Bazı kimseler, en ciddi meseleleri bile kısa sürede
değersizleştirmeyi, basitleştirmeyi çok iyi biliyor,
üzerinde durma zahmetine bile katlanmıyor. Ancak, çok
önem taşıyan konular sağından solundan bilinçsizce
mıncıklandıkça ciddiyetini kaybediyor. Belli ki evdeki
hesabın çarşıya uymayacağı düşüncesi var ortada.
Mesela, uzay çağında
yaşamamıza karşın, yıllardır uygulanan aşiret
kuralları ve bunlara dayalı bitmek tükenmek bilmeyen
kan davaları, çete-mafya türü olaylar, trafik derdi,
durmadan artan fiyatları veya benzeri bir yığın
sorun varken, akla ilk olarak her ne hikmetse
‘irtica’ nın gelmesi, ciddi bir inandırıcılık
sorununa neden oluyor.
Laikliği
dilinden düşürmeyen bazı çevrelerin, hassasiyetlerini bu
fevkalade durumlar karşısında da göstermesi gerekirken
ne yazık ki suskun kalmaları anlaşılır gibi değil.
Ve
birçok insanın hayatını olumsuz şekilde etkileyen bu
olaylar yüzünden adeta şok yaşanıyor. Sonrası mı?...
Maalesef unutulup gidiyor; yaşayan, yaşadığı ile
kalıyor.
İrticaının altında yatan bir korku var:
Şeriatın ülkeye gelmesi!
Bu
teori bir kere mümkün değil. Her zaman söylerim, bu
ülkeye şeriat gelmez, gelemez. Batında böyle bir hüküm
yoksa zahirde kesin olamaz. Dayandığım nokta ise en
tepeden şeriatın istenmemesi. Çünkü insanların bir yığın
boş işlerle, musibetle uğraşmak zorunda kaldığı
görülerek, gerçek yönüyle kendilerini tanıması,
bilinçlenmesi arzu ediliyor. Var oluş gayesi bu çünkü. O
nedenle varsa yoksa Allah isminin ne anlama geldiğinin
anlaşılması, din konusunun kabuk kısmında kalınmaması
öngörülüyor. Yani mesele bu kadar basit.
Ayrıca irtica öğesini de açıklığa kavuşturmak lazım.
Bilinmesi gerekir ki insanlarda mevcut bu kapasite,
sonradan elde edilen bir özellik değil. Çünkü kozmik
bilinç ana rahminde bu hususu sait ve şaki
şeklinde
netliğe kavuşturmuş
durumda. Dolayısıyla yaşam boyu size ait program,
istenilen istikamette ve genlere yüklenerek devam
edecektir. Şayet beyin farklı açılımların etkisi altında
bir programa tabi olmaz ise durum değişmez. Dolayısıyla
bu formatı hiç kimsenin önlemeye gücü yoktur, yetmez
desek daha doğru ve akılcı olur. Bu bakış açısı bana ait
değil, ‘son nebinin’ mucizesidir, hatırlatırım.
Üzerinde durulmayan, kale alınmayan bir ayrıntı var. Bir
insanın elinden her şeyi hatta özgürlüğünü dahi
alabilir, onu köle bile yapabilirsiniz, ama inancını yok
edemezsiniz. Anlaşılacağı üzere birey bu doğrultuda
edindiği bilgileri mutlaka hurafe türünden dahi olsa
ortaya koyacak ve yaşamaya çaba gösterecektir.
Aklıselim sahibi yaklaşım, bu nokta üzerinde durmalı,
en azından hurafeye kaçmayacak gelişimlerle inanç
dünyasını eğitmeli, bilinçlendirmelidir.
Şayet bunu yapamıyorsanız neticesi böyle olur. Yıllardır
“irtica” derken, kulak veren, sizi duyan olmaz.
Meraklısı, tarihe baksın. Ne demek istediğimi
anlayacaktır.
Dini bilinçli bir şekilde algılama noktasına gelince;
zaten böyle konuları işleyen, üretenler var. Ama ne
hikmetse onlara bakma zahmetine katlanılmıyor. Bütün
bunlar, dini algılamanın mutlaka köklü bir reforma tabi
tutulması gerektiğini gösteriyor. Şayet gereği yapılsa
bu tür anlaşılmaz olaylar yaşanmayacak ve toplum
ikilemlere düşmeyecektir.
