Elektromanyetik Enerji Ve Ruh

 

                Prof. Nevzat TARHAN


Ruh Nedir?
Modern tıbbın kurucusu olarak bilinen Patolog Rudolf Wirchof, 'Hayatımda binlerce ceset kestim, ruh denen bir şeye rastlamadım' demişti. Fakat amacı insanı anlamak olan pek çok bilim adamı, bu yargının ötesine geçerek insandaki bedenin dışında psikolojik terimle 'self' şeklinde ifade edebileceğimiz, geleneksel terminolojimizde ise ‘nefs’ diye bilinen 'kendilik' yani 'öz'ün farkına varmıştır. ‘Nefs’ ya da ‘öz’ diye tanımlanan kavramla, spritüel olarak tartışılan ‘ruh’ arasında nasıl bir bağlantı olduğu ve bu kavramların sınırlarının neye dayanarak belirleneceği önemlidir.
Materyalist pozitivizme göre, nasıl karaciğerin salgısı safra ise, beynin salgısı da davranışlardır ve bunlar adeta beynin birer sonucudur. Buna göre beyin, davranış, duygu ve düşüncelerimizin kaynağıdır; Bunun üzerinde bir güç ve varlık yoktur. Ancak bu görüş tartışmaya açıktır. Zira bütün duygu, düşünce ve davranışlar insan beyninin ürünü olarak düşünüldüğünde, ‘açıklanamayan bilgiler’in kaynağının ne olduğu sorusuna cevap veremeyiz. ‘Sembolik, soyut ya da sanatsal düşünce nasıl ortaya çıkmaktadır?’ ‘Beyin bu kadar mükemmel bir düşünce grubunu nasıl bir araya getirmekte ve tek başına hiçbir aklı olmayan hücreler buluşup, akıllı bir hücreyi nasıl ortaya çıkarmaktadır?’ Bu sorulara pozitif bilimin bilinç kavramıyla açıklama getirmesi, konuyu yeterince aydınlatamamaktadır.

Ruh Nasıl Bir Programdır?
İnsanın doğumuyla beraber varlığını gösteren ve yaşanan gerçekler karşısında gelişebilen ruh programı; yaratıcı iradenin insanoğluna ikramıdır. Bilindiği üzere insan dışındaki hiçbir varlık yaratılışına ve sonrasındaki sürece dair sorgulama, hatta itiraz etme özelliklerine sahip değildir. İnsanlık alemi, Hz. Adem’den beri, bu yönüyle Yaratıcıya muhatap olmuştur.
Ruhu somut olarak bilgisayar programlarına benzetebiliriz; bilgisayar programları, bilgisayara içi boş olarak yüklenir ve biz ona kendi ilgi alanlarımız, zevklerimiz, yeteneklerimiz doğrultusunda programlar kaydedip; yine bunlara uygun dosyaları arşivleyerek genişletiriz. Programı ne kadar çok kullanırsak, o kadar zenginleşip geliştiğini de bu sayede fark ederiz. İnsan da ruhunu ne ölçüde geliştirirse, ona bu ruhu yazanla arasında o kadar güçlü bir ilişki kurulacaktır. Şuuru yerinde olan bütün insanların ruh programı genetik olarak aynı olmasına rağmen, az sayıdaki insan bu programa bilgi yükleyip gerektiği gibi kullanabilmektedir.

