İnsanlar, yaratıcılıklarının başından beri, ağır,
tehlikeli, sıkıcı ya da tiksindirici işlerin üstesinden
gelmek için daima marifetli aletler icat etmişler. Ya da
bunu yapan tembel bedenlerindeki çalışkan zekâ, akıl
veya içgüdülerdir. Bu dürtü ile robotlar alanında
doruklara ulaşılmış. Bilim adamları, bilim kurgunun bu
mekanik tarafına yönelik yaratıcılıklarında oldukça yol
almış durumdalar.
Başını gökyüzüne kaldırıp yüzyıllık bilimsel
araştırmaların tersini, gezegenlerin kaderimizi
etkilediğini söyleyecek kadar cesur bilim adamı sayısı
azdır. Ayrıca birazdan da göreceğiniz gibi bu tarz
çıkışlar yapanlara, Galileo’ nin “dünya yuvarlaktır”
dedikten sonraki yaşadıklarına benzer karşı gelmeler
hatta azarlamalar yapılıyor.
Bu ender bilim adamlarından biri de Percy Seymour oldu.
Plymouth Üniversitesi'nin eski astronomi okutmanı ve
İngiliz Kraliyet Astronomi Birliği'nin üyesi Seymour,
“Astrolojinin Bilimsel Kanıtı” isimli kitabında,
burçlara inanmadığını belirttikten sonra, Güneş'in,
Ay'ın ve bazı gezegen hareketlerinin üzerimizde etkileri
olduğunu anlatıyor.
Seymour'un ortaya koyduğu kanıt, Güneş, Ay ve Jupiter'
den Mars'a, belirli gezegenlerin Dünya'nın manyetik
alanını etkilediği yönündeydi. Bu da, Dünya'nın değişik
yerlerinde ana rahmine düşen bebeklerin beyin gelişimi
sırasında farklı manyetik etkiler altında kaldıklarını
gösteriyor.
Seymour'un "yıldızlar ve gezegenler bizi yönetiyor"
savı, bilim adamları arasında çok az taraftar buldu.
Kraliyet Astromi Birliği'nden Jacqueline Mitton,
"Söyleyebileceğim tek şey, henüz Seymour'un görüşlerine
katılan bir bilim adamına rastlamadığımdır" dedi.
Greenwich'teki Kraliyet Gözlemevi'nde çalışan Robert
Massey'e göre de Seymour'un iddiası, "tarlalarda görülen
garip daireleri uzaylıların yaptığı" iddiasına benziyor.
Ama materyalist düşünceyle yaşayan insanlar zaten
görünmeyen şeylere inanmazlar. Onları inandırmak bir
hayli zordur. Ama Galileo ve benzerleri her zaman galip
gelmişlerdir.
Seymour'un kitabı, bilim adamları ile astrologlar
arasındaki bitmez tükenmez tartışmayı yeniden
alevlendirdi. Bilim adamlarının büyük çoğunluğu bilimsel
çalışmalarla astrolojinin birbirine karıştırılmamasından
yana. Onlara göre, astroloji, bitkilerle tedavi gibi
bilimsel olmayan bir dal. Bazı bilim adamları
astrolojiyle yüzeysel olarak ilgilense de, Seymour gibi
bu geleneksel alanın derinine inen çok az bilim adamı
var.
Michel Gauquelin de bu bilim adamlarından biri. Mars
Etkisi adını verdiği 1955 tarihli araştırmalarında,
büyük spor yıldızlarının doğdukları tarihlerde Mars'ın
belirli bir konumda olduğunu saptadı. Araştırma önce
ilgiyle karşılandı; ancak, detaylara bakınca
Gauquelin'in teorisi bazı bilim adamlarının gözünde
çöktü.
Gauquelin'den bu yana, bazı küçük bilim dergilerinde
astrolojiyle ilgili makaleler düzenli olarak yayınlandı.
Örneğin, 1991/92 yıllarında yapılan bir araştırma,
İngiliz futbol liginde oynayan oyuncuların yarıdan
fazlasının eylül-kasım arasında doğduğunu gösteriyordu.
Bir başka araştırmaya göre de, kriket oyunundaki en
hızlı atıcılar yılın ilk yarısında doğanlardı. Bu yılın
başında, Hertfordshire Üniversitesi'nden psikolog
Richard Wiseman, yaz aylarında doğanların kendilerini
daha şanslı gördüklerini ortaya koyan bir araştırma
yayımladı. Ama materyalist düşünce her ne kadar yüz yıl
önce yenilmiş olsa da buna da bir kanıt isteyeceklerdir.
Bu futbolcuların “durumu” bir kanıt değildir
Bedenlerinde ve ya görülen herhangi bir şekilde somut
kanıt görmeleri gerekir.
Bilim adamlarının çoğu, Seymour'un kanıtlarını
reddediyor; çünkü gezegenlerin Dünya üzerindeki manyetik
etkisinin çok anlık olduğunu belirtiyorlar. Robert
Massey bu konuda şunları söylüyor: "Eğer Dünya'nın kendi
manyetik alanı sıfıra inseydi, o zaman uzaydan daha
yüksek radyasyon alırdık ve belki bu bizim
davranışlarımızı etkilerdi. Ama yine de birkaç hafta
içinde paraya kavuşacağınız yolunda tahminler
yapılabileceğini sanmıyorum.” Bu cümlesinden de
astroloji hakkında ağızdan dolma bilgilerle beslendiğini
söylemiş oluyor. Aşk, para ve benzeri gibi konularda
insanların ilgisini çekecek tarda yayınları falcılar
yapar ve bunun astrolojiyle alakası yoktur.
