Melâmet;
kınamak, ayıplamak, azarlamak, serzenişte bulun- mak,
korkmak, rüsvalık anlamına gelen melamet mastar bir
kelime olup, melâmeti ise kınanmaya konu olan demektir.
Tasavvuf
ıstılahında ise yaygın olarak yapılan tarif şöyledir.
Yaptığı iyilikleri gösteriş olur endişesiyle gizlemek,
kötülükleri ve işlediği günahları ise nefsiyle mücadele
etmek için açığa vurmak.
Bu tanımlardan da anlaşıldığı gibi, melâmetin temel
vasfı, riya- dan kaçınmak amacıyla gizlilik ve şöhretten
sakınmaktır.
Ayrıca, iddia
sahibi olmama, riyadan sakınma, şöhretten uzak durma,
nefsi itham ederek onun ayıpları ile meşgul olma, güzel
amel- lerini görmeme şeklinde de ifade edilmiştir.
Melamilik, iyi
davranışları açıklamaktan ziyade, kötü davranış- ları
ortadan kaldırmaya yöneliktir. Yani o, iyi amel ve
iyilikler hak- kında konuşmaktansa amellerinin
eksiklikleri üzerinde durmayı ter- cih eder.
Melametin
düşünce tarzının temelindeki asli unsurun, riya, ken-
dini beğenme ve kibir gibi kalbi afetlerden sakınmadır.
Bu konuda yapılması gereken, nefse karşı titiz bir
sorgulama ve nefisten tümüyle fani olmaktır.
Tarikatlar, sosyal ve
dini teşkilatlar oluşturup, kendilerine has yaşam
tarzları, dergahları ve kıyafetleriyle halktan
ayrılmalarına kar- şın melamet ehli ne bir tarikat
şeklinde teşkilatlanmayı ne de hareket tarzlarıyla ve
kıyafetleriyle toplum içerisinde ayrı bir zümre olmayı
uygun bulmamışlardır.
Bu özellikleri
ile melâmet ehli, gerek hal, fiil ve davranışlarıyla
gerekse sözleri ve anlayışlarıyla dış görünüşlerinden iç
halleri belli olmayan bir zümre olup avam ile avam,
havas ile havas olmuşlar, gerçek durumlarını
sezdirmemeyi, toplum içerisinde kılık kıyafet ve
görünüşte ayırt edinmemeyi anlayışlarının esası olarak
belirlemişler- dir.
Melamet
ehlinin kendilerini kınamaları hususunda Kur’an’da şu
ayetler dayanmaktadır.
“Ey inananlar,
sizden kim dininden dönerse (bilsin ki), Allah yakında
öyle bir toplum getirecektir ki, O onları sever, onlar
da O’- nu severler. Mü’minlere karşı alçak gönüllü,
kafirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda
cihad ederler, kınayanın kınamasın- dan korkmazlar.
Bu,Allah’ın bir lütfüdür, onu dilediğine verir. Allah-
’ın lütfü geniştir. O her şeyi bilendir.” (Maide, 5/54)
“Kendini
kınayan nefse yemin ederim.” (Kıyamet, 75/2)
Birinci ayette
sözü edilen cihat, melamet düşüncesine göre öncelikle
nefs ile cihat ve her konu ve alanda halka hizmet
anlamın- dadır.
İkinci ayette
ise, kendisinden kaynaklanan her şeye karşı nefsini
muhasebe eden, kınayan kişi övülmektedir.Bu melamet
düşüncesinde kamil bir nefistir.
Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmamak melamet
ehlinin sarsılmaz özelliklerinden biridir. “Kınayanın
kınamasından korkmamak” korkusuzca Allah'ın yolunda
gitmek ve O'nun hükümleri doğrultusunda davranıp,
Allah’ın kanunlarına göre neyin doğru, neyin yanlış
olduğunu belirleyerek, karşıtlarının muhalefet, sansür,
eleştiri, itiraz ve alaylarına hiç mi hiç aldırmamak
demektir. Hatta onlar halkın görüşü İslâm'a aykırı da
olsa, dünyanın kınama ve alaylarına maruz kalsalar da
samimi olarak doğruluğuna inandıkları İslâm'ın yolunda
korkusuzca giderler.
