Uzaylılar
konusunun son yıllarda özellikle Amerika ve Avrupa da ki popüler
bilim dergilerinde yer alması üzerine bu konuda bilimsel bir
derleme yazısı yazmaya karar verdim. Uzaylılar konusu özellikle
magazin basınında da sıkça yer alması ülkemizde daha ziyade
espri ve komedi malzemesi olarak kullanılmaktadır. Uzaylılar
konusunda genel bilgileri verileri gözden geçirdikten sonra
konuya bilimsel ve felsefi açıdan bir yaklaşım yapalım.
Uzaylılar ile ilgili iddialar ikinci dünya savaşından sonra
yoğunluk kazanmaya başlamıştır. Daha eski devirlerde ise Mısır
medeniyetindeki bazı figür ve resimlerin uzaylılar ile ilgili
olduğu, diğer doğu medeniyetlerindeki dinsel öğelerde ise
uzaylıların kimi zaman şeytansal güçlerle kimi zamanda tanrısal
güçlerle betimlendiği yolunda yorumlar vardır. İkinci dünya
savaşından sonra ortaya çıkan iddialar ise şöyle
özetleyebiliriz;
Uçan daireleri gördüğünü ve görüntüsünü tespit ettiğini iddia
edenler. Uzaylılar tarafından kaçırılıp bir süre alıkonduğu ve
bir uzay aracının içinin gezdirildiği yolunda iddialar. Uzaylı
yaratıklar ile telepatik ve içe doğma şeklinde iletişim
kurduğunu iddia eden medyum veya elçi tarzı iddialar.
Bilimsel
metot
Bilimsel metot
bir tezi ele alırken o konuyu şu aşamalarda inceler; Bir veya
bir dizi olayın tanımlanması ve gözlemlenmesi. Bu olayı
açıklamak için bir hipotezin oluşturulması. Örneğin, fizik
biliminde hipotez sebep sonuç ilişkisine dayanan bir mekanizma
veya matematiksel bir formül iledir. Benzer diğer olayların
varlığının tahmin için veya yeni gözlemlerin nicel (sayısal)
sonuçlarının tahminleri için hipotezin kullanımı. Birbirinden
bağımsız kişilerce tahminlerin uygun deneyler ile test edilmesi.
Eğer deney sonuçları hipotez ile bağdaşır ise, bu hipotez teori
veya doğa kanunu olarak nitelendirilir. Eğer hipotez ile
çelişkiler söz konusu ise, bu tez iptal edilir veya
değiştirilerek tekrar sınanır. (Bilimsel metot konusu daha
ayrıntılı ancak bu makalenin ana konusu olmadığı için, bu temel
bilgiler kadarını hatırlatmakta fayda gördüm.)
Şimdi uzaylılar ile ilgili yukarıda verdiğimiz genel iddialar
ile bilimsel bakış açısını karşılaştırdığımızda, uzaylılar
konusu henüz hipotez aşamasına bile gelmemiştir. Bu söylenenleri
birer iddia olarak ele alabiliriz. Bu iddiaların neden bilimsel
olarak itibar görmediğine gelince, bu anlatılanlar kişilerin
veya birkaç kişilik grupların kısa süreli tecrübelerine
dayanmaktadır. Herkes tarafından defalarca belli şartlarda bu
olaylar gözlemlenememektedir. Bahsi geçen uçan daire görüntüleri
ise bir kanıt ifade etmez, sistematik bir gözlemleme gerekir.
Nitekim medyum anlatımlarında tamamen kişisel tecrübelerdir
herkes tarafından aynı veriler elde edilememekte ve aynı şekilde
gözlemlenememektedir. Öyle ise uzaylılar varmıdır sorusunun
cevabına, yoktur diyebilir miyiz? Bu konuda yapılan bilimsel
çalışmalara ve günümüz ünlü kozmologlarından Stephen Hawking’in
bu konuda yaptığı açıklamalara yer vermek istiyorum.
Biyolojik
uzaylı
Uzaylılar varsa
nasıl bir yapıya sahip olabilirler? Bu soruya verilen bir yanıt
biyolojik yapılarının olması gerektiğidir. Ben biyolojik yapı
dışında farklı dalga formlarında da bizim gibi bilinçli canlı
varlıkların olabileceği görüşünü de göz önünde bulundurarak bu
kısımda genel olarak bilimin kabul ettiği canlılığı biyolojik
canlılık olarak tabir edeceğim. Biyolojik yaşamın dünyada ortaya
çıkışına baktığımızda, genel kabul big bang'i müteakip oluşan
hidrojen atomu ve sonrasında oluşan diğer elementler ve
moleküller yaşamın temel taşlarını oluşturmaktadır. Dünyadaki
biyolojik canlılığın oluşmasına anahtar su molekülü ve karbon
atomudur.