Seymour, son araştırmasıyla bilim adamları cephesinden
astrologlar cephesine geçmiş biri olarak görülürken,
karşı cepheyi terk edenler de oluyor. Geçtiğimiz yıl,
Perth'te bilim adamı olmak için astrolojiyi terk etmiş
olan Geoffrey Dean, birkaç dakika arayla doğmuş 2 bin
kişi üzerinde bir araştırma yaptı. Dean, bu kişilerin
IQ'larından karakterlerine, spora ve sanata
yatkınlıklarından mesleklerine kadar birçok konuyu
inceledi ve astrologların dediği gibi aynı zamanda
doğmuş insanlar arasında benzerlikler bulunmadığını
saptadı. Ama kişilerin genetik özelliklerini dikkate
alsalardı çok daha detaylı ve geçerli sonuşlara
ulaşabileceklerdi.
Astrologlar ve bilim adamları arasında sürüp giden ağız
dalaşına karşılık, astrolojinin bir saçmalık olduğunu
söylemek için bile bilimsel verilere ihtiyaç var. Bilim
adamlarının çoğu, hala sorulması gereken çok fazla soru
olduğu görüşünde. Oxfordshire Laboratuvarı'nda çalışan
Rutheford Appleton, manyetik alanların insan
davranışlarını etkilediğine dair gerçek bir kanıt
olmadığını söylüyor ve "Bu ilginç bir konu ve henüz
anlaşılabilmiş bir şey değil" diyor. Charles Hapgood'a
göre ise bu konu tamamen reddedilemez. Hapgood "Somut
bir şey bulmak için bilimi düzgün yapmanız gerekiyor.
Herhangi biri bir sebep bulursa, konu iyice ilerleyecek
ve ilginç bir noktaya gelecektir" diyor.
Buradaki anahtar kelime sebeptir. Astrolojiyi
destekleyen çalışmalar sebep-sonuç ilişkilerinden çok
bağlantıları gösteriyor. Manyetik alanlar, gerçekten
doğmamış bir bebeğin beyin gelişimini etkiliyor mu? Eğer
bu alanlar etkiliyse, ne kadar etkili? Ve manyetik
alanlardaki değişimlerin davranışlara yansıyıp
yansımadığını nasıl biliyoruz? Basit bir manyetik alan
değişimi çocuğunuzun ünlü bir futbolcu olmasını
sağlıyorsa, o zaman tüm ders kitaplarını bir kenara
atmak gerekir mi? Tarzı sorular gene konunun tam olarak
anlaşılamadığını gösteriyor. Sadece bir cümlelik bir
yorumu alıp hayatta başka bir şey yokmuş gibi bakılması
oldukça yanlış. Demek istediğim o futbolcu olacak(!)
çocuğun anne ve babasından aldığı genetik kodlar çok
önemli bir rol oynamaktadır hayatında. Kader olgusunu da
bu konularla beraber düşünmek gerekiyor.
Ancak, astrolojiyle ilgili değişmeyen bir şey var ki, o
da popüler olması. Yeryüzünde, geleceği söyleyen sayısız
astrolog, site ve telefon hattı var. Seymour'un
bilim-astroloji kitabı ise şüphesiz birçok insanın büyük
ilgisini çekecek.
Astrolojiye duyulan ilgi de, din ihtiyacı gibi, insanın
hayatının tamamen kendi ellerinde olmadığına inanma
isteğinden kaynaklanıyor. Galiba sürprizleri seviyoruz.
Massey, bu konuda "Dini inançlarda ne zaman bir gerileme
olsa, insanlar başka şeylerin arayışlarına giriyor. Bu
bazen kristal küreler oluyor, bazen de günlük burçlar"
diye konuşuyor. Bu söz doğruluk barındırsa da sadece
astroloji ile ilgilenenler bir süre sonra din ile
ilgilenmeyi bırakırlar. Aslında din’ de de astrolojiyle
çokça ilgilenilmesi yasaklanmıştır bu sebepten.
Eminiz ki, Seymour'un kitabı bu alanda sonuncu kitap
olmayacak. Her iki taraftan birini haklı çıkartacak
kanıtlar olmadığı sürece bu tartışma sürüp gidecek. Bu
konuda da Massey, "Belki yaz aylarında doğmak size
belirli davranışlar sağlıyordur, bilmiyorum. Ama
gökyüzünde bu gece görünecek Mars, Satürn, Jüpiter ya da
Venüs'ün bizimle alakası olmadığını biliyorum" diyor.
Aslında materyalist düşünce ile olaylara bakanların dar
bir alanda oyalanarak geniş olmanın güzelliğini ve
getirisini bilemiyorlar sanki. Tarihte, modern tıbbın
olmadığı zamanlarda insanları bitkilerle iyileştiren
şifacıların elde ettikleri başarılar nelerdir tarzında
bir soru sorulsa sanırım bu bilim adamları cevap vermek
yerine tekrar sataşmaya başlayacaklardır. Ve insanların
sadece birkaç gezegenin etkisinde olduğu düşüncesi,
genetik ve kader kavramının gözardı edilmesi ise olayla
aslında ilgilenmediklerini ve sırf karşı çıkmak onları
rahatlattığı için somut kanıt getirilemeyeceğini
düşündükleri için bıyık altından gülerek tartışmaya
devam ediyorlar. Astroloji için kanıt istiyorlarsa aynı
burçtaki insanları alıp karakterlerini incelemeleri
gerekmez mi? Ve düşünce yapılarındaki benzerlikleri
görünce elle tutulamayan düşünceyi acaba kanıt olarak
kabul etmezler mi?
Not: Yazı Guardian Gazetesi'nde 18 Mayıs
2004'te yayımlanan makaleden özetlenmiştir. |