Kınayanın
kınamasından korkmak aynı zamanda da Allah'a kar- şı
şirk koşmak anlamına da gelir. Çünkü Allah’n bildirisi
“yalnızca Ben' den korkun” şeklindedir. Bu bildiriye
uymayan kişi ise kendi- sinden başka kimseye zarar
veremez. Zira Allah isterse onun yerine kınayanın
kınamasından korkmayan ve yukarıdaki ayette belirtilen
üstün vasıflarla donatılmış mü’minleri getirir.
Melamet ehli,
her zaman ve her yerde Allah'a kulluk etmeyi, O'nun
emirlerini yerine getirmeyi, insanların arzu ve
isteklerini değil de yalnızca Allah'ın rızasını
gözetmeyi başlı başına bir görev telakki edinmişlerdir.
Bunun için yukarıdaki ayette gecen “Allah yolunda
savaşmayı” öncelikle nefis ile olan savaş kabul
etmişlerdir. Bu ne- denle her devirde içerisinde
yaşadıkları topluklar tarafından yadır- ganmış, kınanmış
ve çeşitli tepkilerle yargılanmışlardır. Bu tepkiler
bazen yakın çevresinden, karşı tavır alma, manevi baskı
ve kınama şeklinde kendini gösterdiği gibi bazen de
zamanın önde gelenleri ve idarecileri tarafından daha
çok fiziksel saldırı ve eziyet şeklinde ger-
çekleşmiştir. Kimilerinin işkencelerle başı kesilmiş,
kimilerinin deri- si yüzülecek kadar ileri gidilmiştir.
Bunlardan daha kötüsü, melamet anlayışı yüzyıllar boyu
zındıklık ve sapıklık olarak nitelendirilmiş, melamete
tabi olanlar aşağılanmıştır. Bugün dahi bazı İslam
ilmihal- lerinde ve ansiklopedilerinde melamet,
“zındıklık ve sapıklık” olarak tarif edilmektedir.
Ancak bütün bu eziyet ve karalamaların sebebi melamet
anla- yışının farklı biçimlerde algılanmasından ve
uygulanmasından ileri gelmektedir. Şunu belirmek gerekir
ki, başlangıcından beri melamet anlayışının algılanması
ve yaşama geçirilmesi farklı farklı olmuştur. Günümüz
Melamilerin de bile hala bu farklılıkları görmekteyiz.
Bu farklılıkları İslam bilim adamlarından Hucviri
(Ö.1072) yaşadığı devirde melamet hakkında araştırmalar
yapmış ve bu araştırmalarının sonuçlarını eserlerinde
belirtmiştir. Hucviri’ye göre melamet anlayı- şı;
istikamet, kast ve terk olmak üzere üç
çeşittir.
1- İstikamet
şeklindeki melamet: Kişinin, ibadet ve amellerini
güzelce yerine getirmesi, Allah’ın farzlarına riayet
etmesi, yine Allah ’ın emir ve yasaklarına uyması,
insanların ondan memnun ve hoşnut olması ya da
olmamasına aldırmaması anlamında bir melamet anla-
yışıdır. Üçüncü devre melametin kurucusu Muhammed İbnü’l
Arabi böyle bir melamet anlayışını tercih etmiştir.
Günümüzde makbul olanda bu anlayıştır.
