İlim ve irfan dünyamızda
kalb; mânevî âlemlere
açık gönül ve biyolojik
yapının önemli bir
santrali olan yürek
olmak üzere iki mânâda
kullanılır. Her şeyi
çift yaratan Rabb'imiz,
kalbi de, maddî ve
mânevî kalb olmak üzere
çift yaratmıştır. Mânevî
kalb ruhanî bir lâtife
olup, ruh (nefha-ı ruh)
bu latifenin esası ve
batını, biyolojik ruh da
bineğidir. Maddî kalbin
karşılığı olan yürek,
insan beyni gibi,
biyolojik ruhun
bedendeki üç merkezî
(kafa, kalb ve karın
bölgesi) santrallerinden
biridir. Kalb iki yönlü,
öyle nuranî bir
cevherdir ki, bir
yönüyle devamlı ruhlar
âlemine, diğer yönüyle
de cisimler âlemine
bakarl. Bu pencereden
bakıldığında maddî kalb
ile mânevî kalb birbiri
ile irtibatlıdır. Ancak
iki kalb arasındaki bu
münasebetin mâhiyeti ve
keyfiyeti, tam olarak
ortaya konamadığından,
araştırılmayı
beklemektedir. Aşağıda
insanın mâhiyetinde
potansiyel olarak var
olan ve hakikat yolunda
gerçekleştirilmesi
gereken kalb-akıl
birlikteliğinin, beden
yapısında yaratılışda
var olduğuna işaret eden
son araştırmalar
özetlenmektedir.
İnsanın biyolojik
yapısını çözümlemeye
çalışan modern tıp, son
yıllarda bu hakikatin
bedendeki tezahürlerini
ortaya çıkaran
araştırmalar
yapmaktadır. Mesela
klasik ders kitaplarında
kalb, hâlâ kan
pompalayan mekanik bir
sistem; beyin de, bütün
vücut organlarının
yönetildiği bir merkez
olarak tanıtılsa da, son
araştırmalar, kalbin
içinde beyindekine
benzer bir sinir sistemi
olduğunu, en az beyin
kadar kalbin de, beyni
ve beyin üzerinden
bedeni kontrol etmede
vazife aldığını
göstermektedir. Diğer
vücut sistemlerindeki
âhenkli işleyişin, beyin
kadar kalb vasıtasıyla
da düzenlendiği
anlaşılmaktadır.
Uzmanlar, son yıllarda
insan kalbini, vücut
sarayının ilk anda fark
edilmeyen bilgesi ve
efendisi olarak
tanımlamaktadır. Beynin
mücerret (soyut) ve
analitik mantıkî
zekâsının yanında,
kalbin de, hissî ve
iletişim zekâsıyla
donatıldığı, duyguların
ilk üretiminin kalbde
gerçekleştiği, kalbde
üretilen duygu taşıyan
sinyallerin, beynin
limbik sistemine çok
hızlı şekilde taşındığı,
beyin üzerinden hissî
cevabın vücûda ve
çevredekilere tesir
ettiği ortaya konmuştur.
Nörokardiyoloji veya
kalb-beyin bağlantısı
bilimi çerçevesinde
yapılan bu araştırmalar,
insana ve onun sağlığını
nasıl koruyacağımıza
dair bakış açımızı ve ön
kabullerimizi kökten
değiştirecek
seviyededir.
İnsanın kalbi ve beyni
arasındaki iki yönlü
iletişim ağı, dünyadaki
en kompleks iletişim
ağlarından biridir.
Öncelikle kalb, beyinden
bağımsız en az 40.000
sinir hücresinden
yapılmış, kendine has
kompleks ve sırlı bir
sinir sistemine
sahiptir; bu sinir
sistemi, 'kalbdeki
beyin' olarak
tanımlanmaktadır. Bu
sinir hücresi sayısı,
beynin çeşitli
merkezlerinin her
birinde bulunan ortalama
değere yakındır. Çok
açık ve sağlam
delillerle gösterildiği
üzere, kalb beyinle dört
yol üzerinden iletişim
kurar. Birincisi,
sinirler (nörolojik
yol); ikincisi hormonlar
ve nörotransmitterler (biyokimyevî
yol); üçüncüsü, kan
basıncının oluşturduğu
nabız dalgaları (biyofızikî
yol); dördüncüsü ise,
elektromanyetik
sahaların karşılıklı
tesiridir(enerji yolu).
