Yazar: Kevser
Yalçın
|
Şubat
2010
Uzun zamandır
üzerinde inceleme yaptığım ve önemle durmaya çalıştığım bir konu var:
Rezonans. Kelime olarak bile söylendiğinde (ister yüksek sesle
ister içinizden) anlamını taşıyor: Titreşim. Hem bilimsel yönden önemi
büyük, hem de günümüzdeki bir takım ruhsal ve enerji boyutundaki
çalışmalara açıklayıcı niteliğinde ışık tutan bir konu. Kuantum
keşfinden sonra önem kazanmaya başlayan Rezonans, bazı sırları,
gizemleri açıklamada önemli rol oynuyor.
Mühendislikte "genliğin sonsuza gitmesi" deniyor. Periyodik olarak bir
nesneye salınım uygulayınca, normal durumuna göre yaptığı yer değiştirme
miktarı "genlik"tir. Eğer bu genlik o nesnenin doğal frekansına eşit
olursa genlik sonsuza kadar artar işte buna REZONANS denir.
Frekans ise 1 saniyedeki titreşim
sayısıdır. Her cismin, her maddenin, her organın, kısacası tüm sistemin
bir frekansı vardır. Yani evren titreşen canlı bir organizedir.
Böylelikle sabit gördüğümüz tüm madde âlemi titreşen canlı bir
organizedir.
Şimdi, uygulanan kuvvetin
frekansı, uygulanan nesnenin frekansı ile aynı olursa, frekansın
büyüklüğü artar buna REZONANS denir.
Bu kadar teknik bilgi yeterli
sayılır bence. Bir kaç örnek verip daha sonra asıl konuya gelmek
istiyorum.
Yani fiziğin spritüellik ile nasıl bütünleştiğini anlamak adına.
Kuantumun keşfinden sonra bu çok daha kolay oldu. Görünmeyen evrende
olup bitenlerin keşfi, artık bir takım gerçekleri gözler önüne seriyor.
Rezonansa en büyük örnek Deprem olayıdır.
Depremlerde binaların yıkılmasına
neden olan da rezonans olayıdır. Salınımlar binanın doğal frekansına
eşit olduğunda, bina artan genliğe ve bunun neden olduğu gerilime
dayanamayarak yıkılır.
Deprem pek olumlu bir örnek
olmasa da, anlama bakımından en önemli açıklayıcı örneklerdendir.
Rezonansın hayatımıza çok büyük
katkıları olan iyi yanları da var:
Elimizdeki radyo frekansı, radyo
istasyonundaki alıcının frekansı ile çakıştığı vakit, genliğin artması
sonucu, radyo yayını almaya baslar. Aynı şey, TV ve cep telefonları için
de geçerli örnektir.
Kuantum
Düşünce Tekniğinin Temeli de Rezonansa Dayanıyor
Günümüzde popüler hale gelen ve
binlerce yıldan beri pozitif düşüncenin günümüze uyarlanmış hali olan,
Kuantum Düşünce Tekniği'nin amacı ve temeli de buna dayanıyor bir
bakıma.
Belli bir düzen ile belli sayıda
söylenen söz ya da üretilen düşünce sizi değiştiriyor. Düşünce
sisteminize yerleşmiş sizi olumsuz yönde etkileyen bir takım takıntılı
düşüncelerin, kalıpların yıkılmasına yol açıyor. Her düşüncenin bir
frekansı var, siz tüm varlığınızla kabul etmiş olduğunuz ve hayatınıza
geçirmeyi istediğiniz hayalleri, istekleri, planları cümle halinde ne
kadar tekrarlarsanız, ne kadar güçlü imajine ederseniz, evrenin ruhu
sevgi enerjisi ile REZONANS'a giriyorsunuz ve düşünce sisteminizdeki
değişim, sizin kaderinizi değiştirmeye kadar gidebiliyor. Hemen
olmuyor ama zamanla değişim gerçekleşiyor. Eskilerin deyimiyle “kırk
kere söylersen olur”, “iyilik yap denize at, kimse bilmese mevlam bilir”
“iyi düşün iyi olsun” “hayırlı olsun” pozitif düşünce kalıplarının
bir bakıma açıklaması buna dayanıyor. Bu yeni bir şey değil, insanoğlu
varolduğu sürece pozitif düşüncenin önemini destekleyen binlerce söz,
deyim, kutsal metinler ve akışlara rastlamak mümkün. “”Sen o insan
hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda
göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya
değişir” Şems-i
Tebriz bunu bin yıl önce söylemiş. Gönlünün bunu istemesi ve değişmesi
gerektiğini önemle vurgulamış. İnsanların gönülleri kalpleri değişmediği
sürece de dünya değişmeyecek.