2- Kast
şeklindeki melamet: İnsanlar tarafından büyük bir itibar
ve hürmet gören bir kişinin bu itibar ve makamın nefsini
harekete geçirerek benlik duygularını artıracağı
endişesi bu tip melamet anla- yışının doğmasına sebep
olmuştur. Bu anlayışa sahip olan melamiler, sırlarının
ve gerçek kimliklerinin açığa çıkacağından korktukları
ve insanların övmelerine sebebiyet verecek bir hal
ortaya çıkınca nefis- lerinin gururlanmasından
çekindikleri için bir taraftan bu halleri giz- lemeğe
çalışmışlar, diğer taraftan nefislerini kırmak için
halkın öfke ve tepkilerini çekecek, hatta zaman zaman
kınama ve azarlamalarına neden olacak fiiller
sergilemişlerdir. Özellikle birinci devre melame- tiler
bu tip anlayışı ön planda tutmuşlardır. Birinci devre
melame- tilerin önderlerinden sayılan E.Ebu Hafs
Haddâd (Ö. 883) kast şek- lindeki melameti şöyle
tanımlar.
“Onlar selamı
istemeyerek alanlara verir, isteyerek selam veren-
lerden almazlar. Kendilerini sevenlerle oturmayıp,
onlara itibar etme- yenlerle otururlar. Kendilerine bir
şey vermeyenden isteyip, veren- den istemezler.
Kendilerinden yüz çevirene yönelip, kendilerine yö-
nelenlerden uzaklaşırlar. Kendilerini sevmeyene
verirler, sevene ver- mezler. Kendileriyle buğzedenlerle
yaşarlar, kendilerinden hoşnut olanlarla birlikte
olmazlar. Sevmedikleri şeyleri yerler, lezzet al-
dıklarını yemezler. Bir yerde kalmak istediklerinde
sefere çıkarlar, sefere çıkmak istediklerinde oradan
ayrılmazlar. İşte bu şekilde tüm hallerinde nefislerine
muhalefet ederler.
Onlar şeriat
nazarında mübah olmakla birlikte, görünüş itibariyle
kınanacak davranışlarda bulunurlar. Örneğin, insanlardan
kendi dere- celerinde olmayanlarla sohbet ederler,
haklarında söylentiye sebep olacak yerlerde otururlar.
Bütün bunları hallerini gizlemek ve gerçek durumlarına
bir itiraz gelmesini önlemek için yaparlar.
Yine onlar, batınlarını/iç
alemlerini korumak ve nefislerini aşa- ğılamak için
zahirlerini/dış görünüşlerini küçümsemişler, böylece
hallerine ve sırlarına başkalarının vakıf olmasına imkan
vermemişlerdir.”
Görülüyor ki,
nefsin hoşuna gideceği, memnunluk duyacağı her şeyi terk
etmek, halkın kendilerine hürmetle bakmamaları ve bir
mevki vermemeleri için gayret sarf etmek bu tip melamet
anlayışının ana ilkesidir.
Ancak böyle
bir melamet şekli bazı melametiler tarafından abar-
tılmış, bu suretle halkın günaha girmesine ve onlardan
nefret etmele- rine sebep olmuşlardır.
3- Terk şeklindeki melamet:
Kişinin, küfür, sapıklık, şeriatı terk etme ve günahları
mübah sayma gibi bir takım davranışlar sergileme- si ve
bu davranışları sergilerken, bütün bunların melamet
yolunun bir gereği olduğunu söylemesi şeklindeki
melamettir. Bu tip bir melamet anlayışı birinci, ikinci
ve üçüncü devre melamiler arasında her zaman görülmüştür
Günümüzde böyle bir anlayışına sahip melamiler, özel-
likle melami mürşitleri tahminlerin üstündedir. İşte bu
tip bir anlayış nedeniyle İslam alimleri melamet
anlayışına kuşku ile yaklaşmış ve dolayısıyla melamet,
İslam ilmihallerine ve ansiklopedilere “sapık- lık ve
zındıklık” olarak geçmiştir.
Melametin
tanımı yüzyıllar boyunca değişik tarz ve niteliklerde
belirtilmiş, birinci, ikinci ve üçüncü devre melami
büyükleri bu ko- nudaki düşüncelerini yaşantılarıyla
halka aktarmışlardır. Bu konuda yaptığımız
araştırmalarda bu ünlü kişilerin melamet hakkındaki
düşüncelerini şöyle sıralayabiliriz.