Kalbi ağ gibi saran ve
kan damarlarını besleyen
sempatik sinirler, kalb-damar
fonksiyonunun dört
önemli iletişim ve
düzenleyici ayağından
biridir. İnsan kalbi
vücut sarayında en güçlü
ve geniş elektromanyetik
alanın üretildiği bir
sistemdir. Kalbde
üretilen
biyoelektromanyetik
sahalar, insan kalbinden
yaklaşık 50–70 cm
mesafeden SQUID (Süperiletken
Kuantum İnterference
Cihazı) tabanlı
magnetometreler ile
ölçülebilmektedir.
Kalbde
elektrokardiyogram
olarak (EKG) ölçülebilen
elektrik alanı, beyinde
kaydedilen
elektroencephalogramdan
(EEG) genlik (amplitud)
bakımından ortalama 60
misli daha büyük,
manyetik bileşeni de,
beyinde üretilen
manyetik bileşenden
yaklaşık 5000 kere daha
güçlüdür. Dolayısıyla
dokular tarafından
emilerek yok edilemez ve
kalbin ritmik aktivitesi
ile üretilen kan
basıncı, ses basıncı ve
elektromanyetik
dalgalardaki
değişiklikler, vücuttaki
her organ ve hücre
tarafından
algılanmaktadır. Kalbde
yaratılan bu
elektromanyetik enerji,
sadece bedenin her
tarafına iletilmekle
kalmaz, aynı zamanda o
enerjinin yayılma sahası
içinde bulunan kişiler
tarafından da
hissedilebilir. Bütün bu
tespitler, kan
pompalamasının yanında,
kalbe, bedenin tamamında
tesirli eş zamanlılığı
(uyum ve ritim
bütünlüğünü) tanzim
edici sinyal merkezi
olarak da vazife
verildiğini
göstermektedir. Kişiler
farklı duygular (öfke,
sevinç, korku ve
ümitsizlik gibi)
yaşadıklarında, kalb
atım değişkenliğindeki
ritmik desenler de
değişmektedir. (Şekil-l
ve 2)
Şekil 1: Öfke durumunda
kalb ritmi
Kalbin hissî durumu
çevredeki insanlara
tesir eder
Kalbden çıkan elektrik
sinyallerinin kalitesi,
insanın bütün
hücrelerine olumlu veya
olumsuz tesir eder.
Kalbde üretilen
elektromanyetik alanlar
ve duygular, kalbden
50-70 santimetre mesafe
içinde kalan veya fizikî
temas halinde bulunan
diğer insanların duygu
ve düşüncelerine tesir
ettiği bulunmuştur.
(Şekil–3)
Bu ise kreşlerde görev
alan eğitimcilerin ve
annelerin hissi
durumlarının, doğrudan
doğruya çocukların
(beyin ve kalb başta
olmak üzere)
gelişmelerine müspet
veya menfî tesir
ettiğini göstermektedir.
Bilhassa kreşlerde görev
alan kişiler; stresli,
öfkeli, ümitsiz ve
sıkıntılı ise, bu sadece
kendilerine tesir
etmemekte, aynı zamanda
eğittikleri çocukların
gelişmesine de tesir
etmektedir. Çocuklara
hizmet veren kişilerin
pozitif duygular
taşımaları, şefkatli ve
güleryüzlü olmaları,
çocukların gelişmesine
ve öğrenmesine olumlu
tesir etmektedir.
Şekil
2: Şefkatin ve takdirin
olduğu durumda kalbin
ürettiği ritimler .
Benzer ritim motifleri,
kalb-kafa bütünlüğü
oluştuğunda ve
düşünceler ile duygular
birlikte âhenkli şekilde
çalıştığında ortaya
çıkmaktadır. Bu âhenk ve
uyum, vücudun bütün
organlarında birbirini
destekleyici optimum
performansa vesile olur.
Çocuklarda beyin ve
kalbin sağlıklı
gelişmesi, anne ve
eğitim rehberlerinin
sağlıklı bir kalbe sahip
olmalarına, sağlıklı
kalb için de, annelerin
pozitif duygulara
(şefkat, merhamet,
muhabbet gibi) sahip
olmaları gerekmektedir.