Yeryüzünde tek
hücrelilerden başlayan biyolojik yaşam memelilere gelene kadar
iki buçuk milyar yıl geçtiği ve ilk memelilerden insana kadar
olan sürecin bir milyar yıl olduğu tahmin ediliyor. Evrende
bizim güneş sistemimizden 5 milyar yıl önce düzene girmiş
sistemler olduğunu düşünürsek neden o sistemlerde bizimki gibi
bir biyolojik sistem oluşmadı veya oluştu ise bizden daha ileri
teknolojiye sahip olarak neden bizi ziyaret etmediler veya
irtibata geçmediler sorusu akla gelmektedir. Bu soruyla ilgili
Stephen Hawking dört ihtimal öne sürmektedir;
Birinci
olasılık, biyolojik yaşamın ortaya çıkma olasılığının çok düşük
olduğudur, öyle ki değil galakside evrende dahi sadece dünyada
biyolojik yaşamın oluşabileceğidir. Bir diğer ihtimal ise
biyolojik yaşamın o gezegenlerde de oluştuğu ancak insan gibi
aklı kullanan birimlere dönüşmediğidir. Hawking bu ihtimale
şöyle yorum getiriyor 'biz evrimin
kaçınılmaz sonucu
Olarak
mutlaka akıllı yaşam biçimlerinin ortaya çıkacağı savına
alışmışız. Belki de evrim tesadüfî sonuçlar ortaya çıkarıyor ve
akıllı yaşam biçimi birçok sonuçtan biri olabilir... Bakteriler
tek hücreliler ancak dünyada hayatta kalmayı başarmışlar...'
Hawking üçüncü ihtimalin başka gezegenlerde bizim
gibi akıllı yaratıkların oluşmuş olabileceğini ancak geldikleri
bir noktada kendi kendilerini yok ettikleri ihtimalinin olabilir
diyor. Son bir ihtimal ve kendisinin de bu ihtimali tercih
edeceğini belirtirken bunun başka biçimlenme zeki birimler
olabileceği ve bizim gözden kaçırmış olabileceğimizden
bahsediyor. Diğer araştırmcaların görüşlerine baktığımızda ise
Carl Sagan
Sadece bizim
galaksimizde milyonlarca teknoloji medeniyeti olabileceğini öne
sürmüştür. Bu konuda daha muhafazakâr davranan astronomi uzmanı
Frank Drake yaptığı kaba hesaplamada bu sayının on bin
olabileceğini savunmuştur. Kaliforniya Üniversitesi astronomi
uzmanlarından Ben Zuckerman ise sadece galakside değil bütün
evrende yalnız olabileceğimizi savunmuştur.
Bütün bunlara
rağmen uzaylıların olup olmamasının da önce henüz bilimin
dünyadaki biyolojik yaşamın oluşmasındaki ilk safhaları ile
ilgili sorularda vardır. Örneğin, 'kendi kendini tekrar
üretebilen DNA'nın nasıl oluştuğu' bu soruların başında
gelmektedir. Çünkü henüz laboratuarda canlı olmayan bir
malzemeden değil DNA, onun temel taşı olan nükleik asit bile
üretilmemiştir. Bu konuda bir ihtimal 500milyon sürelik tamamen
okyanuslarla kaplı olan dünya ortamında tesadüfen RNA'nın ve
daha sonra DNA'nın oluşmuş olabileceğidir. Felsefeyi bir düşünce
sitemi olarak ifade edersek, bu noktada mistik felsefenin bu
konudaki görüşüne de yer vermek gerekir, bu konuda mistizm şöyle
demektedir; Diğer gezegenlerde de
hayatiyet ve canlılık
vardır ancak bu canlılık ve hayatiyetin ortaya çıkışı
bazılarında beş duyuyla idrak edebileceğimizin ötesinde ve
bazısında da mikroskobik görüntülerdir... Bu tipten bir
canlılığın güneşte dahi mevcut olduğu misâl olarak
verilebilir.(referans Ahmed Hulusi, Ruh İnsan Cin kitabı)
Diğer
ihtimaller
Bizim biyolojik
yapımıza benzer veya başka bir biyolojik yapıda uzaylılar
dışında birde biyolojik bir bedeni olmayan ancak bir dalga
bedeni (wave structure) veya ışınsal bedeni olabilecek yapıda
zeki varlıkların olabileceği uzaylılar konusundaki çeşitli
yayınlarda bahsedilmektedir.
