Akla geliyorsa…
 

Herhalde mistik boyutun en güzel temennilerinden biri:

‘Var oluş gayesine uygun yaşamak’ olmalıdır.

“Tasavvuf” kelimesini duyunca aklımıza gelen ilk düşünce de belki böyledir.

Geliyorsa, ne demek istediğini anlamamız, gerekeni yapmamız da şart değil mi?

Tabi bu soru, haliyle peşinden başkalarını da getiriyor!

Ayrıca madde yaşamından kurtulmak için insanın bir çaba içinde olması gerekmiyor mu?

Bize öncülük ettiklerini kabul ettiğimiz saygın kişilerin, velilerin yaşamları değerlendirmeye alınamaz mı?

Yoksa “biz olduğumuz yerden memnunuz, bu kadarı bize yeter” diyenlerden misiniz?

O zaman, var oluş gayesine uygun bir yaşam modelini tercih etmiş oluyor musunuz?

Darılmalarla, “kin ve nefret duygularının” özenle etrafa yayılmasına yol açmakla, durmadan dedikodu yapmakla bir yere varılır mı?

Kuru lafların ötesinde, çok az da olsa, üretici olabiliyor muyuz?Bu sorulara verilecek yanıt yoksa ayıp olmaz mı?

Ne kadar büyük tehlike bunlar, farkında mısınız?

İnsanın temel karakteristiklerinden olan hoşgörü erozyona mı uğruyor?

Ne olacak bu işin sonu?

“Bizden başka kimse olmasın, bizim sesimiz yeter” mi diyeceksiniz?

İşbirliğinden, güç birliğinden hâlâ kaçılacak mı?

İnsanlar birbirine soruyor: Yine işin içinde bir iş olabilir mi?

Peki, bu sorular yanıt beklerken; farklı bileşime tahammül edemeyen, mutlaka hata arayan, kendi hayatlarından başka bir şey düşünmeyen, özür dilemeyen, bencil insanların sayılarının arttığı bir toplumda nasıl olur da 'arzu edilen’, 'seçkin' bir ortam sağlanır ve yaşam değerlendirilir.

Doğrusu, bunu anlamak imkânsız.

Oysa yapılması gereken; mistisizmin ‘tanrıya yönelme biçimi’ gibi kabul görmemesini, bu devrin artık kapandığını, ‘varlığın bütünlüğünün bozulamıyacağını’, asıl amacın ‘Allah ismiyle işaret edilen manayı değerlendirmek’ ve idrak edebilmektir.

Bu arada oldukça ilginç bir nokta daha var!

Biz kendimizi 'madde boyutundan', ne kadar soyutlarsak soyutlayalım, yine de bu toplumla yatıp kalkıp bu toplumla yaşıyoruz.

O nedenle, "sisteme-sorunlarına" kendimizi nedenli uzak tutarsak tutalım, 'seçkin, ayrıcalıklı' bir hayat yaşamamız doğru olmaz.

Bir açıdan tavır alıp, aldırmamak da idrak düzeyine ters düşer.
Geriye sadece sürekli ikazlar kalır.
Buna göre önce 'yapılması gerekenler' yapılacak; akabinde yapılmaması gerekenler, onların verdiği güçle yürürlüğe girecektir.
Özellikle şunu söylemek istiyorum; Toplumun düşünen bireyleri, yol gösterici aydınları olmalıdır. Bu husus şarttır.
Yoksa hiç bir şey anlaşılmadan yapay bir şekilde yaşanır ve öyle kabul edilir. Yapılan iş tam bir maskaralıktır.

Benim bunları yazmamın sebebi, kimseye bir serzenişte-kinayede bulunmak değil, sadece, 'insanların', SİSTEM’E karşı sorumlu olduklarını hatırlatmaktır.

Anlayacağınız, Allah ehli olma, hiçdeşinle, yakın saydıklarınla, mekânlarda yan yana olmakla, gece gündüz sörf yapmakla, papağan gibi bazı bilgileri ayetleri, hadisleri ezberlemekle mümkün olmadığıdır.

Çok basit bir iki cümle ile bahsi kapatayım

Dileğim, toplumun tüm kesimlerinin “bütün insanlığı, insandaş” gibi görüp bu pürüzlerin bitirilmesi, karanlıkların kaybolması, gerçek yaşama, mutlak şuura bakıp bir çıkarsama yapılabilmesidir.

Şahsi bir gaye peşinde olmayanın bunu gerçekleştirebilmesi mümkün.

Ve asla imkân dışı değildir.

 

 

 

 
 
İstanbul - 06.07.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com