Harvard Üniversitesi'nde
yapılan bir araştırmada,
çocukluk döneminde
yeterince sevilmeyen ve
şefkat görmeyen
yetişkinlerin, görenlere
kıyasen çok daha fazla
hastalandıkları ve erken
öldükleri
gösterilmiştir. İnsanın
genel sağlığının, akılcı
ve rasyonel düşünceden
ziyade, mânevî boyutu
güçlü olan pozitif
duygularla yaşamasına
bağlı olduğu
anlaşılmaktadır.
Buradan, kalblerde
ortaya çıkan hislerin
terbiye yoluyla kontrol
edilebilmesinin önemi
daha iyi
anlaşılmaktadır. Zira
kalb, insanın genel
sağlığının önemli
düzenleyici
merkezlerinden biridir.
Davranış stilleri (işkolik,
aceleci, telaşlı, öfkeli
olma), kalbin sağlığını
bozan ve kalb krizine
yol açabilen önemli risk
faktörleridir. Yapılan
bazı araştırmalar; öfke,
endişe, ümitsizlik gibi
negatif hislerin uzun
süreli ve yoğun
yaşanmasının, kalb
hastalıklarına bağlı âni
ölümlere yol açtığını
göstermektedir. Kronik,
iyi yönetilmeyen,
olumsuz duygulara bağlı
stresin kanser ve kalb
hastalıklarına yol açma
riski, sigara kullanımı,
yüksek kolesterol ve
hipertansiyona kıyasen
altı misli daha
fazladır. Yaptığı işten
memnun veya tatmin
olamama da, kalb krizi
için önemli bir risk
faktörü olarak
gösterilmektedir.
Şekil 3: Dokunmanın
beyin ve kalbdeki
tesirleri
Kalb atım hızı
değişkenliği
Kalb aktivitesinin
kontrol ve tanziminde
kullanılan dört yoldan
biri olan otonom sinir
sistemindeki sempatik
sinirlerden gelen
uyarılarla, kalb atım
hızı ve böbreküstü
hormonlarının
salgılaması artırılır.
Parasempatik sinirlerden
gelen uyarılarla ise,
kalb atım hızı
yavaşlatılır. İkisi
arasındaki denge ve
uyum, kalb sağlığı
açısından son derece
önemlidir. Zamana bağlı
olarak nabız atımları
desenlerinde gözlenen
değişmeler, beyin ve
kalb arasındaki dengenin
anahtar bir ölçüsüdür.
Kalb atım hızı
değişkenliği (heart rate
variability-HRV),
sinoatrial düğümdeki (kalbde
elektrik akımı
üretilmesinde vazifeli
sinir hücreleri
topluluğu) elektrik
uyarılarının sağlıklı
düzenlenip
düzenlenmediğine
işarettir. HRV
parametresi, beyinden
kalbe ve kalbden beyine
giden düzenleyici
sinyallere kalbin cevap
verme kabiliyetini
ölçmeye yarayan bir
pencere oluşturduğu
için, son yıllarda, kalb
atım ritimlerinin
değişiklik yüzdelerinin
anlaşılması önem
kazanmıştır. HRV ölçümü,
bir saatlik ölçme ve
analiz yapan takogramlar
aracılığıyla yapılır.
Normalda HRV
parametresi, insanın
değişen durumlara
kalbinin uyumu için
gerekli kalb atım
hızının cevap verebilme
kapasitesidir. Stres,
öfke, aşırı sevinç,
panik gibi durumlarda,
bu kapasitedeki azalıp
artmalar, kalbin uyum
kabiliyetini bozmakta,
azaltmakta ve neticede
sistemin çökmesine sebep
olabilmektedir. Maddî
veya hissî sebeplerle
azalmış HRV
değişkenliği, aritmik
kardiyak ölümün,
myokardial enfarktüsün,
atherosklerozun hızlı
gelişmesinin ve kalb
yetmezliğinden ölümün
önemli bir ön
habercisidir. HRV
değişkenliği azalmış
hastalar, HRV
değişkenliği normal ve
yüksek olan hastalara
kıyasen daha erken
ölebilirler. Ayrıca HRV
değişkenliği normal
denge sınırları içinde
seyretmiyorsa, o
kişilerin de âni bir
kalb krizi ile hayata
veda etmeleri oldukça
yüksek bir ihtimaldir.