Radyoya İlham Veren Ruh Programı
Bilgisayarın yazılım ve donanım özelliklerinin yanı sıra üçüncü bir özelliği de ‘bağlanabilir’ olmasıdır. Hesap makinesiyle internete girme imkanı yoktur ancak bir bilgisayar, bağlantı kurduğunda, internete girerek pek çok bilgi kaynağına ulaşabilir. İnsandaki ruh programının da ‘bağlanabilirlik’ özelliği vardır. Bu vasıf, belli bir salınım ve titreşim gerektirir. İnsanda titreşimi sağlayan unsur, duyguların gerektiği şekilde yaşanması ve bu yolla ruhun inceliklerinin keşfedilmesidir. Yapılan araştırmalar, insanda üç çeşit temel duyunun olduğunu tespit etmiştir. Bunlardan birincisi dokunmak, fiziksel temas, ışık gibi mekanik duyular; ikincisi, tat, koku gibi kimyasal duyular; üçüncüsü ise, manyetik duyulardır. ‘Manyetik duyu’ hayvanlarda da vardır. ‘Altıncı his’ gibi ifadelerle anlatmaya çalıştığımız bu duyu, olacakları hissedebilme yetisinin hayvanlarda da olduğunu göstermektedir. Bu arada şu soru da akıllardan uzak tutulamaz: Manyetik duyuların insandaki yüksek duyguların kapısı, onların algılama kısmı olup olamayacağına dair sorulması muhtemel soruyu bir duyumuzu modelleyerek cevaplandırabiliriz: Ses titreşimini mekanik kulakta algılarız; iç kulağımızda ‘quartz kristalleri’ vardır. Titreşimler, ‘piezo-elektrik’ denilen bir olayla, kulağımızdaki ses enerjisini elektrik enerjisine dönüştürür. İşitme duyusu olarak kulak, işitme enerjisini elektrik enerjisine dönüştürmekle görevlidir. İşte insanda da sevgi, nefret, öfke gibi duygular mevcuttur. Bu duygular, beyindeki elektrik enerjisini radyo enerjisine çevirir. Yahut da çevreden gelen sevgi gibi manyetik enerjiyi beynimizin bir bölgesi elektrik enerjisi haline getirerek, beynin algılamasını sağlar. Manyetik duyguyu, duyu ve enerjiye çeviren beyin, onu kimyasal ve elektriksel olarak ‘proses’ eder ve biz de bu yolla algılamaya başlarız. Bu durum, henüz kanıtlanmış olmasa da aklî veriler ışığında beynimizdeki manyetik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren mekanizmanın varlığını ve kablosuz bağlantılarımızın gerçekleşme halini göstermektedir.