İlahi Rezonans
Durumu
Bu, edilen dualarla da ilgili.
Bazı duaların belli sayılarda söylenmesi, duanın kabul görmesi ile doğru
orantılıdır. Çünkü siz gerçekleşmesini istediğiniz ve bunu dua yoluyla
Yaradan’a ilettiğiniz kelimeleri, benimsemiş ve tüm fizik hücrelerinize,
düşünce sisteminize kabul ettirmiş oluyorsunuz. Yani tüm benliğinizle
kabul ettiğinizin yayınını yani titreşimini yapmış oluyorsunuz. Bu
titreşim benzer benzeri çeker kanunu vasıtasıyla İlahi Sevgi
Titreşimiyle rezonansa geçiyor.
Kalp gözünün açılması, anlayışın değişmesi, Yaradan ile bütünleşme....
Zikir ile yapılan dualar ve Mantra ile yapılan meditasyonlar da bunlara
örnektir... (bunlar bireysel olarak örnekler)
Ayrıca zikr’in beyin dalgalarını
düzenleyici özelliği de vardır. Pozitif olumlu bir zikr, titreşim
sayesinde beynin hücrelerini faaliyete geçirmektedir.
“Beni zikredin ki, ben de sizi
zikredeyim”
(Bakara 152)
Evrensel sevgi dönüşümünü,
Yaradan sevgisinin varlıklar arasındaki iletişimini, titreşimini, en iyi
açıklayan ayetlerden biridir. Kuantumun bilgileri ışığında rezonans
bilgileriyle bunun ne kadar önemli olduğunu da anlamış oluyoruz.
Eskilerin el alma olayı, ya da
günümüzde enerji boyutundaki şifa çalışmalarındaki uyumlanmaların temeli
de, siz karşınızdaki kişinin titreşimi, frekansı ile uzaktan ya da
yakından, aynı rezonansa girdiğiniz için (niyet ve düşünce)
uyumlanıyorsunuz. Frekans aynı, niyet aynı, düşünce aynı. Aynı
rezonansta titreşimi, ritmi yakaladığınızda güçlü bir etki ortaya
çıkıyor.
Frekanslar
aynı ise, ve birden fazla ise birlikte titreşerek, diğer titreşimleri de
etkiler ve çok güçlü bir REZONANS ortaya çıkar.
Sevgi evrende var olan en büyük
rezonans örneğidir. Sevgi bir titreşimdir ve Yüce Yaradan’ın sonsuz
sevgisi sayesinde evren varlığını sürdürmektedir.
Gerçek aşk, yani ilahi aşk da,
bir rezonans durumudur. Huşu halinde olmak, transa girmek de, Allah’ın
evrende var olan, her zerreye işlemiş olan yüce sevgi enerji ile
rezonansa girmektir. Yani aynı titreşimsel ritmi yakalamaktır. O
ritim yakalandığı ve sürekliliği sağlandığı sürece, ilahi aşkla dopdolu
olunur.
İnsan o ilahi enerjiye, sevgi
enerjisine ne kadar yoğunlaşırsa, düşüncelerini, bedenini ve ruhunu
rezonans durumuna getirir.
Toplu meditasyonlar, dünya barışı
için yapılan toplu eylemler, pozitif düşünce meditasyonları, ortak şifa
çalışmaları, aşk, telepati, telekinezi.... bir orkestrayi dinlerken
rezonansa geçmeniz...
Tüm bunların oluşması için,
ortak titreşim ve bütünsel bir enerji alanının oluşması
gerekir. Olmaz ise rezonans olmaz.
Yani rezonans boyutuna geçilmesi
için, her cismin, her insanın, her düşüncenin ortak olması ve bütünlük
sağlaması gerekir ki, enerji alanı oluşsun ve etki yapsın.
