Algılama
fonksiyonu deyip
geçmeyin. Bu
nitelik herkesin
sahip bulunduğu
bir şey
değildir.
Algılama
özelliği
değerlendirmeden
önceki boyuttur.
Zira yoğunlaşmayan
bir
fikrin değerlendirilişi nasıl
beklenebilsin
ki?
Algılama
insanoğlunun
ileriye
bakabilmesinin
yollarını
açar. Bu vasfa
sahip bir insan
aylak-tembel
olamaz.
İcatları,
dostlukları
oluşturur.
Yeni boyutlar
kazanılır.
Birini anlama,
dinleme,
paylaşma,
fikirleri
tamamlama,
hurafeden
süratle
uzaklaşma ve
içselleşme gibi
becerileri de
getirir.
Başarıların en
önemli nedeni,
algılama
kültürünün/
zenginliğinin
artmasıdır.
Bizler uyanık
olma düzeyi
yüksek, belirli
konularda büyük
başarı göstermiş
kişileri takdir
etmek
zorundayız.
Çünkü onların
her zaman bu
farklı
niteliğine
ihtiyacımız
vardır.
Diğer yandan,
psikolojisi
bozulmuş, yaşamı
olumsuz etkiler
yüzünden
mahvolmuş,
geçirdiği
travmaların
etkisi ile
hayata küsmüş
insanlar, var
oluş gayelerini
olumlu yönde
kullanmadıklarından,
ya da bundan
haberdar
olamadıklarından,
hiç başarı
gösteremediklerinden,
bir anlamda
sağlıklı bir
yaşam
sürdürememelerinden,
bahsedilen bu
niteliği tümüyle
kaybeder bir
duruş
sergilerler.
Buna bağlı
olarak ortaya
koydukları
rutin
performansları bile
aşırı derecede
azalır.
Geleneksel
toplumlarda
duyguları
gizlide kalmış,
"sorunu olan
ve onunla nasıl
baş edileceğini"
bilemeyen
insanlarla
dostluk tesis
etmek, bireye
bir fayda
getiremeyeceği
gibi çok da
sakıncalı
durumları
yaratabilir.
Bilindiği gibi
kabuğu soyulmuş,
kökleri işlevini
yerine
getirmeyen,
yaprakları
koparılmış bir
ağaç gövdesi
gibi dayanıksız
olmak, hiçbir
konuda mütalaa
yürütememek hiç
de arzu edilecek
bir konum
değildir.
Böylesi
kişilerin yaşamı
tamir
edilemeyecek
şekilde
zedelenmiştir.
Yapılan
değerlendirme, bireyin
işlev görmesini
gereksiz kılan
bir fotoğrafın
açıklanışıdır.
Bahsedilen
koşulları
yaşayan
insanlar, neyin
ne kadar
eksildiğini
görmeye çalışıp
onun üstesinden
gelme yollarını,
arama anlayışını
benimseyebilselerdi,
kendilerini mutlaka
değiştirebilirlerdi
diye
düşünüyorum.
Ama nedense bu
fikre pek
sıcak bir
yaklaşım
yapılmıyor. Atıl
halde kalma
yeğleniyor.
Böyle olunca,
algılama
fonksiyonları
tükeniyor.
Yaşamı pozitif
bir aktivitede
giden birini
düşünelim. Şayet
duygu çatışması
içinde bulunan
kimselerle
ilişki/diyalog
içerisine girse
acaba ne olur?
Kendinizi bir
sınayın.
Bana
“herhalde bunun
cevabını en iyi
şekilde bir
psikiyatr bilir”
demeyin.
Şayet bilgili ve
tecrübeli biri
ise, böyle bir
konumun
üstesinden
gelecek,
muhatabına
faydalı
olacaktır. Aksi
halde,
zorlanmaya hatta
bir kalp krizi
geçirmeye bile
mahkûm olabilir.
Çünkü en
tehlikeli şey,
“insanın,
duygusal
derinliklerde
dolaşan ve duygu
çatışması içinde
bir hayatı
benimseyen biri
ile
kaynaşmasıdır”.
Mesnevide bu
bağlamda;
‘Ahmaklardan
kaç; çünkü İsa
(a.s) kaçtı.
Ahmağın sohbeti
çok kanlar
döktü. Hava suyu
azar azar sirkat
eder. İşte ahmak
dahi sizden
böyle çalar. O
ahmak harareti
çalar. Ve
bürudet verir,
altına bir taş
koyan kimse
gibidir’
der.
Bu açıklamayı
kısaca bir
ahmağın, insanı
manen öldürmesi
şeklinde
yorumlamak
mümkün.
O nedenle
burada, farklı
görüşlerle
donanmış,
toplumsal
dayanağı olan,
daha başarılı
kişilerle iletişim
içinde
olunması arzu
ediliyor.
Özellikle dikkat
edilmesi gereken
konu ise,
“gerçek yüzünü
pek fazla
göstermeyenler”
karşısında
uyanık bir
durumda olmak.
İşin en komik
tarafı böyle bir
dostluğun neler
getireceğinin,
ne kadar
süreceğinin pek
belli olmaması.
Onlarla kurulan
‘yakın bağ’
ne kadar doğru
ne kadar
yanlış, bu
hususu zaman
gösterir. |