Michio Kaku, Astrofizikçi, Fizik Profesörü, New York Şehir Üniversitesi
Pek çok bilimadamı şehir programına bakar ve ‘Görüyorsunuz, gökkubbeyi taradık ve uzayımızda akıllı bir hayat
olduğuna dair hiçbir kanıt görmüyoruz’ der. Pekala, ben öyle düşünmüyorum. Uzayın dışından gelen herhangi
kullanılabilir sinyali muhtemelen gelecek yüzyılda bulacağımızı düşünmüyorum.
İlk olarak, Dünya gezegeninden muhtemelen yalnızca 100 ışık yılını biraz detaylı olarak taradık.
Galaksimiz 100,000 ışık yılı genişliğindedir ve galaksiler onlarca milyonlarca ışık yılı uzaklığındadırlar,
öyleyse galaksimizin yalnızca küçük bir civarını taradık. İkinci olarak, yalnızca hidrojen frekansının yakınındaki frekanslara bakıyoruz, bu aptalca, bu, anahtarını kaybeden kişiye döner. Anahtarını düşüren kişi çoğu kez Olimpos’un bitişiğine bakacaktır. Fakat bir adama, ‘Neden Olimpos’a bakıyorsunuz? Anahtarınızı oraya düşürdünüz’ derseniz, kişi, ‘Pekala, orası ışığın olduğu yer’ diyecektir. Orada hiçbir ışık yok, bu sebeple buraya bakacağım. Hidrojen frekanslarına bakarız, çünkü elverişlidirler, bununla birlikte biz, bilimadamları, uzaylıların o hidrojen frekanslarıyla iletişim kuracaklarını düşünmüyoruz.
Belki, lazer teknolojisi kullanıyorlar, daha diğer frekansları çok az taramaya başladık.
Bu nedenle, genişbantlı bakmak zorundayız, ayrıca, geniş uzaklıklar boyunca iletişim kurduğunuzda, bazen biz, onlar sinyali alırlar ve keserler ve daha sonra herbir parçayı göndeririz ve o diğer uçta yeniden biçimlendirilir. Bu, internetin nasıl çalıştığıdır, e-posta kesilmiştir ve çeşitli şehirlere gönderilmiştir ve diğer uçta yeniden biçimlendirilmiştir. Fakat, internetin bir fragmanına engel olacak olursanız, anlamsız birşey, anlamsız söz elde edersiniz ve bize yeniden biçimlenmesini söyler. Bu sebeple, onlar sinyalleri uzayın dışında muhtemelen sadece bir frekansta değil, tüm spektrumda gönderiyorlar. Böylelikle, geçen bir yıldız tüm sinyali kesmez, bir diğer uçta onlar sinyali yeniden oluştururlar, eğer o sinyalden dinleyecek olursanız saçma sapan, konuşmaya benzer anlamsız sesleri alırsınız. Başka bir deyişle, galaksiler arası bir konuşmanın tam ortasında olabiliriz ve bilmeyiz bile.
Teknolojimiz çok ilkeldir, biz tamamen tek bir frekansa bakarız, herhangi gelişmiş bir uygarlık, geçen yıldızları, geçen yıldızlara ait olan patlamayı, statiği ve müdahaleyi dengelemek için bütün frekanslara bakar. Bu gerçek bilimdir, bununla beraber, bilimadamları bazen uzaylı teknolojisini ‘biz ne yapabiliriz’e dayanarak değerlendirirler, bizimkinden milyonlarca ve
milyonlarca yıl daha gelişmiş olan tip 3 uygarlığının ne yapabileceğine dayanarak değil. Ünlü Fermi Paradoks’u var,
eğer uzaylı varlıklar varsa, onlar neredeler?
Pekala, buna şöyle bakın, ormanın ortasında bir karınca tepesine sahip
olduğumuzu söyleyelim ve karınca tepesinin tam
yanında 10 bağlantılı süper otoyol inşa ediyorlar ve soru şu, karıncalar
10 bağlantılı bir süper otoyolla iletişim kurabilirler mi,
10 bağlantılı süper otoyolun ne olduğunu anlayabilirler mi? Karıncalar, karıncaların tam yanındaki 10 bağlantılı bir süper
otoyol inşa eden varlıkların teknolojisini, amaçlarının ne olduğunu anlayabilirler mi? Ama karıncalara indiğinizi söyleyelim
ve karıncalara ‘Ben size hediyelik eşyalar getirdim’, pancarlar getirdim, bilgi getirdim, nükleer enerji getirdim, DNA
teknolojisi getirdim, ütopya’yı getirdim, beni liderinize götürün’ diyorsunuz. Karıncalarla karşılaştığınızda söylediğiniz
şey bu mudur? Hayır, pek çok insan sadece onların birkaçının üzerine basar.
Şimdi, eğer biz gerçekten tip 0 uygarlıksak, ve tip 3 uygarlığının varlıkları hiperuzay genişliğinin ötesine gidebilir.
Onlar belki bizden milyonlarca yıl daha gelişmişlerdir. Bizim ve karıncaların arasındaki uzaklık, tip 3 ve tip 0 arasındaki mukayese edilebilir aynı uzaklık olacaktır. Bir başka deyişle, biz çok burnu havadayız, çok kibirliyiz ki, bizi ziyaret etmek zorundalar diyoruz. Daha da önemlisi, sadece bize gelmek ve bize birazcık süper teknoloji vermek için bütün işlerini yarıda kesecekler. Hiç zannetmiyorum, tekrar, karıncalar süper otoyola bakıyor, evvela, onlar otoyolun ne olduğunu bilemezler, otoyolun varlığını farkedemezler ve onların iletişimlerini anlayamazlar ve anlasalar bile, karıncalar ‘Onlar bizi neden
ziyaret etmiyorlar’ diyecek midir? ‘Bize neden gelmiyorlar ve bize o akıl almaz teknolojimizden neden getirmiyorlar?’
