Morfogenetik
alanlar
teorisi,
insan
şuurunun
nasıl
bir
paylaşım
alanında
olduğunu
tanımlamak
için
kullanılabilir.
Dolayısıyla
morfogenetik
alanlar,
şu anda
belli
bir
noktada
bulunan
insanlığın
zamanla
şuurlarında
çarpıcı
bir
kolektif
değişim
yaşayacak
oluşlarında
önemli
bir role
sahiptir.
Bu
kolektif
değişim,
değişim
için
gereken
minimum
kütleye
(kritik
kütleye)
erişildiğinde
gerçekleşecektir,
ya da
başka
bir
deyişle
dünya
üzerinde
ruhsal
olarak
uyanmış
belli
bir
sayıda
varlığa
erişildiğinde
bu
gerçekleşecektir. |
![http://www.okyanusum.com/imgs/morfogenetik8.jpg](morfogenetik_files/image001.jpg) |
Morfogenetik
Alanlar ve
Rupert Sheldrake
![http://www.okyanusum.com/imgs/morfogenetik7.jpg](morfogenetik_files/image002.jpg) |
Bitki
fizyolojisi
eğitimi
alan
Rupert
Sheldrake,
bitkilerin
ve tüm
canlıların
mevcut
şekillerini
nasıl
aldıklarıyla
ilgilenmiştir.
Basit
bir
hücreyken
bölünüp
iki
özdeş
kopyaya
dönüştükten
sonra
bunların
değişme
uğramasına,
bazı
hücrelerin
kendine
özgü
özelliklere
sahip
olmasına;
örneğin
bazılarının
yaprağa
dönüşürken
bazılarınınsa
bitkinin
gövdesini
oluşturmasına
neyin
neden
olduğunu,
bunun
tam
tersinin
mümkün
olamayışının
nedenini,
yani
yaprakların
yeniden
gövdeye
dönüşemeyişlerini
neyin
sağladığını
merak
etmiştir. |
1960’ların
ikinci yarısında
ve 1970’lerde
devam ettirdiği
araştırması
sırasında bu
gelişmeleri
neyin
yönlendirdiği
belirgin
değildi.
1920’lerde,
embriyoların
yeniden oluşması
ve söğüt
filizlerinden
tamamen yeni
ağaçların
oluşturulabilme
kapasitesinin bu
alanların ya da
ortamda bulunan
bir tür
hafızanın
varlığına işaret
ettiği
düşünülüyordu.
Daha sonra
DNA’nın
keşfedilmesiyle
buna bir
açıklama
getiriliyor gibi
göründü ama
DNA’nın bir
organizmayla
büyük oranda
özdeş olduğu
ortaya çıktı,
dolayısıyla
kendi kendine
formu
açıklayamayacaktı.
DNA, hücrenin
bir organizma
olduğunu ama
insanın bir
parçası olan
“düşünce”
olmadığını
ortaya
koyuyordu. O
dönemde,
formların
gelişiminden
DNA’da kodlanmış
mekanizmaların
sorumlu olduğu
düşünülüyordu,
ama sistemin
mutlak doğası
gizemini
koruyordu.
Sheldrake, bu
problemi
açıklayabilmek
için tamamen
yeni bir teori
geliştirdi, bu
teori bir
nesnenin “temel
modelinin”
şifrelerinin
kodlandığı
evrensel bir
alan üzerine
temelleniyordu.
Sheldrake’in
görüşüne göre,
bir formun
varlığı o formun
başka bir yerde
de ortaya
çıkması için
yeterliydi.
Sheldrake
1973’te buna “morfonegenik
alan” adını
verdi ve bu
görüşe göre doğa
bir yasalar
bütünü değil,
alışkanlıklar
bütünü
olabilirdi.
Bu
düşünceye
göre
doğada
bir tür
hafıza
vardır.
Herşey,
bir
kolektif
hafızaya
sahiptir.
Örneğin
şu an
New
York’taki
bir
sincapı
ele
alalım.
Bu
sincap
kendinden
önce
yaşamış
bütün
sincaplardan
etkilenmektedir.
Bu
etkinin
zamanda
hareket
edişi ve
sincap
hafızasının
hem
formunun,
hem de
içgüdülerinin
iletilişi,
morfik
rezonans
sayesinde
gerçekleşiyor.
Bu,
doğada
varolan
bir
kollektif
hafıza
teorisidir.
Hafızanın
ifade
edildiği
vasıtaya
“morfik
alanlar”
adı
verilir,
bunlar
her
organizmanın
içinde
ve
dışında
bulunurlar.
Hafızayla
ilgili
fonksiyonlar
“morfik
rezonansa”
bağlıdır. |
![http://www.okyanusum.com/imgs/morfogenetik5.jpg](morfogenetik_files/image003.jpg) |
Temel olarak,
morfik alanlar
alışkanlık
alanlarıdır ve
düşünce, eylem
ve konuşma
alışkanlıkları
vasıtasıyla
kurulmuşlardır.
Kültürümüzün
çoğu
alışkanlıklara
bağlıdır, yani,
kişisel
hayatımızın çoğu
ve kültürel
hayatımızın da
büyük bölümü
alışkanlıklara
bağlıdır.
![http://www.okyanusum.com/imgs/morfogenetik6.jpg](morfogenetik_files/image004.jpg) |
Morfik
rezonans
düşüncesinin
tamamı
tekamülle
ilgilidir
ama
morfik
rezonansın
bize
sunduğu
yalnızca
tekrarlamalardır.
Morfik
rezonans
bize
yaratıcılığı
sunmaz.
Dolayısıyla
tekamül,
yaratıcılığın
ve
tekrarlamaların
bir
karşılıklı
etkileşimidir.