Düşünce bir enerjidir fakat
yoğunlaştığı zaman maddeleşebilir. Bunu kullanan ya da kullanabilen
insanlar (Uri Geller*), düşüncesini yoğunlaştırdığında
karşısındaki cisim ile rezonansa girerek onu hareket ettirebilir eğip
bükebilir...
Işınlama; maddeyi kimyasal
çözündürmeye uğratmadan orijinal fizik yapısını koruyarak manyetik
rezonans enerjisiyle maddenin atom-altı zerrelerinin enerjisine ait ‘n’
boyutunu belirleyen ana vibrasyon hızı üstünde değişiklik yaratarak
maddeyi farklı bir zaman çerçevesi (fazı içerisine kaydırı ''gravitasyonel
bir dalga sapanı etkisiyle'' uzaktaki alıcı kabine doğru rezonanssal bir
çekim etkisi altında kaydırmaktır. gelecekte boyle bir zaman deliğinden
ışınlanmak mümkün mü?
100
Maymun Deneyi
1952'de Koshima Adası'nda bilim
insanları maymunların beslenmesi için kumların içine tatlı patates
bırakıyorlar. Bu adanın maymunları da tatlı patatesin tadından
hoşlanıyor ama yiyeceklerinin kumlu olması hiç de hoşlarına gitmiyor.
Ama can boğazdan gelir diyerek kumlu da olsa tatlı patatesleri yemeye
devam ediyorlar.
Bir
gün, on sekiz aylık İmo isimli dişi maymun bu soruna bir çözüm buluyor,
İmo, tatlı patatesleri en yakın su birikintisinde yıkayarak yemeyi akıl
ediyor. Bu buluşunu annesine de öğretiyor, İmo'nun arkadaşları da
patateslerini yıkayarak yemeyi öğreniyor ve kendi annelerine de
öğretiyor. Bu yeni davranış biçimi bilim insanlarının gözleri önünde,
yavaş yavaş maymunlar arasinda yayılıyor.
1952 ve 1958 yılları arasinda
genç maymunlar, beslenmelerini daha zevkli hale getirmek için, kumlu
tatlı patateslerini yıkamayı öğreniyorlar. Bu daha sağlıklı ve zevkli
yeni davranış biçimini çocuklarını taklit ederek onlardan yeni bir şey
öğrenen yetişkin maymunlar da kazanıyor. Yeniliklere açık olmayan,
çocuklar ve gençlerden de öğrenilebileceğini düşünmeyen, kendi
bildiklerini tekrar eden yetişkin maymunlar ise kumlu patates yemeye
devam ediyor. 1958'in sonbaharında çok şaşırtıcı bir şey oluyor. Koshima
maymunlarının bir kısmı (diyelim ki 99 maymun) artık patateslerini suda
yıkayarak yemeyi öğrenmiş oluyor.
Bir sabah, gün doğarken yüzüncü
maymun da patateslerini yıkayanlar arasına katılıyor. İşte o an her şey
değişiyor. Aynı günün akşamı, adadaki hemen hemen tüm maymunlar,
patateslerini yemeden önce yıkamaya başlıyor. Yüzüncü maymunun ilave
enerjisi her nedense devrim yaratıyor!
Ama hikâye bitmedi. Bilim
insanlarını şaşırtan asıl sürpriz, bu adayla doğrudan bir ilişkileri
olmadığı halde, diğer adalardaki maymun kolonilerinin de aynı anda
patateslerini yıkamaya başlamaları... Yeni bir düşünce ve davranış
tarzı, toplumları oluşturan fertlerin belirli bir oranı tarafından
benimsendiği an, bu yenilik, mesafenin önemi olmaksızın zihinden zihne
aktarılabiliyor.
Belirli Sayıda
Düşüncenin Değişim Enerjisi mi Etkili?
Yüzüncü Maymun Fenomeni,
bilimadamları tarafından yapılan deneylerden biri. Tabii yüzüncü olması
mı etken yoksa, doksan dokuz da yeterli mi bilemiyoruz. Yüz canlının
oluşturduğu değişim enerjisi, diğer başka yerlerde benzer canlıları da
etkilemesi çok ilginç. On sekiz aylık İmo isimli dişi maymun'un patatesi
yıkaması düşüncesini de oradaki herhangi bir bilimin sanının beyninden
telepatik olarak almadığı ne malum! Yani onunla rezonansa geçmiş ve
bilgiyi almış olabilir.
