Aile
kavramı,
toplumun
temel
unsurlarından
birisi,
hatta en
başta
gelenidir.
Bu
konum,
sadece
ülkemizde
değil,
dünyanın
her
yanında
böyledir.
Kadının
aileyi
bir
arada
tutması
da
bilinen
bir
gerçektir.
Onun,
özellikle
cinselliği
bastırılmış
istekleri,
boyun
eğici
yanıyla
eşine
örnek
olduğu,
çocuklarını
himaye
ettiği,
bu
kimlikle
dışa
karşı ve
iç
ilişkilerinde
de bir
saygınlık
kazandığı
görülür.
Bu hali
ile
bir
kadının,
büyük
ölçüde
ailenin
özünü
oluşturduğu
söylenebilir.
Çünkü o,
bunu hak
eder.
Günümüz
erkeklerini
cezbeden
kadın
daima
kazanır.
Çünkü
eşini
yuvaya
bağlamayı
bilir.
Bir
kadının
eşinden
bağımsız
hareket
etmesi
asla
düşünülemez.
Akla
mantığa
uygun
TV
dizileri
hep bu
realite
üzerine
projelendirilir.
Toplumda
bir
erkek,
dilediği
gibi
hareket
ederek
yaşamayı
tercih
edebilirken,
kadına
bu hak
verilmez.
Aşırı
hareketleri
cezalandırılır.
Bu arada
bir
parantez
açıp
değişik
birkaç
şey
söylemek
gerek.
Bir
erkek,
kendi
bakış
açısına
göre
eşinin
gücünden
faydalanma
yolunu
seçebilir.
Onu ön
plâna
sürer.
Dilediğini
elde
edebilmek
için
bunu
acımasızca
yapabilir.
Zira
kadın,
kendine
has
olduğu
düşünülebilen
türden
bir
sabır ve
karşısındakinin
duygularını
anlama
becerisi
ile
donanmıştır.
Ne yazık
ki
modern
toplumlarda
işler
böyle
yürür.
Kadının
cazibesine
dayanamayan
bir
erkek
ise akla
gelmeyecek
şeyleri
gerçekleştirebilir.
İffetli
kadınlar,
aynı
zamanda
diğerlerine
göre
tercih
sebebi
olurlar.
Çünkü
namus
kavramı
bunu
getirir.
Son
yıllarda
toplumsal
cinsiyet
kavramı
hususunda
ön
yargılar
değişirken,
bu
dalganın
aileler
üzerinde
etkili
olduğunu
söylemek
doğru
olmaz.
Farklı
görünen
temalara
ve
tarzlara
karşın
kadın,
aile
içinde
yerini
korur.
Bu,
kaçınılmaz
bir
sonuçtur.
Anlayacağınız,
“aile
yapısı,
örf ve
adetleri”
kolaylıkla
değişmez.
Hemen
her
yerde
ortak
noktaları
bulunur.
İstisnai
durumlar
da bu
kuralı
bozamaz.
Bahsini
ettiğim
durumun
örneklerine
her
zaman
şahit
olunur.
Sonuç
olarak,
toplumlarda
cinsellik
gibi
konularda
özellikle
kadının
aile içi
ve aile
dışı
konumları
dikkate
alınarak
tavır
alındığı,
bakış
açılarının
buna
göre
şekillendiği
görülecektir.
Bu
atmosfer
içinde
bir
erkek,
aile
kapsamında
bulunan
bir
hanıma
yapacağı
yaklaşımlarda
daha
dikkatli
olmaya
özen
gösterecektir.
Enteresandır,
kimi
kadınlar,
öyle
olmamalarına
rağmen
“güvendiği
insanların
koruma
havzalarına”
girerek
onları
aileleri
gibi
kabul
ederler.
Bu belki
hayali
bir
duygudan
öteye
geçemez,
ama yine
de
içgüdüsel
bir
tatmin
şekli,
belki de
bir
özlemin
ifadesidir.