Sevgi, Foton Enerjisi Gibidir
İnsanı kendi içinde bir radyo istasyonuna benzetirsek, elektrik enerjisinde saklı olan egosunu görebiliriz. Bu radyo istasyonunun içinde teybe kaydedilmiş olanlara benzer bilgiler yer almakta ve bu da insana yetmektedir. Ancak bağlanabilirlik özelliğinin aktif olması için, üzerindeki ‘açma’ tuşunun anahtarıyla oynanması gerekir. Aksi halde insan, içindeki mevcut bilgilerle yaşadığında bir hesap makinesinin sınırlarında yaşamış olacaktır. Fakat içinde televizyon kartı da bulunan bir bilgisayarımız olduğunda; internete bağlanmak bir yana dünyadaki diğer kanalları da izleyeceğimiz bir güce kavuşuruz.
Hayvanlar insanlardan farklı olarak tıpkı bir radyo ya da teyp gibi, elektrik olduğu sürece çalışan ve içine kaydedilmiş bilgileri kullanan bir yapıdadır; yiyip içerler, cinselliklerini yaşarlar ve temel ihtiyaçlarını karşılarlar. Ama evrendeki bilgiyi alabilecek bir FM bantları yoktur. Oysa insan, megahertz üzerinden gelen titreşimle RF, Radyo Frekansı dalgaları ile ilahi radyoya bağlanır. Bu bağı oluşturan sevgidir. Sevgi gönlün enerjisi, kalbin özüdür. Buradaki kalpten kasıt, bir uzuvdan öte gönül boyutudur. Tıpkı foton ışınları gibi...
Elektronlar, kütlesi olan ışınlardır ve elektrik bu ışınlardan üretilir. Fotonlar da ışık benzeri her tarafa yayılabilen kütlesiz ışınlardır. Sevgi, foton enerjisinden oluşmuş gibidir. Hatta son yıllarda ışık hızından daha hızlı bir enerji parçacığından söz edilmekte ve ismine ‘psikon’ denilmektedir. Vücudumuzdaki elektrik devrelerini çalıştıran elektron özellikli bir enerjiyken; sevgi, foton özellikli kütlesiz bir enerjidir. Kalp ise bir ‘baz istasyonu’ gibi vericilerle bağlantı kurar. İçindeki duyguları ve fikirleri gönderir; yahut dışarıdan gelen bilgileri alır. Bu özelliği ile uyduya çıkma imkanı doğar. Hayvanlar sadece elektronik bir alete benzerken; insan bilinçli belleği olan, elektromanyetik bir cihaz gibidir. Çünkü hayvanlar içlerindeki programa birebir uysalar da, onlarla ‘online’ bağlantı kuramazlar. Zira onların yaratılışları ancak bu kadarına izin vermiştir. Yaratılışın sınırlı tutulduğu yerde, gelişim de yavaştır. Oysa imkanlar verildiği ölçüde, programın içi doldurulur, geliştirilir ve iyi yolda kullanılırsa, sistemin iyi tarafları ön plana çıkar.
İnsanda biri sabit biri değişken olmak üzere iki program vardır. Hayvanlarda ve diğer canlılarda geliştirilme özelliği bulunan ikinci bir programdan söz edilemez. İnsanın ayrıcalığı, beyninde doğuştan var olan işletim sistemindeki bu programın, yüklenebilir halde bulunmasıdır. Bu durum diğer canlıların yoksun oldukları, kabiliyetleri ve sınırları çok geniş bir işletim sisteminin, insan beyninde mevcut olduğuna işarettir.
İnsanın yeteneklerini keşfederek kendini geliştirmeye çalışması, onu yaratanın dikkatini çeker ve kişi Yaratıcı ile muhatap olma melekesini ilerletir. Zaten insanı insan yapan özelliklerin başında; kendisini, hayatı, yaratılanları sorgulayabilme ve cevaba ulaşma özelliği vardır. Mesela, psikiyatri alanında çalışan hekimler olarak beyindeki hücreleri birbirine bağlayan elektronik devreleri inceleyip, bu devrelerdeki arızaları düzeltmeye uğraşırken; insandaki sabit programın varlığı ve buna yeni programlar ekleme özelliğimizin olduğu gerçeğiyle tekrar tekrar karşılaşmamız söz konusudur. ‘İnsan bilgisayarına neden ruh programı yüklenmiştir ve daha da önemlisi ruhu yükleyen dış güç kimdir?’ sorusu, İlahiyat alanının cevaplayacağı bir sorudur. Pozitif bilimler ise, ‘mevcut işleyişin nasıl vücuda geldiğini ve ne şekilde çalıştığını’ izlemeye yoğunlaşır.