Belki DNA zincirimizde bu kayıtlı. Böyle bir değiştirme gücü insanlara
verildi. Belki bu yüzden tek bir canlının yaptığı değil, belli bir
sayıdaki canlıların oluşturduğu değişim enerji alanı tüm canlıları
etkiliyor. Bu değişim alanı rezonans yaratarak değişimi meydana
getiriyor.
Fakat şu da gerçek ki, dünya
üzerinde, YENİ yi getirip de önce aşağılanmayan, hor görülmeyen, hatta
çok daha ciddi işkencelere maruz kalmayan bir insan görülmemiştir.
Dünya yuvarlak ve dönüyor diyen
Galileo Galilei'nun trajik öyküsü, 366 yıl sonra Vatikan tarafından
itibarinin geri iade edilmesi vb. gibi yüzlerce hayat hikayeleri.
Önce kabul etmeyen, sırt dönen,
hatta uğruna savaşlar yapılan, daha sonra yüz binlerce insanın kabul
ettiği öğretiler.
Bir kişinin değişimi diğerini ve
yüzlerce insanın birbirini etkilemesiyle, diğer farklı bölgelerdeki
insanların da bundan etkilenmesi.
Bu tamamen bize, enerji alanı
içerisinde bir bütün'de yaşadığımızı gösteriyor. Bizler sadece 5
duyumuzla değil, görünmeyen enerji dalgaları içerisinde olduğumuzu
etkileştiğimizi haberleştiğimizi anlatıyor. Atom altı partiküllerinin
birbirleriyle ışık hızının 4 katı hızla haberleştiğini biliyoruz. Biz de
atomlardan oluşan bir bütünsel varlıklarız.
Yüzüncü Maymun Fenome'ninde
yüzüncü maymunun değişimi, başka adalardaki maymunların da bundan
habersiz olarak aynı değişimi yaşaması, aynı hareketi yapmaları,
dünyadaki bir çok soruya da cevap niteliği taşıyabilir.
Binlerce yıl önce dünyanın bir
çok uzak mesafelerinde birbirlerinden habersiz toplumların
oluşturdukları
yapılar, piramitler, yaşayış tarzları, benzer tarafları, icatları
arasındaki benzerliklere ışık tutacağına eminim. Burada matematiğin
ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Aslında matematik öyle derslerde
korkulu hale gelen bir sistem değil. Tüm yaşayış biçimi, tüm evren,
insan matematik ve rakamlar üzerine destekli.
DNA sarmalımızdan tutun, kromozom
sayılarımıza, kan sayımlarımıza, kalp atış sayımıza kadar, her şey belli
bir düzen matematik sayılarından ibaret. Biri eksik olsa, biri fazla
olsa neler olduğunu bilebiliyoruz.
Bu yüzden, bu dünyada matematiğin
bir düzen içerisinde çok önemli olduğunu görebiliyoruz.
Belli bir sayının üretilme
aşamasında rezonans oluşturması değişime yol açabiliyor.
Bu yüzden 99 değil de 100. Bunu
bilemeyiz.
Bilimsel araştırmalar her geçen gün, bunu bize kanıtlıyor.
Bu
sadece maymunlarda olan bir durum değildir. Yapılan araştırmalarda,
Ağustos böceklerinin ve kurbağaların da aynı ritmi yakalayarak seslerini
birbirlerine koordine ederler. Bitkiler de birbirleriyle bilinçli
titreşim halinde haberleşebilirler. Ve insanların ruh hallerinin yaydığı
titreşimler onları büyük ölçüde etkiler. Bu bilimsel deneylerle
ispatlanmış durumdadır.
Dünyanın
Rezonansı Schumann Rezonansı
Evrenin her zerresinin bütünsel
ya da organizma durumunda frekansı, titreşme sayısı vardır
demiştik. Dünyamızın da zemin temel frekansı, ya da kalp atışı vardır.
