Sevginin nar taneleri ellerime
Gülümsemenin incileri yüreğime
Döküldüğü vakit, ne yalan söyleyeyim,
Umutsuz günlerimdeydim.
Necip Fazıl’ın zindandan Mehmed’ine
Yazdığı satırlarda bir yerlerdeydim.
Istırap çekiyordum sen gelmeden evvel
Güzel ve yalnız ülkem için üzüntü vardı yüreğimde.
İçimden pek bir şey yapmak gelmiyordu.
Sönmüş sobanın kül dolu kovasında,
Odamın buğulanmış camlarında,
Mutfakta yığılan kaç günlük bulaşıkta,
Emine’nin penceremi gölgeleyen çarşaflarında
Bıkkınlık vardı havada uçuşan tozlarda.
Ta ki, çalana değin kapımın tokmağını.
Bir mahmurluk vardı cigaramın dumanında
Dağıldı sen tokmağı çalınca,
İnan o anda.
Sen girince odamdan içeriye
Camdaki buğu dağıldı, senin sıcağından.
Konuştukça insan olmanın erdeminden,
Sanatın, şiirin, edebiyatın,
Aydınlığın ve doğanın gölgesinden
Emine’nin çarşafları bile karartamadı odamı.
Senin sesinden sözcükler nar taneleri gibi
Senin gülüşünden inci taneleri gibi
Serin bir huzur yayılıyordu ten kafesime.
Bir tenis topu gibi aramızda gidip gelen
Kelimelerin, cümlelerin yere düşmemesi için
Sanki simsiyah saçlarında
Pırıltıların eksilmemesi için,
Nazar boncuğu bakışların daha aydınlanması için
Yalvardım Allah’a.
Anlatıyordun, anlattıkça ben
Kayboluyordum kelimelerin dergahında.
“Düşünmeye başlayalı beri
Bir gün olsun sarhoş olmadan gülemedik”
Senin sözlerinle sarhoş olup
Senin hasretinle ıstırap çeken bendim.
Senin yokluğun Tekirdağ rakısı, senin
Varlığın Marsilya şarabı idi.
Sarhoş olmadan bu dünya çekilmiyor ki.
Sensizlikte, senin olmadığın odamdaki
Saatin tik takları da
Ayık kafayla çekilmiyor ki.
Bilinç ağır, ayık olmak bunalım demek
Sensiz saatler ancak acı demek. |