Ruh ve Güneş İlişkisi
Ruh insanda bir özellik olarak görülen, kütlesiz bir enerjidir. Güneş, söndükten ancak sekiz dakika sonra kaybolur. Işığı dünyaya, saniyede 300.000 km hızla gelir. Onun dışındaki farklı bir enerji türü de ruhtur. Ruh, zaman ve mekan kavramından uzaktır. Güneş bu anlamda yarı nurani diyebileceğimiz bir özelliğe sahipken ruh, tam anlamıyla nuranidir; hiçbir maddesel kayda -zaman kaydı da dahil- tabii değildir. Oysa foton enerjisi, kütlesi olmasa da ve çok minimal düzeyde kalsa da, güneş zaman ve mekandan kopuk değildir.
İnsan beynindeki bir bölge, evrendeki dalgalarla etkileşen bir özellik göstermektedir. Her enstrümanın bağımsız olduğu bir orkestrada orkestra şefinin bulunması halinde bütün enstrümanlar, şefin komutlarıyla çalar. Mesela, ayrı üç gitar çalınıp, üçü de aynı sesi verdiğinde bu üçünün osülasyonu birbiriyle örtüşür ve büyük bir ses ortaya çıkar. Ama gitarlardan birisi farklı bir ses verdiği zaman orkestradaki ahenge uymadığı için onun sesi, diğerlerinin arasında sırıtacaktır. İnsan beyninde de evrendeki salınım ve titreşim vardır. O titreşimle buluştuğumuzda, beynimiz adeta Yaratıcıya ulaşır. Hayatın anlamını kavramaya çalışan insanın beyinde Yaratıcının beklentisine uygun olan osilasyon üretimini başarmak için, evrendeki akılla ortak bir etkileşime girmesi gerekir. Dindar insanlar, bunu başarmışlardır. Beyinde evrendeki dalgalarla etkileşen bölge, aslında ruh denilen akıllı bir enerjinin, evrendeki akılla etkileşime girmesi sonucunda, bir anlamda otonom yani kendi başına çalışan, yemek içmek, üremek ve korunmak için yaşayan bir varlığın ötesine geçerek, bir bütünün parçasına dönüştüğünü gösterir. Bu, insanın kendisini güvende ve rahat hissetmesine yardımcı olur.
İnsan, yaratıcıyla etkileşime girmediği ve beyin bölgesi onu hissedemediği takdirde kendisini yalnız hisseder. Yalnız bu noktada şu soru bir tartışma konusu olmuştur: İnsandaki bu güven duygusu mu beyindeki o bölgeyi aktif hale getirmektedir, yoksa evrendeki enerji ile etkileşime girdiği zaman mı beyin bu duyguyu aktif kılar? Bu bilimsel tartışma konusu, ne derece sebep sonuç ilişkisiyle değerlendirilir bilinmez ama insan beyninin bir bölgesi harekete geçtiği zaman, kişinin kendisini mutlu ve güvende hissettiği açık bir gerçektir. Bunu başarabilmek için akıl, duygu ve ruh arasındaki tanımlamaları iyi bilmek gerekir. Ruh, insandaki iç gerçeği araştırırken, akıl daha çok dış gerçeklerle uğraşır. Ruh, insanın içinden gelen duygu ve heyecanlara karşı daha duyarlıdır. Sonuçta insana yaşama sevinci veren şey, bu üç melekenin ortak sonucudur.

RUH AKIL KALB HİYERARŞİSİ

Mevlana kalb akla, akıl ruha esirdir diyor. Bu bilgi yeni psikoloji teorisine tam uyuyor. Hatta ruh için beynimize paralel bir kuantum paralel beyin var mı? Bu beyine psikon beyni diyebilirmiyiz? sorusuna cevap aranıyor.
İnsan evrende okyanusun ortasındaki bir gemi gibidir. İçindeki duygusal enerji, onu ayakta tutar; akıl enerjisi ne yapacağını planlar ve ruhsal enerjisi karayla bağlantısını sağlar. Kimi zaman mutlu olduğu halde, okyanusun ortasında nereye gideceğini bilemez bir halde bulunabilir. Ya da denizde ilerlerken geçici bir mutluluk yaşasa da, aklını kullanmadığı takdirde nereye gideceğini bilemeyeceğinden mutluluğu geçici bir mutluluk haline gelebilir.
Ruh karadaki radyo istasyonuyla bağlantı kuran bir telsiz gibidir. İnsan kendini yalnız hissetse de 'benim evrende bir Yaratıcım var' düşüncesi ona kainatta yalnız olmadığı hatırlatacaktır. Ruhsal gerçeklik, insanın bütün evrenle bağlantı kurmasını sağladığı gibi, kişiye evrendeki bütünün bir parçası olduğunu da hissettirir.
Ruhun dışında akıl, insanın rotasını belirleyen bir başka öğedir; duygu ise onu ayakta tutar ve ona enerji verir. Üçü bir arada olmadığı zaman, o kişi mutlu olamaz. Eğer bir kimse duygusal enerjisinin yardımıyla kendisini motive edebiliyor ve aynı zamanda aklını da kullanarak problemlere karşı çözüm üretebiliyorsa, ruhu da ona yardım edecek ve ondan gelen sinyallerle hayatta, olması gerektiği gibi ilerleyecektir. Kişinin duygu ve aklında bir problem olmadığı halde, ruhuyla bağlantısı yoksa hayat rotasını şaşırma ihtimali yüksektir. Bu sebeple diyebiliriz ki; semavi dinlerle bağlantısı olan kişiler daha az hata yapmaktadırlar. Ruh bağlantısını kurmamış olanlar da doğru yolu bulurlar; ancak onlar yollarında tamamen deneme yanımla yöntemi ile ilerlerler. Semavi kaynaklardan ilham almayı ancak ruh başardığı için ruhsal bağlantısı güçlü olanlar, büyük yerle alışveriş yaparlar. Akıl ise, ancak kendi kaynaklarıyla yetinir.