Ve sayısı coğrafi bölgelerde farklılık gösterse de, ortalama ölçüm
saniyede 7.8 devirdir. Askeri haberleşme sistemi bu frekans üzerine
geliştirildi. Dünyanın titreşimi, insanlar üzerinde de oldukça
etkilidir. Çünkü zaman, mekan anlayışlarımız, kavrama ve düşünce
sistemimize büyük bir etkisi vardır. Biz zamanı, dünyanın titreşimine
göre algılıyoruz. Fakat titreşimdeki değişiklik, zaman kavramımızı da
büyük ölçüde etkiliyor. Eskiye dayalı, zaman kavramlarımızda değişiklik
olduğunu hissetmeye başladık. Çünkü rezonansın yani titreşimin
algılarımıza ve hislerimize etkisi çok önemli ve büyüktür. Ne kadar
hızlı titreşme olursa o kadar süptil bağlantılarımız kuvvetlenir,
algılarımız ve anlayışımız değişir, hislerimizde büyük ölçüde değişim
meydana gelir. Çünkü bizler de atomlardan meydana geliyoruz. Dünyanın
titreşimi, bizim de titreşimimizi etkilemektedir.
Son ölçümlerde dünyanın
rezonansı, binlerce yıldan beri sabit olandan farklı olduğu görüldü. Ve
son raporlara göre 11 devire ulaştı, yükselmeye devam ediyor. “Zaman
hızlandı, gün bize yetmiyor” gibi yorumların açıklaması buna dayanıyor.
Aslında gün 24 saat, fakat hissedilen 16 saat gibi. Titreşim ne kadar
artarsa, soyut evrenle bağlantılarımız o kadar yakın hale geliyor.
Ruhsallığa daha yakın bir insanlık. Yeni anlayışa sahip, dünyanın yeni
titreşimsel boyutuna uygun çocuklar doğuyor. Bitkiler ve hayvanlar ise
bu titreşime ayak uydurabilen canlılar. Çünkü dünya onlara ait, onlar
dünya canlıları. Bizler ise dünyada yaşayan bir türüz. Dünya insanlar
olmadan da var olabilir, yeni yaşam biçimleri ortaya çıkabilir. Fakat
insanlar dünya var olmadan asla varolamazlar. Yaşayabileceğimiz en uygun
gezegene, sanki bizim oyuncağımız muamelesi yapmaktan bir an önce
vazgeçmeli, onun değişen durumuyla rezonansa girmeliyiz. Çünkü
gezegenimiz kendini yeniliyor, değiştiriyor, değişime ayak uyduruyor.
Artık biz insanların da bunu bir an önce anlaması ve uyum sağlaması
gerekiyor.
Değişim Başladı!
Ekonomik kriz, küresel ısınma,
çağın vebası haline gelen stres, teknolojinin gelişmesinin doğaya
verdiği doğal zararlar, toplumsal sıkıntılar çağımızın en büyük
sorunları haline geldi. Aslında bu sıkıntıları insan kendi kendine
yaratıyor. Toplum yaratıyor. Ortaya korkutucu bir enerji titreşimi yayan
düşünce atılıyor. Ve insanlar bundan korkuyor. Ortaya atılan düşünce
titreşimi ile bir rezonansa giriliyor. Ve korkan insan sayısı arttıkça
rezonans olayı daha da genişliyor ve ister istemez bir felakete
sürükleniyorlar. Kıyamet korkusu, deprem korkusu, 2012 yılı korkusu,
uzaylıların istilası korkusu, Grip korkusu, Kene korkusu, Ekonomik kriz
korkusu, işsizlik korkusu vs.
Bu
korkular ortaya atılıyor çünkü sistemin değişmesi istenmiyor. Herkes
uykuda kalsın isteniyor. Sıkı sıkı tutunduğu şeyler onu uyutsun, rahatı
yerinde olsun isteniyor. Ve insanlar eski sistem neyse ona sıkı sıkı
tutunuyor. Ama değişim öyle hızla geliyor ki, her bir darbeyi sancılı
hissediyoruz. Bundan 5-10 yıl önceye kadar vurdumduymaz
davranabiliyorduk. Fakat değişim her canlının kapısını çalmış durumda.
Canlıların temel ihtiyacı nedir?
Barınmak, Beslenmek, Neslin devamı (üremek)...
En çok korkulan şey : Aç kalmak
ve ölüm (dezenkarne)
Krizin ana temel noktası bu.
Aç kalmak korkusu. Ve ölüm
korkusu.