G. Hamdun
Kassâr (Ö. 884)
Hamdun Kassar, melamet yolu hakkında “melamet, halk
içinde süslenmeyi, herhangi bir hal veya ahlak ile
onların rızasını ummayı tamamıya terk etmek. Ve Allah
yolunda kınayanın kınamasından korkmamaktır”
Hamdun
Kassâr’ın özellikle üzerinde durduğu konular tevazu,
zühd, fakr, melamet, ihlas, tevekkül,açlık, samt,
riyadan sakınma, fütüvvet ve nefse muhalefet olarak
sıralanır.
Hamdun Kassâr, melamet ehlini,
“batınlarında bir iddiası, zahir- lerinde de yapmacık ve
riyası olmayan, Allah ile aralarındaki sırdan, mahlukat
bir tarafa, kendi zahiri kimliğinin bile haberdar
olmadığı kimselerdir.”
şeklinde tanımlamaktadır. Onun bu tanımında, “mut- lak
anlamda gizlilik” esası üzerinde durduğu görülür. Bu
nedenle o, kalbi zikirden yanadır ve ibadetlerin gizli
olarak yerine getirilmesini savunur.
Hamdun Kassar’a göre melamet; “halk
için süslenmeyi, her hal ve davranışta halkın rızasını
gözetmeği kesinlikle terk etmen ve kınayanın kınamasının
seni Allah yolundan alı koymamasıdır.” Bu işin başı
nedir diye sorulduğunda; “nefsi aşağılamak, hor görmek,
onun hoşuna gidecek, onu memnun edecek şeylerden
sakınmak, nefis hakkında su-i zan beslemektir. Demiştir.
Yine o, melamet ehlinin havf ve reca arasında
kurulması gereken dengeye dikkat çekerek, “melamet,
kaderilerin havfı, mürciilerin recasıdır”
demiştir.
Seyyid Şerif
Cürcani de Ta’rifat-ı Seyyid adlı eserinde Mela- miyyeyi
şu şekilde açıklıyor.
“Batınlarında bulunan manevi
halleri zahirlerinde gözükmeyen ricalullahdır. Bunlar
ihlasta kemali hakikat derecesine yükselebilmek için
çalışırlar. Bütün işlerinin Cenab-ı Hakk’ın gayb ilmiyle
kararlaş- tırılmış kaza-i ilahi ile yerli yerinde
yapılmış olduğunu kabul ederler. Binan aleyh bunların
ilimleri, iradeleri, Cenab-ı Hakk’ın ilmine ve iradesine
aykırı olmaz... Melamiyye, muhterem ve hürmete layık bir
guruptur.”
Eş-Şeyh Nasuh
b. İsmail er-Rumi de Riyazu’n-Nasihin’in “Faz- lu ihfa
ve a’mali saliha” faslında diyor ki;
“Melamilere göre amel ve
ibadetlerin en şereflisi ve faziletlisi gizlice yapılanı
olduğundan, Melamiyye tarikatı, tarikatların en efen-
disi ve en yücesidir. Silsilesi Ebu Bekir es-Sıddık
(r.a.)’da son bulur.”
Fudayl B.
İyaz’ın (Senerkant Doğumlu 725-803)
Ona göre bir
melemet ehli sözü, hesabını vereceği bir amel olarak
görür ve bu yüzden kendisini ilgilendirenler dışında pek
az konuşur, gereksiz konuşmayı da uygun bulmaz ve
insanların düşüncelerinin etkisinde kalmamak için halk
ile gerektiğinden fazla bir arada bulunmayı hoş görmez.
Mümkünse insanlardan uzak bir yerde ikamet etmek nefis
terbiyesi için gereklidir.
D. Şakik Belhi
(Behl Doğumlu Ö. 790)
Allah’ın
iradesine aykırı hareket etmemek. Kulun kendisinde bir
irade görmemesi. Şöhretten sakınma. Sükut, az yeme ve
halktan uzak durmak. Rızık kaygısı taşımama. İhtiyacını
sadece Allah’a arz etme.