Yaratıcılık
bize
yeni
formlar,
yeni
modeller,
yeni
fikirler
ve yeni
sanat
formları
sunar,
ama
bizler
yaratıcılığın
nereden
geldiğini
bilmemekteyiz.
Acaba
yukarıdan
mı
geliyor?
Yoksa
yerden
mi
fışkırıyor?
Havadan
mı
alıyoruz
yaratıcılığı?
Ya
nereden?
Yaratıcılık
her
nerede
karşılaşırsanız
karşılaşın
bir
gizemdir,
ister
insan
gerçekliğinde
karşılaşın
ya da
biyolojik
evrim
gerçekliğinde,
isterseniz
kozmik
tekamül
gerçekliğinde. |
Robert Gilman
İle Morfogenetik
Alanlar Üzerine
Morfogenetik
alanlar temel
olarak formlara
hayat veren,
fiziksel olmayan
tasarımlardır.
Morfogenetik
alanlar enerji
değil, yalnızca
bilgi taşırlar
ve oluştuktan
sonra hiçbir
yoğunluk kaybına
uğramadan
zamanda ve
mekanda
varolurlar.
Morfogenetik
alanlar fiziksel
formların
modelleri
(kristal gibi
maddeler ile
biyolojik
sistemler de
dahil olmak
üzere)
tarafından
yaratılırlar.
Bunlar daha
sonra ortaya
çıkacak olan
benzer
sistemlerin
oluşmasını
yönlendirirler.
Sonuç olarak,
yeni oluşan bir
sistem, içinde
taşıdığı
tohumla, önceden
oluşmuş bir
diğer sistemin
sahip olduğu ve
kendisininkine
benzer bir
tohumla
rezonansa
girerek önceden
oluşmuş bir
diğer sisteme “uyumlanır”.
Dolayısıyla
bu
görüşe
göre,
canlı
bir
sistemin
(örneğin
bir meşe
ağacının)
genlerindeki
DNA, o
sistemi
şekillendirmek
için
gereken
bilginin
tamamını
taşımaz
ama aynı
türdeki
daha
önce
oluşmuş
sistemlerin
morfogenetik
alanlarına
uyumlanan
bir
“uyumlanma
tohumu”
olarak
fonksiyon
görebilir.
Dolayısıyla
morfogenetik
alanlar,
genetik
alışkanlıklar
olarak
tanımlanabilecek
özelliklere
ait
havuzlardır. |
![http://www.okyanusum.com/imgs/morfogenetik4.jpg](morfogenetik_files/image005.jpg) |
Ayrıca, aynı
kavramlar insan
hafızasının
gizemlerinin
bazılarını
açıklayabilmek
için de
kullanılabilir.
Aslında,
beyinlerimiz
morfogenetik
alanlarda
mühürlenen bir
dizi deneyimi
ardında bırakan
birer gönderme
ve alma
istasyonlarıdır
ve daha önceki
deneyimleri o
deneyimlere
uyumlanarak
yeniden
hatırlayabilmektedir.
Dolayısıyla
morfogenetik
alanları
taşınabilir
bellek gibi
kullanmak
zihinler
arasında hiçbir
mutlak ayrılığın
olmadığının
göstergesi
olmaktadır.
Bütün bunların
yanı sıra,
morfogenetik
alanlar,
kimliklerimizin
düal (ikili)
olduğunu da
göstermektedir;
tıpkı bir
elektronun hem
parçacık hem de
dalga oluşu
gibi. Bizler,
eşi olmayan
varlıklarız ve
her birimiz
farklı yönlere
sahip olmakla
birlikte düşünce
ve
davranışlarımızın
çoğu kişisel
ötesi
morfogenetik
alanları
yaratmada, onu
şekillendirmede
ve ona katılmada
etkin
olmaktadır.
Dolayısıyla
bizler hem ayrı
bireyleriz, hem
de bir “grup
zihninin
yaratıcıları ve
ifadeleriyiz”;
tıpkı Jung’un
“kollektif
bilinçdışı”
kavramı gibi,
ama bu görüş
ondan daha
kapsamlı ve bazı
açılardan daha
çok değişkenliğe
sahip.
![http://www.okyanusum.com/imgs/morfogenetik2.jpg](morfogenetik_files/image006.jpg) |
Beyinlerimiz
bizleri
diğer
türlere
bağlayan
bazı
titreşim
düzeylerine
(memeliler,
sürüngenler
vs.)
sahip
olduğundan,
bu grup
zihni
tüm
hayatı
kapsamaktadır.
Hatta,
bildiklerimizle
ilişkili
şuurun
tüm
olasılıklarını
araştırdığımızda,
örneğin
cansız
bir
maddeyi
düşünün,
şuurumuz
vasıtasıyla
tüm
yaratılışla
bağlantı
içinde
olduğumuzu
görebiliriz.
Böylelikle
sadece
bedenlerimizdeki
kimyasal
maddelerle
değil,
aynı
zamanda
zihinlerimizle
de,
yıldızlarla
bile
bağlantı
kurmamız
mümkün. |
Morfogenetik
alan düşüncesini
kabul etmek aynı
zamanda şuurun
ve zihinsel
sürecin fiziksel
destek olmadan
da işlevini
sürdürebileceği
düşüncesine
kapıyı açıyor.
Bu da fiziksel
olmayan
varlıkların
mevcut olduğunun
göstergesi
olmaktadır
(tanrılar,
melekler, ölüm
sonrası hayat
vs.) ki bunlar
çoğu dinsel ve
ruhsal geleneğin
temel ilgi
alanına konu
olmaktadır.
Alıntı: www.experiencefestival.com
Çeviren: Işık
UÇKUN |