Kimse aç kalmayacak aslında. Bu
dünya tüm insanlara yeter ve dünya ana tüm insanları doyurur. Oysa,
insanlık, aç kalma ve ölüm korkusu yüzünden, ağaçları kesiyor, ormanları
yok ediyor, çevreye zarar veriyor, sonucunda da su bitiyor, teknoloji
havayı kirletiyor, ekolojik sistem parçalanıyor sonucunda yine bize
dönüyor. Ortaya kriz çıkıyor.
Bu değişimde herkes bir panikte.
Acaba aç kalır mıyım? Acaba elimdeki mal varlığı yok olur mu? Param
biter mi? Hastalanır mıyım? Herkes çığrından çıkmış, ben zarar görür
müyüm? Paylaşırsam gelirim azalır mı? Ben iyi olayım da herkes ne hali
varsa görsün endişeleri yaşıyoruz.
Sırların Sırrı
Rezonans mı?
Tekrar konumuza geri dönecek
olursak. Her şey bir enerji. Düşünce bir enerji. Madde bir enerji.
Enerji hem titrer hem salınır. Evren titreşen salınan enerji bütünü. Ve
her şeyin bir titreşme sayısı var. Örneğin insanlar 62-64 Hertz
titrerler. Hertz, saniyedeki titreme sayısı demektir. Organların
da titreme sayıları bellidir. Ve işin ilginç yanı bir karaciğerin,
böbreğin kalbin ne kadar titrediği biliniyor. Cihaza giriyorsunuz, bütün
vücudunuzu tarıyor ve titreme sayılarının farklılığından, azalmasından
sorun olduğu tespit edilebiliyor. İşte şifacıların da yaptığı bu.
Elektriksel akımın geçmediği yerlerde sorun olduğu bazı hassas insanlar
tarafından tespit edilebiliyor. Ve oraya şifa verme yöntemleriyle, yani
elektrik geçmeyen titremesi farklılık gösteren organ ile rezonansa
giriliyor. Ve şifacı belli düşünce ve niyet ile oradaki titreşimin eski
haline dönmesini sağlayıcı şifa yöntemini uyguluyor. Şifa da aslında,
niyet ile niyeti kabul eden arasındaki rezonanstır. Kabul ettiğiniz anda
karşınızdaki insanın düşünce niyeti ile rezonansa girmiş oluyorsunuz ve
iyi niyet titreşimleri alıyorsunuz. Zihniniz kabul ettiği anda olumlu
etki yaratıyor ve benzer benzeri çeker kanunu işleme başlıyor. Ve
rahatsız organ zamanla iyileşme durumunu gerçekleştiriyor
Elbette burada çok önemli bir
durum var. Hasta organın titreşim ve rezonans sayesinde şifalanması
durumu ne kadar gerçekleşse de, kişinin bunu kabullenmesinin uzun
sürmesi gerekiyor. Çünkü yeniden rahatsızlanmak mümkün. Hastalıkların
tekrarlanması, zayıflayan kişilerin tekrar eski kilolarına dönmesi,
sigarayı bırakanların bir gün tekrar başlaması gibi olaylar
gerçekleşmesi bundan dolayıdır. Düşünce yapısı değişmediği sürece,
düşüncelerimizin olumlu düşüncelerle rezonans halinde olmadığı sürece bu
devam etme olanağı taşır.
Rezonans yani titreşim sadece,
organlarda, maddesel alemde işlemiyor. Hani eskilerin deyimi vardır etme
bulma dünyası diye. Bir olay gerçekleştiğinde, o olayla ilgili olan
kişilerin etkileri, evrende bir enerji alanı yaratıyor. Ve o enerji
alanı asla kaybolmuyor. Çünkü var olan yok olmuyor, yok olan var
olmuyor. Sadece dönüşüyor. Bunu artık herkes biliyor. Kaybolma yok
sadece dönüşme var. İşte o enerji alanı kaybolmuyor ve titreşime devam
ediyor. O olayın derinliği, insanların o enerji alanını düşünceleriyle
beslemeleri ne kadar yoğun ise, olaya sebep olan kişilere etki etmesi de
muhtemelen kaçınılmaz oluyor. Çünkü sebep sonuç yasası işliyor. Benzer
benzeri çeker kanunu işliyor. Enerji bütünü, olaya sebep olanlara etki
etmeye başlıyor. Ve işte o zaman diyoruz ki, etme bulma dünyası hali
gerçekleşebiliyor. Yapan kişiye olmasa da, onun soyunu devam ettiren
kişilere de etkileri dokunuyor.