NASA'nın Ufoları
isimli kitabın yazarı (Evidence, The Case for NASA UFOs)David
Sereda'nın görüşlerine yer vereceğim. Sereda uzaylıların ışık
hızına sahip olabilmek için maddeden kurtulduklarını ve ışınsal
yapıları olduğunu ve uzay gemilerinin de ışınsal bir yapıda
olduğunu bu yüzden ışık hızıyla hareket edebileceklerini iddia
ediyor ve şöyle ifade ediyor 'Ufo videolarıyla yaptığım
incelemede uçan dairelerin aslında enerji dalgaları yaydıklarını
fark ettim. Bu görüntüleri kare kare incelediğimde ise bu uçan
dairelerin düşük orta ve yüksek frekanslı elektromagnetik
dalgalar yaydıklarını buldum. Bu Ufoların ne bir motoru nede bir
ateşleme siste vardı sadece dalga (wave) idiler.' Yazar çok
sayıda uzaylının aramıza gelebileceği ve sahip oldukları yüksek
enerjiden dolayı hiç fark edilemeyeceklerini belirtiyor.
Uzaylıları
bilimsel olarak araştırma çerçevesinde bugüne kadar yapılmış en
önemli proje SETI (The search for extraterrestrial life, Uzayda
hayat araştırması) projesidir. SETI projesinde araştırmacılar
belli frekanstaki dalgaları kaydederek çözümlemeye çalışıyorlar.
Ancak bu noktaya teorik fizikçi Dr.Michio Kaku'nun bir itirazı
var. SETI daha gelişmiş bir medeniyetten değil bizimki gibi bir
medeniyetten gönderilmiş bir kaç radyo ve TV Tek frenkasına
bakıyor. Derin uzayda çok fazla parazit yayın olacağından tek
frekansta yayın ciddi bir hata(error) ifade verecektir. Yani bu
bütün yumurtaları bir sepete koymaya benzer, bunun yerine bu
tarz bir yayın bütün frekanslara bölünerek parçaların
birleştirilmesiyle deşifresi daha doğru olacaktır. Arada bazı
parçalar kaybolsa da sinyalin çoğu elde edilecektir. Yani
galaksi bizden çok daha ileri medeniyetlerden gelen mesajlar ile
dolu olabilir. Hawking kendisinin de tercih edeceği ihtimalden
bahsederken başka biçimlemiş olan canlılardan söz ediyordu.
Bununla birlikte mistizm uzaylıların cinlerin aldatmacası olarak
ve şöyle açıklamıştır "CİN" adıyla
işaret edilen; gerçeği itibariyle insan gözü tarafından
görülemeyen; bazen de sahip oldukları özellikler dolayısıyla,
bazı insanlara maddemsi görüntüler verebilen bu varlık türünün
yapısı iki katmandan oluşur:
1-CAN...
Algılamada yetersiz kaldığımız "bilinç" türü...
2-PERİSPERİ
denilen "hologramik dalga beden"!. (Referans Ahmed Hulusi, Ruh
İnsan Cin kitabı )Bu
yazarın görüşü ise yapılacak bir cihazla zaten aramızda olan
uzaylıların gelecekte deşifre edileceği yönündedir.
Uzaylı
Araştırmasında Kullanılan Yöntemler
Dünyaya benzer
yeni gezegenler aramak, uzaya mesajlar göndermek ve sinyalleri
dinlemek başlıca sistemlerdir. Voyager uzay aracı güneş
sisteminin dışına doğru yolculuğuna devam ederken bizden de
mesaj taşımaktadır. Uzaylı aramaktan ziyade onlardan gelebilecek
veya yayılabilecek bir sinyali aramak ve deşifre etmek. SETI
projesinin yaptığı tarama bu şekildedir. Elektromanyetik sinyal
taramak en çok tercih edilen metottur. Elektromanyetik sinyaller
boşlukta yol alabilen ve yıldızların arasından geçebilen
dalgalardır. Görmüş olduğumuz bütün ışıklar elektromanyetik
dalgalardan meydana gelmiştir. Bunlar kızıl ötesi, morötesi
ışıklar, mikrodalgalar radyo dalgaları ve röntgen ışınlarıdır.
Her bir elektromanytik dalganın kendine has bir frekansı vardır
fakat bütün frekansları aynı anda gözlemlemiz mümkün
olmamaktadır. Yıldızlar arasında sinyal transferi için en ideal
mikrodalgalardır. Mikrodalgaların iki avantajı vardır. Uzayda
iyi yayılırlar ve toz bulutları, yıldızlar arasında emilme ve
kırılma ihtimalleri çok düşüktür. Evrende mikrodalga yayan madde
sayısı oldukça az sayıdadır dolaysıyla bastırılmaları ve
kaybolmaları düşük ihtimaldir. Ancak mikrodalga aralığı da çok
fazla sayıda frekans içermektedir. Bu da işi bir hayli
zorlaştırmaktadır.
Kaynaklar
1.http://www.ufonasa.com,
News events bölümü
2.http://www.hawking.org.uk, Public Lectures bölümü
3. http://www.ahmedhulusi.com, Ruh İnsan Cin Bölümü
Turhan Doğan
Tokyo Üniversitesi Yüksek Kimya Fakültesi
turhandogan@yahoo.com
Tokyo - 01.02.2005
http://www.sufizmveinsan.com
|