Çok az kimse ‘ağzından çıkanı kulağı duyar’
tarzında bir yaşama sahiptir.Çoğunluk, ne yazık ki bunun
tam tersini uygulamakta. Bu yazıda söz konusu ayrıntılar
üzerinde durup, değerlendirmelere gireceğiz.
İnsan başkalarını sorgulamaya başlarken, kendisinden
çıkan sözlere dikkat etmeli.
Hangi dine, hangi ideolojiye, dünya görüşüne
mensup olursak olalım, önce kendi değerlerimize,
dilimize ne kadar bağlıyız, hayatımızdaki konuşmalara ne
kadar dikkât ediyoruz bunun sorgusunu yapalım.
Çünkü ağızdan çıkan söz çok önemli. Dolayısıyla
insan adeta diken üstünde durmalı. Konuşurken, boş
konuşmanın tedirginliğini yaşamalı ki denge kurulmuş
olsun. Zira doğası gereği, kişinin içindekini refleks
olarak bir anda dışarı atması mümkün.
Dikkat edilmezse ‘ayıkla pirincin taşını’
durumlarını kahredercesine yaşamak bir akıbet.
“Ben onu demek istemedim, şuna işaret etmiştim”
türü savunmalar, telaşlanmalar uzun süre devam eder
durur.
Özetle şunu söylemek istiyorum: İnsanoğlundan bazen öyle
bir ifade çıkar ki, hayatı boyunca bunun etkisi altında
kalabilir.
Akabinde farkına varabilir.
Ama, olan olmuştur.
Boş laf, “bedene bağımlılık, duyguya, tutkuya, nefse
meşruluk verme” ile orantılıdır.
Dikkatlice bir düşünün, bu doyumsuz bedenlerden neler
çıkmaz ki!
İsrafın haddi hesabı yoktur. Konuş konuşabildiğin kadar…
Hangi tür yaşam olursa olsun toplum, bu ahengi bozan bet
seslileri, güzergâhın dışına atarak, ibretlik cezalar
verilmesini sağlar.
Ne yazık ki, insanların binlerce yıldan beri düşünmediği
‘ağızdan çıkana dikkat etme’ şartı adeta bir suç
gibi karşısına dikilmiş ve kendisini perişan etmiştir.
Büyük mutasavvıf Mevlânâ, Mesnevi’sinde dünya
hayatını, varoluş felsefesini, bu uğurda aralarında
geçen cebelleşmeyi bir dağın karşısında konuşmaya
benzetir.
Buna göre; “insan ağzından çıkan” her kelime
aynı tonda bize geri dönmektedir.
Kişi hangi “frekansta” konuşuyorsa, dağ ona aynı
tonda cevap verir. Hem de uzatarak, dalgalar halinde.
Şayet hakaret derecesine varan bir üslûbu benimsemişsek,
o sözler aynen bize iade olunur.
Yani ne dile getiriyorsak, dağ bize aynısını sunuyor ve
bizler biraz da meraklı bakışlarla ağzımızdan çıkanı
dinlemek zorunda kalıyoruz.
Sanki dağ bize ayna oluyor.
Hatalarımızı yüzümüze vurmaya bayılıyor.
Toplum yaşamında da olay farklı değil. Dedikodu
yapıyorsak, hakkımızda ara vermeksizin dedikodu
üretiliyor. “Kötü söz, sahibini
bulur”
derler.
Bunu görüyor ve yaşıyoruz.
Değişik teşhisler zamanla ortaya çıkıyor ve insanoğluna
birtakım şeyler anlatıyor.
Bu kuralın her zaman için geçerli olduğunu bilen
mutasavvıflar, bir konuda eleştiriye, hakarete veya
dedikoduya maruz kaldıklarında karşılık vermekten
kaçınıyorlar.
Susmayı tercih ediyorlar.
Mevlâna’nın
lâkabının hamiş-suskun (sessizlik) olmasının
nedeni budur.
Şimdi buraya kadar anlattıklarımıza istinaden bir
uyarımız var: Ağzınızdan çıkan her sözü düşünerek sarf
edin ve karşılığını beklemeye hazır olun. Üstesinden
gelemeyeceğiniz sözü bir çırpıda dile getirmeyin.
Nitekim Kur’an bu hususa açık ve net bir
şekilde şöyle değinmekte ve insanoğlunu uyarmaktadır:
“Ey iman edenler... Yapmayacağınız şeyi niçin
söylüyorsunuz!” (Saff Sûresi- 2.Âyet)
Son derece “zeki, hazır cevap bir kişilik
sergileyenlerin” dahi, ummadıkları bir anda kontrolü
kaybetmelerinden ötürü, ağızlarından beklenmedik bir
kelamın çıkması ve hele bunu tartışma
kabullenilmeyecek, sıra dışı bir mahal için sarf
etmeleri, bir anda kendilerine olan bakış açılarını,
bütün yaşam koşullarını değiştirebilir; sıcaklığı ve
yakınlığı ile bilinen o insanları dahi bir anda
toplum dışı bırakabilir.
Kimilerini tanırım, sıkıştığı anda ağzına ne gelirse
söyler.
İşte böyleleri gerçekten “kişiliksiz bir yapıya
sahip” olanlardır. Böylesine kontrolsüz kimlikleri
tanımak, dost olmak bile büyük bir talihsizliktir.
Kimileri ise daldan dala konarak, dibi delik kovalar
misali güya ‘kilit isim’ olmanın keyfini
çıkarırlar, sonuçlarını düşünmeden.
Değerlendirilmesi gereken durumlar bunlar.
Daha önceleri de yazdım, bir daha yineleyeyim; insanlar
birbirlerini yemekle oyalanacağı yerde, mistik uyarılara
kulak vererek yardımsever bir üslubu benimseseler,
ağızlarından çıkan da kontrolü kolaylaştırıp sarf edeni
utandırmayacak türden olur. |