Kuran’ı
algılayabilmek hususunda artık tek yapmamız gereken, tüm
yaşananlara karşın bilinçli, kararlı ve çok
kültürlülükle “evrensel boyut’a” karşı elimizden
geldiğince, kapasitemiz nispetinde duyarlı olabilmektir.
Aksi halde, Allah ismiyle işaret edileni, sınırsızlığını
yakalama, kendimizde bulma ve yaşama olasılığımız yok
gibidir. Zira, yapay birikim ve deneyimlerden
çıkarılacak dersler buna işaret ediyor.
Mesele şu
ki; bu algılama aklıselimle kabul edildiğinde
durum ve çözüm de kolaylaşacaktır. Bahsettiğim konunun
empati kurma ile bir ilgisi yok. Toplumsal yaraları
sarmakla da bağlantılı değil. ‘Biz size akşama
gelelim TV seyredip laflarız’ veya ‘Siz bize
gelin, mangal partisi düzenleriz’ le de değil. En
açık yanı ile söylüyorum; bir gücü, ilmi kabullenmek ve
‘eskiden kalma bilgileri eritmek, yani safraları
atmak, görüntü boyutlarından çıkıp, içsel yolculuğa
uzanmakla mümkün olur’ bahsettiğim şey.
Tabi, ben
bütün bunları bizlere, kafayı bu konuya takanlara
yazıyorum. Bu meseleyi dert edinenlere sözüm.
Kimliğimizde ve damarlarımızda dolaşan kanda bu var
çünkü. İşte bu mesele bizde sağduyuyla rayına oturup
gelişmezse, nereye gider?
Vakit
geçirmeden yanıtlayalım: Ötelere, tanrıya!...
Eskiden bir
söylem olarak algıladığımız, ama bugün hızla
değişen/gelişen bilim artık gerçekten kapımızda,
Kur’an’la özdeşleşmiş durumda. Yaşayan İslam’ı daha önce
pek benzeri olmayan bir gerçekçilikle yansıtmayı biliyor
ve Kur’an’ın yeni adresi olmaya başlıyor.
Dolayısıyla, onu algılamada bizim de çabamızın,
katkımızın olması gerekiyor. Tabi yoğun gündemimiz
arasına en azından bu konuyu düşünecek, yerleştirecek
kadar zamanımız varsa…
Biliyorum,
İslâmî hikâyelere bayılan, var oluşu bu seviyede görmek
isteyenler ve bunlarla yaşamaya alışmış kesimler
seslerini yükseltmeye başlayacaklar ve kendilerine
destek arayacaklardır, ama nafile!... Atı alan Üsküdar’ı
geçmiş bir durum var ortada, artık geriye dönüş yok.
İyi niyet
gösterisi de aranmayan bir çerçevede, gelişime, yeniliğe
açık bir tür düşünce yapısı ile sorunların çözülmeye
başlanacağına, ortadan kalkacağına, inanıyorum.
Bu
husustaki ilk ayrıntı; madde planının olmadığının
belirlenmesidir. Örneğin, “arz”ın beden, “sema” ile
kast edilenin şuur, “gemi” diye bahsedilenin genler
olması gibi. Tabi Kur’an-ı Kerîm, o günün ilim ve
şartlarını ele alarak bu tanımlamaları yapıyor. Bu
konuya İnsan-ı Kamil isimli eserin yazarı Abdülkerim
Ceyli Hazretleri Nuh’un gemisini anlatırken şöyle bir
değinme yapıyor;
“Onu,
levhalar ve çivilerle yapılmışa yükledik” (54/13) Burada
levhalar ve çivilerle yüklenen şey eski dille Gemi, yeni
yani bilimsel anlayışla GENLER . Ve Allah’ a ait
manaların genler kanalı ile bize intikal ettiği gerçeği
ortaya çıkıyor. Arada ne kadar anlam farkı mevcut,
düşünebiliyor musunuz?
“Aklıma yatmıyor!”
diyenlere tek bir söz söyleyebilirim: Dostlarım, Allah’ı
tanımak gerekiyor! “Tanımak” dendiğinde kendiniz
için ne düşünürseniz düşünün, ama bu ham bir hayal
olmasın. Aklınızdan mütemadiyen geçen ‘O’ işaret edilen
manayı algılamak ve bilim düzeyinde sisteme oturtmak
şart. Hatta çoğunlukla mecaz kokulu tasavvufi
modelleri dahi bir kenara bırakıp somut bilimsel
veriler üzerine eğilmek gerekiyor.
Yapılacak
yegâne şey bu.
İşte bu
noktaya gelindiğinde, hiçbirimizin söyleyebileceği bir
çift sözü olmaz. Ve o vakit, gerçek bir Kur’an
anlayışıyla buluruz kendimizi.
Şayet inat
edip yerimizde sayarsak, Allah bizi hiç affetmez
bilmiş olun. Bu bağlamda, önemli bir gelişmeye de parmak
basmak gerekiyor. Bize düşen görev, son dönemde
gösterilen açılımı tehlikeye sokmamak için, tüm
hassasiyetleri göz önünde bulundurmamızdır.
Çünkü
yaşamı sadece dünyevilikten uzak durmak sanan dar
kafalılar, peşin hükümlüler, bu projenin başlatılması
ile hiçbir şeyden taviz vermeyeceklerdir, bunu
biliyorum. Ama onlar bu tutumları ile (belki farkında
değiller) zaten kendilerini dışlamış, tercih ettikleri
bir kaosa doğru yönlendirmiş oluyorlar.
Sevgi
ile kalın. Allah’a emanet olun.
Bu yazı Akşam gazetesinde 07.10.2007 tarihinde
yayınlanmıştır. |