Ağızdan çıkan kelam
Ahmed F. Yüksel
 

Çok az kimse ‘ağzından çıkanı kulağı duyar’ tarzında bir yaşama sahiptir.Çoğunluk, ne yazık ki bunun tam tersini uygulamakta. Bu yazıda söz konusu ayrıntılar üzerinde durup, değerlendirmelere gireceğiz.

İnsan başkalarını sorgulamaya başlarken, kendisinden çıkan sözlere dikkat etmeli.

Hangi dine, hangi ideolojiye, dünya görüşüne mensup olursak olalım, önce kendi değerlerimize, dilimize ne kadar bağlıyız, hayatımızdaki konuşmalara ne kadar dikkât ediyoruz bunun sorgusunu yapalım.

Çünkü ağızdan çıkan söz  çok önemli. Dolayısıyla insan adeta diken üstünde durmalı. Konuşurken, boş konuşmanın tedirginliğini yaşamalı ki denge kurulmuş olsun. Zira doğası gereği, kişinin içindekini refleks olarak bir anda dışarı atması mümkün.

Dikkat edilmezse ‘ayıkla pirincin taşını’ durumlarını  kahredercesine yaşamak bir akıbet.

“Ben onu demek istemedim, şuna işaret etmiştim” türü savunmalar, telaşlanmalar uzun süre devam eder durur.

Özetle şunu söylemek istiyorum: İnsanoğlundan bazen öyle bir ifade çıkar ki, hayatı boyunca bunun etkisi altında kalabilir.

Akabinde farkına varabilir.

Ama, olan olmuştur.

Boş laf, “bedene bağımlılık, duyguya, tutkuya,  nefse meşruluk verme” ile orantılıdır.

Dikkatlice bir düşünün, bu doyumsuz bedenlerden neler çıkmaz ki!

İsrafın haddi hesabı yoktur. Konuş konuşabildiğin kadar…

Hangi tür yaşam olursa olsun toplum, bu ahengi bozan bet seslileri, güzergâhın dışına atarak, ibretlik cezalar verilmesini sağlar.

Ne yazık ki, insanların binlerce yıldan beri düşünmediği ‘ağızdan çıkana dikkat etme’ şartı adeta bir suç gibi karşısına dikilmiş ve kendisini perişan etmiştir. 

Büyük mutasavvıf Mevlânâ, Mesnevi’sinde dünya hayatını, varoluş felsefesini, bu uğurda aralarında geçen cebelleşmeyi bir dağın karşısında konuşmaya benzetir. 

Buna göre; “insan ağzından çıkan” her kelime aynı tonda bize geri dönmektedir. Kişi hangi “frekansta” konuşuyorsa, dağ ona aynı tonda cevap verir. Hem de uzatarak, dalgalar halinde.

Şayet hakaret derecesine varan bir üslûbu benimsemişsek, o sözler aynen bize iade olunur.

Yani ne dile getiriyorsak, dağ bize aynısını sunuyor ve bizler biraz da meraklı bakışlarla ağzımızdan çıkanı dinlemek zorunda kalıyoruz.

Sanki dağ bize ayna oluyor.

Hatalarımızı yüzümüze vurmaya bayılıyor.

Toplum yaşamında da olay farklı değil. Dedikodu yapıyorsak, hakkımızda ara vermeksizin dedikodu üretiliyor.                  “Kötü söz, sahibini bulur” derler.                                                   Bunu görüyor ve yaşıyoruz.

Değişik teşhisler zamanla ortaya çıkıyor ve insanoğluna birtakım şeyler anlatıyor.

Bu kuralın her zaman için geçerli olduğunu bilen mutasavvıflar, bir konuda eleştiriye, hakarete veya dedikoduya maruz kaldıklarında karşılık vermekten kaçınıyorlar.

Susmayı tercih ediyorlar.

Mevlâna’nın lâkabının hamiş-suskun (sessizlik) olmasının nedeni budur.

Şimdi buraya kadar anlattıklarımıza istinaden bir uyarımız var: Ağzınızdan çıkan her sözü düşünerek sarf edin ve karşılığını beklemeye hazır olun. Üstesinden gelemeyeceğiniz sözü bir çırpıda dile getirmeyin.

Nitekim Kur’an bu hususa açık ve net bir şekilde şöyle değinmekte ve insanoğlunu uyarmaktadır:

“Ey iman edenler... Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz!” (Saff Sûresi- 2.Âyet)

Son derece “zeki, hazır cevap bir kişilik sergileyenlerin” dahi, ummadıkları bir anda kontrolü kaybetmelerinden ötürü, ağızlarından beklenmedik bir kelamın çıkması ve hele bunu tartışma kabullenilmeyecek, sıra dışı bir mahal için sarf etmeleri, bir anda kendilerine olan bakış açılarını, bütün yaşam koşullarını değiştirebilir; sıcaklığı ve yakınlığı ile bilinen o insanları dahi bir anda toplum dışı bırakabilir.

Kimilerini tanırım, sıkıştığı anda ağzına ne gelirse söyler.

İşte böyleleri gerçekten “kişiliksiz bir yapıya sahip” olanlardır. Böylesine kontrolsüz kimlikleri tanımak, dost olmak bile büyük bir talihsizliktir.

Kimileri ise daldan dala konarak, dibi delik kovalar misali güya ‘kilit isim’ olmanın keyfini çıkarırlar, sonuçlarını düşünmeden.
Değerlendirilmesi gereken durumlar bunlar.

Daha önceleri de yazdım, bir daha yineleyeyim; insanlar birbirlerini yemekle oyalanacağı yerde, mistik uyarılara kulak vererek yardımsever bir üslubu benimseseler, ağızlarından çıkan da kontrolü kolaylaştırıp sarf edeni utandırmayacak türden olur.

 

 
 
İstanbul - 10.02.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com