Ama, üretemeyen, hiçbir soruna ciddi yaklaşımda
bulunamayan Diyanet’in “dediklerimiz ortada”
mantığı ile meseleleri çözmeye kalkışırsak somut bir şey
elde edemeyiz.
Bu
şekilde düşüncenin dayanağı ise şöyledir: Bütün veliler
(bilinç ordusu), Diyanet’in elemanlarından,
proflarından seçilmiyor.. Mevlana örneğinde
olduğu gibi. Ama bu er kişiyi sadece biz değil, tüm
dünya örnek alıyor. Eserleriyle, yaşamıyla.
Bilmiyorum ne demek istediğimi anlatabildim mi?
Yapılacak tek şey, sosyal düzenin barışını temin etmek
için, topluma, ahlâka, kişisel özgürlüklere özen
göstermek, hurafeye kaçmayan çağdaş din anlayışını
teşviki etmektir. Aksine, onu tökezletmek, çökertecek
ikazlarda bulunmak veya benzeri uygulamaları istemek,
denemek ne kadar doğru olabilir bilemiyorum.
Devam ediyorum.
Şimdi yaşanmakta olan ve başlı başına bir sorun gibi
görülen şey, hiç kuşkusuz trafik meselesidir. Bu konuda
kişisel hatalar yönünden bir arpa boyu bile ileri
gidemiyoruz. Sert ve radikal tedbirler, tüm kurallar
toplum egosu ile akla ve mantığa gelmeyecek şekilde
zedelenirken, yaşamlar sönüyor ve çoğu insan sakat sakat
hayata devam etme durumunda bırakılıyor, ama ne yazık ki
benimsenme gereği duyulmuyor.
Bu
kadar tedbir alınmış olmasına rağmen, böylesine
‘vurdumduymaz’ düşüncelerle karşı karşıya kalınması
hayret verici. İnsanoğlunun evden adımını sapasağlam
atıp, akşam eve sakat dönmesi veya hastane odalarında
inlemesi, bu nedenle çok normal gibi görünüyor
günümüzde. Ama diğer yandan, şaşılacak bir durum yok
hani. Çünkü bu da bir kültür-eğitim meselesi. Hiçbir
standarda uymayan bu çelişkiler yumağı bakalım ne zaman
sona erecek? Merak ediyorum.
Ayrıca insanı dehşete düşüren bir konu var, şiddetle
ilgili. Anımsamaya çalışın, bir süre önce minibüste
‘lahmacun yediği için ikaz edilen otuz yaşlarında
gencecik bir delikanlının’ zorbalar tarafından aşağı
indirilip acımasızca dövüldükten sonra bıçaklanarak
öldürülmesi olayı vardı.
Bu
cinayeti işleyen magandalar, mutlaka kendi kültürlerine
göre yaşıyor ve icraatta bulunuyorlar. Herhalde,
evrenselliğin bu şekilde var olduğunu kabul ediyorlar.
Böyle mi olması lazım?
Eğri oturup doğru konuşalım; hem bir yandan
"çocuklarımızı, okusunlar, vatana millete faydalı birer
insan olsunlar düşüncesiyle okullarla gönderelim"
diyeceksiniz, diğer yandan da tehlikeli bir oyuna
gelmemeleri için, "her gün, koruma duaları okuyarak
dönüş yollarını gözleyeceksiniz."
İşte, illâki irtica denerek basite alınan bir
yaşam modelini benimsemenin ağır faturası bunlar. Özetle
inandırıcı değil, ikna edici değil, samimi de olmuyor.
Görüyorsunuz,
tanık oluyorsunuz. Okulların çevresi uyuşturucu
satıcıları ile dolu. Onlarla uğraşmak ayrıca bir mesele
oldu. Aileler, bu tehlikeli gelişmeler karşısında
çocuklarını sırf koruyabilmek gayesiyle özel okullarda
okutmak için çaba sarf ediyor. Ama, ekonomik nedenlerden
ötürü bu pek de mümkün görünmüyor. Güya üzerine
gidilecek deniyor, laflar ediliyor. Ama unutulup
gidiyor.
Sonuç: Şeytanın
en büyük desisesi, ‘küçük şeyleri büyük; büyük
şeyleri küçük göstererek insanı aldatmaktır.’
Bu bakış açısı
ile gerçek tehlikeler yerine hayalî şeyler üretmek ve
onların üzerinde durmak bize, insanlığa ne kadar fayda
sağlayabilir?
Allah, kimsenin vicdanını abesle iştigale boyun
eğdirmesin diyorum. |