Yıl 2018.
Mahşer Günü gelip, modern uygarlığı
yıkarak geçti. Bir Terminatör ordusu
kıyamet (Judgement Day) sonrası dünyada
kol geziyor, terk edilmiş şehirlerde ve
çöllerde saklanan insanları öldürüyor ya
da yakalıyor. Ama hayatta kalan
insanlardan oluşan küçük grupların
organize olarak kurduğu Direniş
hareketi, yeraltı sığınaklarında
saklanıyor ve fırsat bulduğunda
kendilerinden sayıca çok üstün düşman
kuvvetlerine vuruyor.
Terminatörleri kontrol eden Skynet, 14
yıl önce bilinç kazanmış ve bir anda
yaratıcılarına baş kaldırıp habersiz
dünyaya nükleer kıyımı getirmiş bir
yapay zekâ.
Mahşer Günü’nün geldiğini gören yalnızca
bir kişi var. Kaderi, insanlığın
kaderiyle bağlantılı olan tek kişi: John
Connor (Christian Bale).
Dünya şimdi Connor’un hayatı boyunca
uyarıldığı geleceğin eşiğinde. Ama
yepyeni bir şey, insanlığın bu savaşta
bir şansı olduğuna dair inancını sarstı:
bu garip, yenidünyada uyanmadan önce son
hatırladığı, idam sırasını beklemek olan
Marcus Wright’ın (Sam Worthington)
ortaya çıkışı.
Connor, Marcus’un güvenilir biri olup
olmadığına karar vermek zorundadır.
Ancak Connor ve Marcus, Direniş’i
tamamen bitirmek için yeni stratejiler
geliştiren Skynet’in bitmek bilmeyen
saldırılarına karşı koyabilmek için
ortak bir zeminde durmalı, Skynet’e
sızıp düşmanla yüz yüze gelmelidirler.
Öncelikle ilk üçlemeyle bu filmi
birbirine karıştırmayalım derim. Zaman,
yer ve mekân olarak tamamen farklıydı.
İlk üç filmin ortak konusu gelecekten
günümüze gelen bu diye anılan yok
edicilerin gelecekteki resistance-diriliş
lideri olan John Connor’ ı daha doğmadan
bile öldürmeye çalıştılar, annesini
öldürmek isteyerek, devam filmlerinde de
gelen robotların kalitesi giderek
yükseliyordu.
Ayrıca özellikle belirtmek isterim ki
çok kişi de bunun farkında değildir. Tüm
terminatör filmlerinde ortak bir görüntü
olan o eyaletler arası uzun yol bu
filmde de kumların arasından
görünüyordu. Bu insanlık için küçük ama
terminatör fanatikleri için büyük bir
detaydır!
İlk üç film belki ilk tat olduğu için
birincisi ve aynı tarz olan bu üçleme,
bana daha çekici geldi çünkü o filmler
bizim hayatlarımıza çok yakındı ve
olabilir mi diye düşününce olayların tam
ortasında buluyorduk kendimizi. Belki de
biraz daha insancıldı. Terminatör (yani
robot) bile ufak tefek duygusal mimikler
yapıyordu. Sanki bize daha yakındı. O
yüzden ilk üçlemeyi çok beğenmiştik.
Son film ise, tıpkı üçüncü filmde
makinelerin yükselişi (rise of the
machine) benzeri “insanların yükselişi”
kıvamında yaşandı. İlk filmlerde olanlar
gelecekten geçmişe gidilerek
yaşanıyordu. Bu sefer ise geçmişe
gideceklerin daha gitmeden önceki bir
zamanda tutuyor bizi. Hem de nasıl
tutma. Film sürükleyici, düşündürücü ve
heyecan yüklüydü. Heyecan demişken,
üçüncü filmin ilk 20 dakikasını anmadan
edemeyeceğim. İnanmayanlar bir daha
izlesinler.
Ayrıca CNBC-E kanalındaki Terminator The
SCC bu filmi aratmıyor. Demek ki
dizileri de film kalitesinde yapıyorlar
artık.
Düşündürücü ithamını ise zamanları
algılamak için biraz akıl yormak
gerektiğini fark edince ekledim.
Terminatör 3’ te SKYNET’ in anlamını
kavrayınca içim ürpermişti adeta. Bir
bilgisayar programı dünyayı nasıl ele
geçirecekti ki?! Her canlıda olan bir
“güdüyü” hayatı için savaşmayı bir amaç
edinmiş bir bilgisayar programı bunu
kolaylıkla yapabilir. Şu anki gibi ve
daha da ileriye gidecek olan küresel ağ
(global network) ile bütün bilgisayar
sistemlerini yapay zeka ile kontrol
ediyordu. Bu açıdan üçüncü filmde
kaldığı yerden devam etmiş izlenimi de
var filmde.
Ve bilgisayarla iç içe olan çağımız
insanı bu açıdan kendini filmde
hissedebilir ama ben bunu birçok kişide
göremedim. Filmde bazı hatalar da vardı
tabi ki. Ama izlemeyenler için bu
detaylara fazla girmeyeceğim. Bunu
yorumlarda isteyenler okuyabilirler.
Bilim- kurgu mu? Gerilim mi? Bu filmde
her ikisi de var. Lütfen izleyin! |