Ruh Hastalanır mı?
Psikiyatrik hastalıklar uzun süre ‘ruh hastalığı’ şeklinde tarif edilmiştir. Bunun sebebi, bilgisayardaki devrelerde sorun olduğu zaman işlevinin kaybolması ve görüntülerin karışması gibi; insanda da sevgi, nefret, öfke ya da diğer duyguların gizli kalması veya gereğinin üzerinde varlık göstermesiyle, beyindeki elektronik ve kimyasal devrelerin bozularak ruhun varlığını gizlemesi sonucu bir nevi şizofrenik, akıl sağlığı bozuk davranışların ortaya çıkmasıdır. Burada ruhun kendisinden öte, ruh programı bozulmuştur. Yazılımda hata olmadığı halde elektronik devrelerdeki hata, ruh hastalığı şeklinde algılanmaktadır. Hekimlerin tavsiyesiyle alınan ilaçlar, beyindeki elektronik devreleri düzelttiğinde, program yeniden çalışır hale gelir.
Tıpkı bilgisayarların zaman zaman ‘reset’lenmesi gibi, insanın da kimi zaman yeniden yapılanması gerekmektedir. Bu yenilenme, kişinin evrendeki kozmik enerjiyle devamlı bağlantı kurması ve bağlantı sırasında, programda oluşacak virüsleri temizlemesiyle mümkün olur. Virüslerin bilgisayardaki programları sabote etmesi gibi, insanın ruh programını da sabote eden virüsler vardır. Yalan söylemek, hile yapmak, haksızlıkta bulunmak, saldırganlık gibi çevreye zarar veren her şey, bir virüstür. Virüslerin en kötü özelliği, amaca giden yolda insanı geri planda bırakmasıdır. Belli bir hedefe yönelik olarak gerçekleşen hayat yolculuğunda, şeytani virüsler bir engelleyici niteliği taşır ve hatta hayatı bloke eder. Virütik düşünceler, kişiyi zevk tuzaklarına düşürür. Bitmez tükenmez arzular ve bencil bir yaşam tarzı olarak özetlenebilecek virüsler, ana programın düzgün çalışmasını engellediğinden, temizlenmesine ihtiyaç vardır. Fakat temizlik bir defaya mahsus değildir. Tek defalık temizlik, insanın bütünüyle kurtulması anlamına gelmez. Doğru olan, koruma programları ve antikorlar geliştirerek bundan sonraki süreçte gelebilecek saldırılara karşı da tedbir almaktır. Dinamik bir varlık olan insan bu çabasını devam ettirebilirse, kendisine ve yaratıcısına karşı görevini yapmış ve insan olmanın gereğini yerine getirmiş olur. Aynı zamanda bu durum, ‘Büyük İrade’ tarafından da ödüllendirilir.