Anadolu’nun
pek çok yöresinde, evlerin duvarlarına mavi boncuk, nazarlık gibi
cisimler asma adeti nereden geliyor? Acaba gerçekten bilinçli yapılmış
bir adet midir? Çünkü eşyaların negatifi çekme (kem göz ya da olumsuz
bakış) ve sonra da evde başka bir eşya ile rezonansa girerek bu enerjiyi
yayma özellikleri artık biliniyor. Evinize gelen kişilerin sizin
hakkınızdaki düşünceleri eşyalarınıza sinebiliyor. Ya da sizin o an
ürettiğiniz olumsuz bir düşünce, biriyle tartışırken sarf ettiğiniz
olumsuz cümleler düşünce formları, eşyalara sinebiliyor. Ve bu form
dalgaları titreşerek mekanın enerjisi ile rezonansa girerek yayın
yapabiliyorlar. Bu yüzden evlere, nazar boncukları, bereket duaları
asılır, adaçayı otu ile tütsülenir ve olumsuz enerjilerden korunduğuna
niyet edilir. Çünkü bu işlem yapılırken iyi niyet ile asılan dua ya da
nazar boncuğu, orada olumlu bir enerji yayar. Siz bilmeden olumlu
enerjiyi yüklediğiniz eşyayı kapı girişine ya da evin en görünür yerine
koyarsınız. Tüm olumsuz enerjileri absorbe edecen, mekanla rezonansa
giren olumlu titreşim yayılmaya başlar.
Aslında rezonans bir çok sırlı
olaylara ışık tutuyor. Etme bulma dünyası, ah alma, lanetli yerler,
lanetli eşyalar, maji, büyü, kem göz, nazar değmesi vs. gibi olaylara
bilimsel olarak ışık tutabiliyor. Çünkü rezonansa girdiğiniz herşeyle
etkileşim halindesiniz. Bu yüzden düşünce temizliğinden bahsedilir.
Düşüncen ve niyetin neyse sen de O’sundur. Çünkü düşünce titreşir, ve
titreşen tüm enerji bütünleri ile iç içesin. Rezonansa girdiğin vakit
etkilenmen söz konusu olur.
Bilimsel çalışmalar ilerledikçe,
aslında maddeciliğe dayalı bilimin, ruhsallık ile nasıl bütünleştiğini
görmek gerçekten çok güzel. Ve bilimin, kuantum alanındaki çalışmalar
sayesinde, ruhsallığı ve bütünselliği, fiziki evrenin dışında,
görünmeyen evrenin varlığına güngeçtikçe yaklaşması kaçınılmaz oluyor.
Ve birçok bilinmeyenin, açıklanamayanın temeline açıklayıcı ışık
tutuyor.
Her
zaman rezonans halinde kalmak kolay değil hatta imkansızdır. Aynı
tınıyı, aynı ritmi, aynı titreşimi, aynı rezonansta olma halini sürekli
kılamayız. Herkesin bir hayatı ve yaşantısı vardır ve bunu devam
ettirmek zorundadır. Önemli olan, bu bilgilerin, bizim anlayışımıza
katkıları ve bilinmeyenlere, soru işaretlerine biraz ışık tutması, az da
olsa açıklama getirebilmesidir.
Rezonans bilgilerinin,
anlayışınıza katkı sağlaması ve ışık tutması dileği ile.
Açıklamalar:
(*)
Uri Geller,
20 Aralık 1946'da TelAviv'de doğdu israilli psisik. Kimilerince eşsiz
bir medyom olarak nitelendirilir. Özellikle, psikokinezi yetenegi
sayesinde gerçeklestirdigi, el degdirmeden metal bükme gösterileriyle
taninmistir.
Kaynaklar:
1-
Kuantum Dokunuş Şifa Verme Gücü –
Richard Gordon
2-
Eşyaların Gücü Kitabı-Jean Droin
3-
100 Maymun Fenomeni gen bilim
sitesi alıntı.
Kaynak;
http://www.indigodergisi.com
|