Fakr. Ona göre kişi, zenginliğini
kaybedeceğinden korktuğu gibi fakirliğini de
kaybedeceğinden korkmadıkça gerçek fakir olamaz.
E. Muhammed B.
Eslem Et-Tûsî (Horasan Doğumlu Ö.856)
Bu Şahsın Melamet anlayışının tameline, Allah korkusu,
ölüm korkusu, hüzün, ağlama, nefs muhasebesi, huşû, fakr
ve dünyadan uzak durma gibi zühd hayatının temel
prensipleri gelir.
D. Bâyezîd-İ
Bistami’nin (Bistam Doğumlu Ö.848)
melamet
düşüncesinde; mütevazı olma, nefsi aşağılama, halkın
kınamasını üzerine çekme, insanlar arasında kendini en
şerli kimse olarak görme, kerameti gizleme, amellerde
riya tehlikesinden kaçınma gibi hususların, aynı zamanda
birer melamet ilkesi olduğu görülmektedir.
Sülemî’nin
Tabakat adlı eserinde bize aktarmış olduğu, A.İbra-
him B. Edhem’in (Behl Doğumlu 730-782) melametle
ilgili altı tavsiyesi şöyledir.
Ona göre insan nimet kaygısını bırakıp sıkıntıya
alışmalı.
İzzeti bırakıp alçak gönüllü olmalı.
Zenginliği bırakıp fakra sarılmalı.
Tembelliği bırakıp çalışmaya.
Uykuyu bırakıp vakitlerini uyanık geçirmeğe.
Nefsin emelleri peşinde
koşmayı bırakıp ölüme hazırlık yapmaya çalışmalıdır.
E.Ebu Hafs
Haddâd (Nişabur-Kürdabad Doğumlu Ö. 883
Ebu Hafs
Haddad’a melamet isminin ne anlama geldiği sorulduğunda;
“Onlar kurb ve ibadetler adına
açığa çıkardıkları her şeyden do- layı nefislerini
kınarlar, halka kusurlarını gösterirler ve onlardan iyi-
liklerini gizlerler. O nedenle halk onların dış
görünüşlerine bakarak onları kınar. Onlar da
batınlarındaki durumu bilerek kendi nefislerini
kınarlar. Allah’ta onlara bir takım sırları, gayb
bilgilerini verir ve on- lara bazı lütuflarda bulunur.
Onlar da nefsi kınama ve ona muhalefet etme gibi baştan
beri açığa vurdukları bu tutumları ile Allah’ın ken-
dilerine göstermiş olduğu lütufları gizlerler. Böylece
halk onlardan uzaklaşır, onlar da Allah ile hallenirler.
İşte melamet ehlinin hali bu- dur.”
Melamet
yolunun üstatlarından birine melamet ehlinin hali so-
rulduğunda şöyle cevap vermiştir.
“Onlar, Allah’ın,
sırlarını gizlediği, batınlarını zahir ile örttüğü
kimselerdir. Onlar yaratılışları nedeniyle halk ile
beraberdirler, çarşı- larda ve alış-verişte olurlar,
hakikatte Allah’ın dostları olmaları nede- niyle Hakk
iledirler. Batınları, zahirlerini halk ile içli-dışlı
olduğu için kınar, zahirleri de Hakk ile birlikte olduğu
ve zahirlerinin içinde bulunduğu zıtlıklarla yaşamadığı
için batınlarını kınar. Bu yolun önde gelenlerin hali
budur.”
Yine birisine melamet yolu sorulmuş, o da şu cevabı
vermiştir.
“Giyim, yürüme, oturma,
görünüş itibariyle halkla aynı olma ancak, sağlam bir
murakabe ile onlardan ayrılmak, görünüş itibariyle
onlara benzemek, batın yönden onlara benzememektir.
Böylece kişi, karekter ve yaşayış açısından halktan
ayrılmışken, görünüş açısından halktan ayırt edilemez.”