BİLİNÇ VE YAYILAN ENERJİ
Bilinç, insanın varoluşunun farkında olma özelliği şeklinde açıklanabilir. Kuantum fiziğinin tartıştığı bir alan olarak bilinç konusu, son yıllarda temel bilinç kavramıyla birlikte değerlendirilmektedir. Kuantum fiziği ile sinir bilimi arasındaki ilişkiyi araştıran bu bilim dalı; evrenin enerji bantlarından oluşan bir sistem olduğunu, bilinçli olma halinin ise ayrı bir frekans olarak insana verilmiş bir özellik olarak ortaya çıktığını belirtmektedir. Bu özellik, beyindeki metakognisyon genleriyle ifade edilen kişinin kendisinin ve zamanın farkına varmasını sağlar.
Evrende yayılan bir enerji vardır ve bunun dışındaki sabit enerjiler madde şeklinde özetlenebilecek ısı, ışık, radyo frekansı ve ruh gibi yayılan enerjilerdir. İnsanda ise diğer canlılarda olmayan bazı ruhsal yetenekler vardır. Bu yetenekler insanı diğer canlılardan ayırmaktadır. Böylelikle soyut mücerret diye adlandırdığımız kavramların yayılan ve kuşatan bir enerjinin uzantısı olduğunu görebiliriz.
Bilgisayarın elektrik fişinin çekilmesi ne ise, ruhun bedenden ayrılması da odur. Kalp ölümü ile beyin ölümü arasındaki fark işte bu noktada ortaya çıkar. İnsanda kalp ölümü olmamasına rağmen beyin ölümünün gerçekleşmesi, bitkisel, otonomik hayat diye tarif ettiğimiz durumdur. Yiyen, içen ama hareketsiz şekilde yaşayan bu insan, hareket edebilirse; hayvansal türde yaşamış olacaktır. Çünkü harekette bir irade vardır; beynin orta kısımlarının çalışması hayvansal hayatın devam ettiğini göstermektedir.
Evreni kuşatan enerjinin ruhsal enerji kısmını dönüştüremeyen otistik çocuklarda da sınırlı bir yaşam söz konusudur. Bu çocukların beyindeki dönüştürücüler çalışmadığı için enerjilerinin gereken bölümünü aktif hale getirmeleri zordur. İnsanın zaman, mekân kavramı, varoluşu ile ilgili soruları, neşe, sevinç gibi duyguları yaşadığı alan beyindir ve kişi bu bilinci sağlanamadığı takdirde yalnızca yiyen, içen ve boşaltan bir varlığa dönüşür. Yaşadığımız hayat tarzının devam etmesi için, beyin kabuğu ve beyindeki limbik sistemin çalışması gerekmektedir.
Beyin kabuğunun dışında ve beyinde duygu süreçlerini yöneten alanlar vardır. Bunlar, duygu boyutu olan soyut bilgilerin kaydedildiği bölgelerdir. Anlam ve duygu boyutu olan kararlar vermek, sözcük üretmek, sözcüklere anlam katmak ve anlam katılan sözcükleri dillendirmek; limbik sistemde beynin yerine getirdiği fonksiyonlardandır. Beyindeki bu bölümlerde eksiklik meydana geldiği takdirde, ‘ruh hastalığı’ dediğimiz hastalıklar ortaya çıkar.
Esasında ruh hastalığı, evreni kuşatan enerjinin beyinde bir enerjiye dönüşememesiyle ilgilidir. Beyinde bu konuya ilişkin bağlantı ve devreler çalışmadığı takdirde; onun ürettiği sinyallerin, evrensel ilişkiye bağlanabilirliği bozulmakta ve hastalık ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple evrendeki çekim kanunu ve enerji bağlanabilirliği oluşmakta ve sonuçta ruh ile beden ilişkisi arasında fark ortaya çıkmaktadır.

