Sevgili
dostlarım;
Siz de
farkındasınız, dolu dolu yıllar geride kalıyor.
Bu arada,
kazandıklarımız, kaybettiklerimiz de malumunuz...
Aslında, ben buna pek “kayıp” demiyorum. Çünkü her
kayıp, bir kazancın ortaya çıkmasına vesile oluyor.
Ayrıca,
şunları da söylemek zorundayım: Çoğu insan, bu
değişimler sırasında çenesini tutamayıp birilerinin
hakkında, aklına gelen her şeyi söyleyebiliyor. Ne var
ki, bizler bu tavırlarından ötürü onlara darılmak ya da
gücenmek durumunda değiliz. Zira, gerçekten bu
dünyaya kimseyle ‘kavga etmek/ kimseyi
kızdırmak/sinir etmek’ için gelmedik. Boş
boş konuşacak, kinayede bulunacak, laf sokuşturacak
halimiz de yok. Şayet yapan varsa, kendisine İlahi
hükümler hatırlatılmalı, insafa davet
edilmelidir.
Bu bağlamda
şu hadis-i şerif çok güzel bir örnektir:
"Kişi, ayıpladığı hâl başına gelmeden ölmez.",
İşin ilginç
yanı, bu anlamlı sözde, bilinçsizce/abartılı bir
şekilde yapılan bir eylemin, sistem gereği, bizi
ölmeden önce bulacağı bildiriliyor.
Tefekkür
gücü olan insan neyle, ne şekilde, nasıl arınır, iyi
düşünmeli. Önce söylediği her sözün, yaptığı her
hareketin arkasında olmalı. Yalan söylemeyip menfaatleri
doğrultusunda yaşamayan, bir anlamda, bu kategoriye
girmiştir diyebiliriz. Nitekim din, bu vasfa işaretle,
çok açık ve net bir biçimde ‘Arınmayanlar,
Kur’an’ a el sürmesin’ demiyor mu?
Tahir olan
kişi, bir konuda asla kolay kolay yorum yapmaz, yapamaz.
Tasavvuf yaşamında ele alınması gereken, beşerin arınma
seçeneği, sosyal yaşam standartlarına göre değildir.
Zaten böyle olsaydı arınma olur muydu? Buna göre bir
boyutta kimilerine göre çok günahkâr olan, belki
gerçekte arınan, beden kayıtlarından kurtulan kimsedir.
Anlaşılacağı üzere “çok temiz” diye bahsedilen bir kişi
beşeriyet çukuru içinde yuvarlanıp gidiyordur da
bundan haberi bile yoktur. Nasıl haberi olsun ki? İşin
inceliği kendisine açılmamıştır. Kendi halinde yaşayıp
gidiyordur. O daima insanları yaptıkları göstermelik
yaklaşımlarla değerlendirmektedir. Bu açıdan
baktığımızda şu husus kesinlik kazanıyor diyebiliriz:
Arınan, Allah katında arınmıştır!
Bir başka
önem arz eden durum ise hiç şüphesiz dostluktur.
“Ne koparırsam kârdır” hesabı ile ticarete dayanan
alışverişler dostluk kapsamında değerlendirilemez.
Güneşli havada birlikte yürümek önemli değil, esas olan
Allah’ın rahmeti ulaştığında (!) yağmur yağmaya,
kasırgalar esmeye, fırtınalar kopmaya başladığında devam
eden beraberliktir, yandaşlıktır. Allah’a şükrediyorum,
bir abartı olarak kullanmak istemiyorum; bazı hassas
dengelerde çoğu insanın yolunu kolaylıkla ayırdığı
hallerde ben yüzümü dostumdan, o vecihten çevirmedim.
Bir başka
ayrıntı da şu; kimseye kendimizi beğendirmek
mecburiyetinde değiliz. Yapılması gereken, insanın
karmaşık bir olayda kusuru yine kendisinde bulmuş
olmasıdır. Zira hayatta bugün yanlış gibi görünen birçok
sözün/eylemin, yarın çok faydalı gelişmelere
vesile olacağını gösteren bir yığın örnekler var.
Günümüz dünyasında, peşin hükümlü olmadan
yaşamanın/anlamlandırmanın getirisi oldukça fazla
diyebiliriz.
Değerli
okurlarım;
Hayatın
güçlüklerinin arttığı bir gerçek. Bu itibarla,
tartışmaların yaşanacağı, inişli çıkışlı sürelerin ivme
kazanacağı görünüyor. Kısacası, bundan sonrası daha zor
olabilir. Ne var ki her şey, insana yakışan bir zaman
parçası ile biçimlenmeye dönüşür. Bu sürede sindirim
kapasitesinin olayları eritmeye müsait olduğu akıllardan
çıkarılmamalı. Önemli olan, bir işin kopma noktasına
gelmemesi, bütün bu arayışları, oluşumları içeren akılcı
yaklaşımların yapılması, kişinin susmayı bilmesidir.
Ben böyle
düşünüyorum.
Bu yazı Akşam gazetesinde 17.09.2007 tarihinde
yayınlanmıştır. |