Sevgi Ekseni ne.,
Bir oda düşünün, adı gönül ferahlatan sohbetleri
çağrıştıracak ancak müdavimlerinin pek itibar
etmedikleri, uğramadıkları, rahle kurmadıkları,
heybemde size vermek, paylaşmak istediğim
hediyelerim var! demedikleri sükunette ki, darbe
görmüş gibi suskun.,
Halbuki içinde insan vardır, feveranda afaki görülen
hemen her düşün., Bahar ve ardından nimeti bol yaz
mevsimleri resmedilebilir, insanın suratında tezahür
eden hemen her gülüşün.,
O nasıl mevsimdir ki, iklime gülümserken dalındaki
yaprak çiçeklere küskün?
Anlayan, ben biliyorum diyen söylesin; Anne evladına
neden düşkün?!
Şöyle denilebilir belki; Hayat, sen benim belimi
bana ettiğin vefasızlıklarınla (veya beklentilerimi
kendi gerçeğinde vicahiye çevirmekle.,) büktün.,
Annenin evladına düşkünlüğündeki değerler
yelpazesinden alınarak, insanın insana muhabbeti,
aşkı, sevgisi ve hürmeti yönünde (riyasız bir
şekilde, çıkar gözetmeden) kullanılabilir mi? Her
kes kendi nefsine sorsa; Ben bunu denedim mi? diye.,
Hülasası ne olur acaba!
Özetten özetle, sahi biz nereye gidiyoruz?..
Bilinen kesin bir gerçek var; Yaratılışta hiç
kimsenin diğerine bir üstünlüğü yoktur! Dahası,
üstünlük sağlamaya da gerek yoktur. İyi ve güzel
olan kimin aklına gelip te yapmıyorsa o hayrı
ertelemiş olur, olacaktır! Nasıl ki her vicdanda
aynı endazeleri kullanan vicdan terazisi var. Kişi
oraya baş vurup sormalı, oradan realiteyi almalı,
oradaki vefa çizgisinde, oradaki sevgi ekseninde
kalmalı, “HANGİSİ DOĞRU?” Diye..,
Mahşeri bir yolculuktayız adeta., Yüzümüze gülene
gülüyor, yükümüzü alana sürünüyoruz! Süngüler
kınında hazır ki, savaşın kurallarına riayet
etmeksizin fenamıza dokunacak yeli sezdiğimizde ilk
darbe vuran olmak için tetikte, savunma
psikolojisini çoktan benimsemiş, kendi
muhakemelerimize kendi özel yasalarımızı koymuş,
galip ve haklı taraf olmayı genel geçerli doğru
olarak kabul edip benimsemişiz çoktan.,
İnsan o; Kendi gibi olmaya çalışır ve çelişkilerini
kendi marifeti ile ortaya koyarak, halkın ve Hakkın
doğrusu ile süzgeçten geçirir. Ta ki, diğer
insanların ruhen ruhuna yaslanıp felah bulabileceği
ahseni takvim (en güzel yaratılış) kıvamına
erişebilsin.
Bu manada her gönül bir sohbet odası olarak telakki
edilecek olursa, farkı ve farklılıkları o vakit çok
bariz bir şekilde müşahede ediyor olabileceksiniz.
Yerine göre çok kalabalık mahfiller aslında
ziyaretçilerine hiçbir şey vermiyor veya malayanilik
sunuyor konumunda olacaklardır! Zira insanların
direk olarak çıkarlarına hitap eden, nefsini okşayan
serzenişler, yaratılış kültüründe katiyen bir meşru
zemin bulamayacaklardır. Bize ihsanda, iyilikte
bulunacak kimsenin bizden şu veya bu şekilde ücret
istemesi, alması veya gizli amaçları uğruna
kullanması, bu gün veya geçmişteki bütün inanç ve
kabullere ters bir ahlaki anlayışı sergiler.
“Gaibi Allah bilir!” Biz kimsenin niyetini okuyacak
güç ve kudrete sahip değiliz ancak bize niyetin
haritasını çizecek olan söylemler ve eylemler
olabilir. Bunun aksini iddia etmekse kişinin
kendisini inkar etmesi gibidir. Şu hikayelerden
destanlarını okuduğumuz kahramanlık manzumeleri hiç
şüphe yok ki, bir gerçeğin öykünmesi, bir hak
edilmişliğin efsanesi, bir dik duruşun günümüze
uzanmış mazbatası mesabesinde bir gerçekliğin yol
haritasıdır.
Yani; Hayatın her kolunda ve konumunda dürüst
olanlar gerçek zaferi kazanan muzaffer kimselerdir.
Muteber (geçerli) olan haktır! Dolayısıyla insanlar
haklıya ve hak sahibine itibar edecek olursa ancak
altın çağ yaşanır. Zor ama (benim bildiğim) gerçek
budur. Hakkı tutup adaleti gözetenlere ne mutlu.,
Yanılıyorsam, Yüce Yaratanın (Allah c.c.) affına
sığınırım.,
Selam ve sevgilerimle.,