Rahmanın Nefesi Olarak Ruh
İnsanın yaratılışına baktığımızda, soyut anlamda dinler aracılığıyla gelen “ideal insan” modeli vardır. Bu modele uygun olmaya çalışmak önemlidir. Evrendeki dengeyi incelediğimizde evreni yaratanın bir amacı olduğu görülmektedir. Bize tevhidi öneren dinler, bu tezle hareket etmektedirler.
İbrahimî dinlerin orijinal tezlerine baktığımızda, insanın “nefes” olduğunu söylediklerini görürüz. İnsan ruhunu ilahi nefes olarak adlandıran tasavvufi bakış, İslam Peygamberinin varlık, ‘nefha-i rahmandır’ diye adlandırdığı ruhun ifadesidir. Allah tarafından insana üflendiği söylenen ruh da, insana aktarılan bir enerji transferinden bahsetmek mümkündür. İnsan üfürdüğü zaman bile içindeki bir şeyi karşısındakine aktarmaktadır. Hz. Muhammed, kendisine peygamberliğin geldiği ilk yıllarda, bir damla su da milyonlarca canlı olduğunu söylese, ruhun evrendeki salınım ve titreşimlerle münasebetini dile getirse buna kimse inanmazdı. Allah maddî bir varlık olmadığı ve ciğerleri de olmadığı için, ‘üfürme’ denildiğinde Allah’ın bazı özelliklerini kullarına aktardığı anlaşılmaktadır. Üfürme kavramını, bilgi ve özelde de vahiy olarak düşünebiliriz.

Vahiy, Bilgi Transferidir
Evren aslında bilgi ve bilginin çeşitli şekillere bürünmesi demektir. Mesela, bilginin madde şekli olduğu gibi enerji şekli de vardır ve bu dijital format biçiminde kendini gösterir. Evrende bilginin elektromanyetik biçimi, yüksek frekans boyu ve görme bandındaki şekilleri, kızılötesi dediğimiz ısıları okuyan biçimi ya da mikrodalga şekli, radyo frekansı şekli ve en sonunda da ruh enerjisi şekilleri vardır. Bütün bu bilgiler, evren eşittir bilgi, tezini doğurmaktadır.
Allah’ın kendi bilgisinden evrene ilettiği bilginin somut örneğini bilgisayar gibi düşünebiliriz. Bilgisayar, bilgiyi işleyen bir makinedir. Dijital formata çevrilebilen her bilgi, nakledilebilir ve bilgisayarda görünür hale dönüşerek okunabilir. Hayata dair bilgi de, “var” ve “yok” noktalardan ibarettir. Bu şifrelerdeki varlık ve yokluk, pozitif ile negatif olanın aynı yerde bulunduğunu gösteren bir dualite gerçeğidir.
Evrenin bilgisi otuz katlı bir inşaat yapacak olan mimarın, inşaata başlamadan önce iki sene proje çizmeye uğraşmasına benzer. Projenin uygulanması için sırasıyla ilim, irade, para ve zamanın olması gerekir. İlim tek başına yetmeyeceğinden buna eşlik eden, uygun yerde, uygun zamanda ve uygun şekilde yapma manasını ifade eden; hikmet gerekir.
Evrendeki bilginin yaratılışa dair bir dili vardır. Buradaki enerji bandı da bir dalga fonksiyonudur. Titreşimler hızlı olduğundan ve dalga boylarının bizim algılayamayacağımız süratte ilerlemesinden dolayı, ‘var-yok’ şeklinde gözüken dalga boylarını algılamak, insan için zordur. Bu şekliyle evrenin noktalardan ibaret olduğunu söyleyebiliriz.
Gama röntgen ışınları, çok yoğun ışınlardır. Madde de bir titreşimdir ama gama ışınları gibi ışınlar maddeyi geçmektedirler. Görünen ışınlar yedi renk aralığındaki ışınlardır. Biz diğerlerini göremediğimiz için; etrafımızdan ses, görüntü ve renk geçmiş olmasına rağmen onları ‘yok’ olarak kabul ederiz. Röntgen ışınları, ultraviyole adını verdiğimiz morötesi ışınlardır.
Varoluşun gerçekleşmesi için varlığa devamlılık ve sonsuzluk katılması gerekir. İnsanın mutluluk arayışı bile bu sebeple sonsuzluk arzusu.