İBN. ARABİ’NİN MELAMET HAKKINDA GÖRÜŞLERİ
Ebu Yezid
el-Bistami’nin dışında ilk melametilerde vahdet-i vü-
cud gibi konulara raslamak mümkün değildir. Ancak İbn.
Arabi’den sonra, melametiliğin vahdet-i vücud çizgisinde
bir gelişim gösterdi- ği, İbn. Arabi’nin etkisi altında
onun görüşlerinin tesirinde kalan Şa- rani ve İ.Hakkı
Bursevi’nin (Ö. 1725) etkisi ile ikinci ve üçüncü dev-
re melametiliğin vahdet-i vücud merkezli bir gelişim
gösterdiği gö- rülmektedir.
İbn. Arabi, diğer
düşüncelerinde olduğu gibi, melamet düşünce- sini de
vahdet-i vücud merkezinde incelemiş ve bu çerçeveye
oturt- muştur.
İbn. Arabi, salikleri üç kısımda
ele alarak onları, abidler, sufiler ve melamiler
şeklinde sıralar ve bunlar arasında melamilerin en üst
dereceyi işgal ettiklerini belirler. Ona göre bu makam
“makam-ı kurb”dur ve bunun üzerinde “nübüvvet” derecesi
bulunmaktadır. İbn. Arabi, melametin anlamını daha geniş
tutarak Hz Peygamberi mela- meti sayar.
İbn. Arabi’nin, aynı
zamanda “ümena” diye isimlendirdiği bu zümrenin sayısı
belli olmayıp zaman içinde artıp eksilmektedir.
İbn. Arabi
Fütuhat-ı Mekkiye’sinde Melamet ve Melamet ehli hakkında
şunları söylemektedir.
“Hz. Ebu Bekir es-Sıddık’ın
kademi/yolu üzerinde bulunan rica- lullahdır/Allah
adamı, Allah ehlidirler. Bunlar beş vakit namaza, kı-
lınması gereken sünnetlerin dışında bir ilave yapmazlar.
Sokak ve çarşılarda çevre tarafından tanınmazlar.
İnsanlarla normal şekilde ko-nuşurlar. Bunlar
diğerlerinden ancak Hakk ile Hakk olan gönülleriyle
ayırt edilirler. Ubudiyet/kulluk derecesinden asla
ayrılmazlar. Gönül- leri Cenab-ı Hakk’ın Rububiyet
tecellisi kapladığından, riyazet ve baş olma sevdasına
kapılmazlar. İşte bu gurup melamiyye, ricalulla- hın
manevi makam yönünden en üstün dereceye sahip
olanlardır.”
Yine bunlar, Allah’ın emir ve
yasaklarına riayet eden iman sa- hibi kimseler olup,
dünya ehlinden gizlenirler. Onların hallerine kim- se
vakıf olmayacağı için bu zümrenin gizli olması gerekir.
Çünkü, İbn. Arabi’ye göre “Eğer onların Allah katındaki
halleri insanlarca bilinseydi, insanlar onları ilah
edinirlerdi.”Bu bakımdan bu kimseler, alelade insanlar
gibi normal bir yaşantı sürerler. Nitekim onlara “ümena”
ismi verilmesi, kendilerine tevdi edilen ilahi sırları
ve haki- katleri, ehlinden başkasına ifşa
etmediklerinden dolayıdır.
“Onlar batınlarında olanı
zahirlerine yansıtmayan, sufilerin en üst tabakasında
bulunan kimselerdir.”
Melamilerin
sahip olduğu özellikler şunlardır.
Melamiler, Allah’ın emirlerini terine getiren diğer
müminlerden fazladan bildikleri bir hal nedeniyle ayırt
edilmezler. Çarşılarda dolaşır, insanlarla konuşurlar.
Her beldede o belde insanının kıyafetlerini giyerler.
Allah’ın razı olacağı şekilde evlenip çoluk çocuk sahibi
olurlar
İnsanlar
tarafından fark edilmemek için komşuları dışındakilerle
pek ilgilenmezler.