Ben hiç zannetmiyorum.
Algılamayı sorgulamaktan başka, bilimadamları, fizikle bağlantılı problemlere işaret ediyorlar ve uzaylılar tarafından ziyaret edildiğimiz teorisini çürütüyorlar. Ortada tabii ki bir tartışma olmuş olabilir, ilk bakışta ayrılmayan, genişleyen, hatta ışığın
hızına yakın seyahat eden uzaklıklar, uzayı ayırıyor mu? Fizikte, Kıkır Kıkır Gülme Faktörü denilen birşeyimiz var, bu,
eğer bir kişi ufolar hakkında konuşursa, kendini bilimsel toplumdan kovulmuş bulur. UFO araştırması, 3 az bulunur
bilimden biridir, herhangi bir bilimadamı eğer kendini UFO araştırmasına dokunmuş bulursa, bilimsel kariyerleri
elektrik akımıyla idam edilmiş olur. Bununla birlikte, bana göre, uzun perspektife bakmalıyız.
Pek çok bilimadamı, Dünya’ya ulaşması binlerce yılı bulan, onu uygulanamaz yapan herhangi bir akıllı varlıktansa, yıldızların
çok uzakta olduğunu, yüzlerce, binlerce ışık yılı uzakta olduğunu söylüyor. Bu benim düşünceme göre, bir hata. Çünkü
biz
bu uzaylı varlıkların bizden yalnızca yüzyıl, iki yüzyıl daha gelişmiş olduklarını farzediyoruz, bu durumda bir problem var.
Einstein, ‘Işığın hızı, limitin en yüksek hızıdır, ışığın hızından daha hızlı gidemezsiniz’ dedi. Bu, Einstein’ın özel İzafiyet Teorisi’dir. Fakat görüyorsunuz, biz Einstein’ın ötesine gitmeliyiz. ‘Işığın hızından daha hızlı gidebilirsiniz’i düşünmenin mümkün olduğu İzafiyet Teorisi’nin geneline gitmeliyiz. Hatta ondan ötesine, tüm iddiaların kalktığı Kuantum Alan Teorisi’ne, Birleşik Alan Teorisi’ne gitmeliyiz. Pek çok bilimadamının yaptığı temel hata, uzaylı varlıkların bizim uygarlığımızdan binlerce, milyarlarca
yıl değil; yalnızca yüzyıl, iki yüzyıl ötede olduklarını farzetmeleri. Ya uzaylılar bir başka gezegenden değil de, bunun yerine
farkına varmadığımız bir başka boyuttan, kavrayışımızın dışında, bir çeşit paralel evrenden gelirse?
Beş yıl önce böyle bir kavram gülünç olurdu, fakat Kuantum Fizik’in keşfiyle, evren görüşümüz değişiyor. Bir çocukken,
San Francisko’daki Japon çaybahçesine giderdim ve balığa, sığ göletteki sazanbalığına bakardım, aşağıya iner ve balığa bakardım ve iki-boyutta yaşamak nasıl olurdu diye merak ederdim. Bu balıklar sadece, öne, arkaya, sola ve sağa doğru hareket ederler ve ne kadar garip bir evrenin olduğundan bahsetmeliyim. Yukarı, üçüncü boyutun içine kavramı onlara yabancıydı, burnumu balığın tam yakınına koyabilirdim ve onlar hiçbir zaman Hiperuzay denilen birşeyin olduğunu bilmezlerdi.
Bugün, pekçok fizikçi bizim balık olduğumuza inanıyor. Biz öne, arkaya, sola, sağa, yukarıya, aşağıya hareket ederiz ve olan bundan ibaret deriz. Ne gördüğünüz, ne olandır. Bununla birlikte, şimdi, Albert Einstein’ın en sonunda söylediği gibi,
Tanrının zihnini aktarmamıza izin veren, ‘Herşeyin bir teorisi’ olduğuna inanıyoruz. M Teori olarak adlandırılan,
11 boyutta varolan daha yüksek bir teorinin olduğunu düşünüyoruz.
Boyutlar, o titremeyi hatırlayan ve sahip olduğumuz dalgalanmalar. Şimdi inanıyoruz ki, evrenimiz, küçücük bir kabarcıktan başka birşey değil, çok daha geniş bir hiperuzayda dalgalanan bir kabarcık. Bir başka deyişle, kozmologlar artık
herhangi bir evrene inanmıyorlar, biz herhangi bir evreniçreye inanıyoruz, bir megaevreniçreye, varlığın içine
durmadan sıralanan, Bigbang gibi genişleyen kabarcıklara inanıyoruz. Bir başka deyişle, evrenimiz,
diğer evrenler okyanusuyla birarada varolabilir. Şimdi, beş, on sene önce, bu okyanus, acayip, bilim kurgu
olarak değerlendirilirdi, artık değil. Son beş senede, veri hemen hemen şüpheleri ortadan kaldırıcıdır.
Şişme adı verilen birşeye sahibiz.
Evrenin pek çok evrede genişlediği olgusu, bir ve son derece hızlı evrede genişleme. Bu hızlı genişlemeyi açıklamanın tek yolu, evrenimizin diğer evrenlerle birarada olan, evreniçre bir kabarcık olduğunu, evrenlerin mega evreniçresi olduğunu farzetmek.
|