Bir
kadın,
değişik
şartlarda
etki
altında
kalan ve
gittikçe
kabarmaya
yüz
tutmuş
erkeğini
yumuşatmayı
bilir.
Onu
egemenliği
altına
alabilir.
Bu durum
halk
arasında
erkeğin
“kılıbık”
niteliğiyle
anılmasına
yol
açar.
İşte
bütün
denge
burada
bozulur.
Neticede,
üzerine
fazla
yük
binmesinden,
aşırı
güvenden
ötürü
kadın
dağılabilir.
Huzursuzluk,
kırılmalar
burada
başlar.
Tercihler
değişebilir.
Özellikle
mistik
boyutta
kendini
Allah’a
adamış
olan
aile
reisi,
bu
duygusal
gelişimde
bocalayabilir,
yanlış
kararlar
vererek
eşinin
dur
durak
bilmeyen
arzuları
karşısında
zor
durumlara
düşebilir.
[İşte bu
ve
benzeri
konumu
Kur’an-ı
Kerim,
çok
ciddi
biçimde
ele
almış ve
"....Hakikat
bilgisini
inkâr
eden
kadınların
nikâhlarını
tutmayın...
Harcadıklarınızı
geri
isteyin;
onlar da
harcadıklarını
istesinler.
Bu size
Allâh'ın
hükmüdür...
Aranızda
hükmediyor.
Allâh
Alîm'dir,
Hakîm'dir.
(Müntehine/10)
denmiştir.]
Bu vahim
hal, bir
erkeğin
kadının
egemenliğine
teslim
oluşunun
açıklanışıdır.
Kadının
bu
şartlardaki
en büyük
silahı,
kuşkusuz
cinselliğidir.
Söz
konusu
umursamaz
tavrı
yani
–hazımsızlığı-
ile
erkeğinin
isteklerini,
mevcut
aile
düzenini
yok
sayabilir.
Bu
değişkenliği
ve
kontrolsüzlüğü
ile
önceleri
aile
yaşamına
özen
gösteren
kadın,
bir anda
asli
görevini
unutarak
şeytan
konumuna
düşer,
kutsallığı
kaybolur.
Farklı
bir imge
arayışına
girerken,
aile
yavaşça
parçalanmaya
yüz
tutar.
Bu kez
erkek,
aileyi
bir
arada
tutmaya
özen
gösterir.
Bütün bu
faktörler
aile
yapısına
ters
düşen
oluşlardır.
Tabi
söylemek
istediklerim,
sadece
mistik
boyutlarda
değil,
bütün
alanlarda
boy
gösterir.
Kadın
baskı
altında
kalmayı
reddettiğinden
işin
içinden
çıkılmaz
sonuçları
da
beraberinde
getirecektir.
Özellikle
muhafazakâr
aile
yapısına
karşı
çıkan
eğilim,
bütün bu
olan
bitene
karşın,
sorunlarını
bir
türlü
çözemez.
En
önemli
yanılgı
ise
güçsüz
erkeklerin
bu
düşünce
yapılarının
peşine
takılıp;
“benim
ihtiyaçlarıma
cevap
vermiyor”
deyip
mütemadiyen
sızlanan
eşlerine
“aman
şunu
dersem
geri
teper”
şeklinde
“duygusal
davranışlara”
odaklanmalarıdır.
Anlaşılan,
aile
reisi
olayın
vahametinin
idrakine
varamamış
ve
eşinin
peşini
bırakmış,
kısa
sürede
bir
“kült
haline
gelecek”
ailesinin
düştüğü
durumdan
sorumlu
olabileceğini
aklının
ucuna
bile
getirememiştir.
İşin en
acı
yanı,
ailenin
diğer
fertlerinin
büyük
bir
perişanlıkla,
makûs
talihlerine
boyun
eğmeleridir. |