Konuştukları
zaman Allah’ı murakabe ederler/Allah’ı ararlar. Hakk’tan
başkasını söylemezler. Kendileri insanlarla oldukları
halde kalpleri ile hep Allah’la beraber olurlar.
Farz namazları insanlarla beraber eda ederler ve sadece
sünnet- leri eklerler. Mescitleri mesken edinmezler.
İnsanların dikkatini çek- memek için cuma namazlarının
kılındığı mescitlerdeki yerlerini sü- rekli
değiştirirler. İlimde bilgi sahibi olup,Allah’a kullukta
bir an bile geri kalmazlar. Kalplerini rububiyet sultanı
istila ettiği ve onun kar- şısında zelil bulundukları
için riyasete tama etmezler.
Her makamı gerektiği şekilde zevk ve amel ederler ve
halktan gizlenirler. Onlar hiç şüphesiz Yüce Allah’ın
halis ve muhlis kulla- rıdırlar. İnsanlar arasında
yerken, içerken, uyanıkken ve uyurken ve konuşurken
devamlı suretle Allah’ı müşahede ederler.
Onlar, kalpleriyle Allah’tan başka bir mefhumla
uğraşmadıkları ve bununla kendilerini korudukları için
bu ilahi basamaklara varmış- lardır. Onların
konuşmaları, oturmaları, kalkmaları ve bütün yaşantı-
ları Allah iledir. İşte bunlar melamilerdir.
İbn. Arabi’ye göre bu yolun
büyüklerine melameti ismi verilme- sinin nedeni,
insanların, fiillerin gerçek sahibi olan Allah’ı
görmeyip, o fiil kimin elinde gerçekleştiyse bu fiili
ona ait görerek kendilerini kınamaları ve zemmetmeleri
nedeniyle ve Allah katındaki mertebele- rini ve
hallerini gizlemelerinden dolayıdır. Eğer o insanların
önlerin- den perde kaldırılıp, fiillerin Allah’tan
olduğunu görselerdi, o fiilin üzerinde bulunan kişiyi
kınamazlardı. Bunu fark edince de bütün fiiller onlar
nazarında değerli ve güzel görünürdü. Böylece fiillerin
sahibi Allah olunca kınamada kınanana göre
anlamsızlaşır.
Ayrıca,
melamet düşüncesine çeşitli tenkitler yönelten Hucuviri
de (Ö.1072) melamet ehlinin övgüye değer diğer
sıfatlarını zikreder- ken, Hz. Peygamber’in de melamet
ehli gibi, çevresinde kınanmaya maruz kaldığını
belirtir.
Her meslekte
olduğu gibi Melamiliğinde pek çok taklitçileri or- taya
çıkmış, melamet fikri zamanla dejenere olmuş, laubali ve
ibahi tutum takınan kimselerin istismar ettikleri bir
yol haline gelmiştir. Belki kasten belki de bilmeyerek
Melamiliği taklit edenler, melami tavır ve karakterinde
görülmeye yeltenenler, şeriat dairesinden çıkıp, belki
de ne yaptıklarını bilmeden zındıklar arasına
karışmışlardır.
Bu konudan rahatsız olan Mevlana
Abdurrahman Cami, Nefaha- tü’l-Üns’ünde: “Şimdiki
zamanda öyle bir gurup vardır ki, kötü dav- ranışları
normal karşılamak, şeriatı hafife almak, münafıklık,
edep- sizlik ve saygısızlığı alışkanlık haline getirmek
ve ona da “Melamet” adını vermek gibi bir duruma
düşmüşlerdir. Melamet, şeriata saygı- sızlık ederek amel
etmek değildir... Melamet, Hakk Teala’nın hizme- tinde
olup, halktan kayırmamak demektir... ve bu konuda ufak
bir la- ubalilik bile manen hezimettir.”
Nihayet melamet, üçüncü devre
Melametiliğin kurucusu olan Muhammed Nuru’l-Arabi
tarafından “vahdet-i vücud” felsefesinin tesirinde
yeniden düzenlenerek yepyeni bir eğitim anlayışı halini
al- mıştır.
|