, Caprica gibi televizyon ve
sinema yapımları ile de bu noktaya
insanlar yönleniyorlar.
Her şeyin maddeye dayandığı fikriyle
yanlış olarak öğrenilen-öğretilen dini
bilgilerin aslında bu noktalara çok
önceden beri işaret ettiği görenler ben
dediğini, kendini tanımaya dört elle
sarılıyor. İnsanlar artık “nenemin
öğretileri”nin dışına çıkıyor ve
araştırmaya başlıyor. Bu konudaki şu son
bilgilere ulaşıyor:
(3) “…Peki, o zaman bu
madde algılayışını biz nasıl ediniyoruz
sorusuna da gene son dönemde çıkan
bilimsel veriler gün ışığına çıkarıyor.
Son bulgular da şöyle:
Los Angeles'taki California
Üniversitesi'nden, fizyoloji profesörü
ve nörogastroenteroloji
uzmanı Emeran Mayer ise,
şöyle diyor:
"KARINDAKİ BEYİN": ŞAŞIRTICI
"Bundan birkaç yıl önce, psikolojik
durum ve karındaki
ikinci beyin arasındaki
ilişkiden bahsetseydim, meslektaşlarım
benimle alay ederdi."
Flinders Üniversitesi'nde görevli,
Avustralyalı araştırmacı Marcello Costa,
başta kendisinin de inanmadığını
anlatıyor. Herkesin hemfikir olduğu konu
ise şu:
"Beyin haricinde,
en çok sinir
hücresinin bulunduğu
organ olan bağırsaklar; sindirim
işleminden daha
fazlasını yapıyor. Kaldı ki tek başına
sindirim işlemi bile oldukça karmaşık
bir iştir. İkinci
beyin, hem vücut hem
de ruhun hayatta
kalmasını sağlıyor. Kendisi,
psikolojimiz üzerinde belirleyici olan
serotonin, dopamin, opiatlar gibi, psiko-aktif
maddelerin kaynağı. Hatta, valium gibi
etkili ilaçların, teskin edici
özelliklerini kazandıran benzodiazepin gibi kimyasallar bile
burada
üretiliyor. Kısacası karın,
beyni pek
çok şekilde besliyor."
İnsan gözünün
4000-7000 Angström (bir
milimetrenin milyonda biri) dalga
boylarını algıladığını ve kulağının,
16 Hz-20 Khz dalgaları algıladığını
hesaba da katarak, beşer denilen
insanın bir sınırı olduğunu belirttikten
sonra, bağırsaklardan gelen ve
psikolojimizi, kişiliğimizi nerdeyse
yöneten bu hormonal sinyallerin
birleştiği noktayı alırsak, maddenin
bizim için neden ve ne denli önem teşkil
ettiğini anlama yolunda adımlar atarız
sanırım. Ve bu hormonları beyinde
(4)
amygdala bölgesi yönetiyor. Yani
salgılarından o sorumlu. Amygdala da
duygu repertuarı şeklinde tasvir
ediliyor. Duygular hormonları
tetikliyor. Acılar, korkular,
kıskançlıklar, hüzünler ve benzeri
duygularla beraber bedensellik oluşuyor.
Aslolan enerjinin, çeşitli oranlardaki
formu denildiğinde bu, o formdaki
varlıklarca algılanışı itibarıyladır.
Yani atomlardan oluşan bu sistemimizde,
biz bakınca bu formu görüyoruz ve onu
olduğu gibi kabul ediyoruz. Nedeni de
bir üst paragrafta açıklanıyor gibi…
Din ile insanlığa verilenler ise bu
bölgelerin farkında olup buraları
yönetmek üzere çalışmalar yapmakla
başlıyor. Yani dini bir dogma gibi
algılayıp sadece şekilsel öğelerini
almayıp alt planına bakılınca bunların
önemi bir kez daha anlaşılır.
İşte devrim, bu tür bulguların, daha
önceden açıklanmamışların açıklanması ve
değişik bir yaşam şeklini getirmesidir.
Biz de özellikle son yıllarda öyle bir
devrim arabasının içindeyiz ki bazen
hızına yetişmek için bir hayli ter
dökmek gerekiyor. Bu bilimsel veriler
artık her şeyi açıklıyor ve inanmayan
“kendi dünyasında” çeşitli hayallerle
ömrünü geçiriyor.
Dikkat edin! Dünya değişiyor ve insanlar
artık kaçınılmaz bir şekilde yenilenmeye
gidiyor. Her durakta da yeterince
kalıyor. Umarım durakların birinde inmek
yerine seyir halinde olan devrim
arabasının içinde, olanları hazmederiz.
Kaynaklar:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Devrim
(1) İzafiyet teorisi,
(2) Kuantum
mekaniği,madde=enerji:
http://tr.wikipedia.org/wiki/E%3Dmc²
http://tr.wikipedia.org/wiki/Özel_görelilik_kuramı
http://tr.wikipedia.org/wiki/Max_Planck
http://tr.wikipedia.org/wiki/Kuantum_Mekanigi
(3)
Hania Luczak, "Arzın
Merkezinden Sinyaller", geodergi.com,
Şubat 2008
(4) Amigdala (Amygdala),
http://tr.wikipedia.org/wiki/Amigdala |