Biyolojik işleyişte
beyin kalbe itaat ediyor
Kalb atım hızındaki
değişme ritmlerinde uyum
yakalandığında, kişinin
beyninde üretilen alfa
veya daha düşük
frekanslı dalgalar da,
kalbin ritmlerine eş
zamanlılık
(senkronizasyon)
gösterecek şekilde uyum
sağlamaktadır. Bir başka
ifadeyle, kalb
ritimlerindeki uyum ile
kalb-beyin arasında,
âhenkli işleyiş ve
mükemmel bir bütünlük
vardır. Yapılan
araştırmalar,
yaratılışta, beyin
aktivitesinin kalbin
aktivitesine senkronize
olacak şekilde
programlandığını
göstermiştir. Mesela
embryonik gelişmede
beyin kalbe tabii
olmaktadır. Çocuk anne
karnında gelişirken,
önce beyin değil, kalb
gelişmektedir. Beynin
gelişmesi, çocuk bir
yaşına gelinceye kadar
ancak tamamlanmaktadır.
Son araştırmalara göre,
kişi niyet edip
hislerini
değiştirdiğinde,
otomatik olarak kalbden
beyine giden sinir
uyarılarının kalitesi de
değiştirilmektedir. Bir
başka ifadeyle, kişinin
psikofizyolojik durumu,
dengeli ve olumlu ise,
kalbin HRV ritimleri de,
buna paralel olarak
âhenkli olmakta ve
sonuçta beyindeki
elektrikî faaliyetler,
kalbde oluşan bu uyum ve
dengeye tabi
(senkronize) olmaktadır.
Yapılan araştırmalar,
insanların hayatlarının
yüzde seksen ile
doksanını, otomatik ve
mekanik şekilde
yaşadığını (şuurane,
akıl ve mantık
kontrolünde değil),
gündelik hayat içinde
çoğu kararlarını ve
faaliyetlerini şuursuz
şekilde,
alışkanlıklarına ve
şuuraltı
yönlendirmelerine göre
düzenlediklerini
göstermektedir.
Duygularımız üzerinde
şuur ve iradenin
kontrolü zayıf, güçlü
duygularımızın (tutku
veya ihtiras) irademizi
ve şuurumuzu kontrol
etme ve yönlendirme
kapasitesi ise çok
fazladır. Ülfete ve
alışkanlıklara dayalı
olarak yürütülen
otomatik hayat tarzının,
şuurane ve irade
merkezli bir hayat
sürmeye fıtrî
baskınlığı, duyguların
(bilhassa tutkuların)
akıl ve mantığa karşı
fıtrî üstünlüğü vardır.
İnsanın bu fıtrî durum
ve meyelânı, (sağlığı en
ideal sürdürebilme
noktasından) akıl,
mantık ve iradenin
kontrolünde şuurane bir
hayatın nasıl daha çok
yaşanabileceği sorusunun
cevabını bulmayı, önemli
hale getirmektedir. Bu
cevabın temelini, kalbin
ve gönlün eğitimine
(günlük dildeki
ifadesiyle duygusal
zekanın eğitimine)
öncelik ve ağırlık
vermek oluşturur.
Duyguları ve tutkuları
dikkate almayan, hatta
göz ardı eden,
akılcılığa dayalı eğitim
âcilen terk edilmelidir.
Buna karşılık, kalb ve
duygulara önem veren,
aklın ve mantığın
duygulara yardımcı olup
yol gösterdiği bir
eğitim ve hayat
felsefesi
benimsenmelidir.
________________
KAYNAKLAR
l) Gülen M.F.(2001).
Kalbin Zümrüt Tepeleri,
Cilt 1. Nil yayınları ,
İstanbul.sh. 44-46
2) Rollin McCraty, Mike
Atkinson and Dana
Tomasino (2001). Science
of The Heart. HeartMath
Research Center,
Institute of HeartMath,
Publication No. 01-001.
Boulder Creek, CA.
3) http://www.futurehealth.org/Freezeframe.htm
4) http://www.heartmath.org
Bu yazı SIZINTI
DERGİSİ'den alınmıştır |