Ruh ve Ölüm
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi isteyen okuyuculara ‘İnanç Psikolojisi’ kitabımı hatırlatarak ruh ve ölüm konusuyla yazıya son vermek istiyorum. Evren, kuşatan, büyük bir enerji; varlıklar ise bu enerji içerisinde birer sinyaldir. Oksijen, karbon, kedi, köpek ya da insan; yani varlığını devam ettiren her şey, birer sinyaldir. Sinyallerin parmak izi gibi iyon yükleri ve birer tanımlaması vardır.
Ruh ise iyon yükünün dışında, radyo frekansı şeklinde bir sinyaldir. Ölüm dediğimiz şey, ruh ile bedenin ortak olarak çalıştığı sürenin sonlanması demektir.
Ruh, yetenekler kümesidir ve bu kümedeki kimi yetenekler, kişinin kendisi tarafından geliştirilmekte ya da yarım kalmaktadır. İnsanın kendisine bahşedilmiş nimetleri hakkıyla kullanması önemlidir.
Sonsuzluğa inanan kişi, dünyanın ezelden gelip ebede giden hayat çizgisinde bir dilim olduğuna inanır. Bu dilimde kendisine sorular sorulur; o, bu sorulara verdiği cevaplara göre değerlendirilir.
İnsandaki bütün bilgiler, bir bilgisayarın harddiski gibi, uzun bellekte mevcuttur. Bu konuda literatüre girmiş şöyle bir vakıa vardır; Trafik kazası geçiren bir insanın başında bulunan meraklı bir nörolog, hasta koma halindeyken onunla uzun uzun konuşup, bütün konuştuklarını kaydetmiş; hastası komadan çıktıktan sonra ona konuşmalarının kaydını dinletmiştir. Kayıtlarda İtalyanca konuştuğunu duyan hasta, İtalyanca bilmediğini söylemiştir. Bu bilgiye, ilk önce kendi düşüncelerine delil oluşturacağını düşünen reenkarnasyoncular sahip çıkmışlardır. Ancak hastanın geçmişi araştırıldığında; babasının diplomat olduğu ve İtalya’da kaldıkları çocukluk yıllarında kendisiyle İtalyan bir bakıcının ilgilendiği, bakıcının kimi zaman çocukla İtalyanca konuştuğu ortaya çıkmıştır.
Hayatın ilk yıllarında öğrenilenler, belleğin alt katmanlarında, ileride öğrenilenler ise daha üst kademelerde yer bulurlar. Edindiği bilgileri muhafaza eden insan öldüğünde, sadece enerji bandını değiştirmiş olur. İnsan için enerji bandının önceliği hayat devam ettiği sürece maddî boyutta, öldüğünde ise anlam boyutunda seyreder.
Evreni kuşatan sonsuz enerji, sinyal üreten bu varlığa yani yaratılmışa; dünyadaki dolaşımını bitirdikten sonra başka bir yaşamda varlığını devam ettirmesi için izin vermektedir. Bu sebeple hiçbir canlı, sinyali sönmedikçe yok olmayacaktır. Bu duruma en iyi örnek son yılların icatlarından GPRS sistemidir. Arabalara yerleştirilen bu cihazla frekans kodundan o arabanın nereye gittiğinin bulunması mümkün olmaktadır; teknolojinin bu imkanı insan için de geçerlidir.
İnsanın sinyali, parmak izi gibidir ve onu evrendeki enerjiden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu sebeple, her bilim dalı ve her disiplin birbirini tamamlamaktadır. Evren bir bilgi kümesidir ve bu bilgi tüm evrene yayılmaktadır. Maddenin yaratılışı da matematik ifadeyle programlanmıştır; kişi bunları çözdükçe evrenin nasıl yaratıldığını da çözmüş olacaktır.

KAYNAK;
http://www.yazete.com/Elektomanyetik-Enerji-Ve-Ruh_30170.html

 

 
 
Prof. Nevzat Tarhan
ntarhan@gmail.com
İstanbul - 30. 11. 2009
http://sufizmveinsan.com