Alın Yazısı

 

Ahmet F. Yüksel
 

Garip ama gerçek olan şu ki, yazı başlığı ile ilgili düşünen/algılamaya çalışan beyinlerin bir yığın sorusu oluyor:
Örneğin; “Bütün olup bitenler alınyazısıysa, Allah’ın bir buyruğu ve hikmetiyse, buna karşı önlem almaya kalkmak ne dereceye kadar doğru ve yerinde olur?
Şayet, Amentü’ye inanıp
"Allah ne yazdıysa odur."  diyebiliyorsak.”
Ayrıca, 'Sevap' ve 'Günah' kavramlarını kabullenmek, en azından onlara yer açmak için, 'bireylerin iradesine' gerek var, şeklinde düşünmemiz gerekmiyor mu?
Ancak, bu şartlarda  'alınyazısının’ ne hükmü kalır?
Bizler bu arada, külli  iradeye yer bulmakta zorlanmış olmaz mıyız? 
Bu durumda bireysel iradeyi zorunlu olarak ortadan kaldıran müteşabihata dayalı ayet/hadisleri nasıl değerlendirmeliyiz?
Ve tarih boyunca tartışılan, 'irade-i cüziye’, ‘irade-i külliye’ şeklinde tezahür eden düşünce ikilemini acaba nasıl bir çözüme kavuşturabiliriz?”
Şimdi konuyu masaya yatırmaya, sorulara somut yanıtlar bulmaya  çalışalım.
Önce şu hususa açıklık getirelim:
Her insanın, aklının ucundan bu konuyla ilgili bir fikir mutlaka geçer.
Bireyin olduğu gibi, toplumların da bir kaderi vardır.  Ayrıca, duyu araçlarımızla canlılığını tespit edemediğimiz, cansız gibi görünen ancak canlı olan varlıkların
dağların, tepelerin, ayın, güneşin, sahillerin, tüm eşyanın tâbi olduğu bir kader çizgisi bulunuyor.   
Özetle; evrendeki her bir yapı taşı,
varoluş programı itibariyle, Mutlak Varlığın dilemesi ile şekillenmiştir. Bu seyir içinde insanoğlu, asla yok olmayacak, ruh yani enerjetik bedeni ile cennet ya da cehennem boyutunda yaşamına devam edecektir,  sonsuza kadar.

Özenle üzerinde durulması gereken husus, cennet/cehenneme gidişte insanın dünya yaşamı boyunca meydana getirdiği olumlu ya da olumsuz aksiyonlarda,  yani günah ve sevaplarında bir dahli olmadığıdır.

Özetlersek; iyi ameller işleyen, ibadetlerini hakkıyla yerine getiren, alçak gönüllü, dürüst, dosta düşmana ayrımsız bir sevgi ve şefkâtle bağlı, narin bir insanın mutlaka cennete gideceği şeklindeki bir düşünce,  yanlışlığın, hataların ötesinde,  bir gafletin eseri oluyor.
Bunun yanında, zerre nispetinde bir hayır ya da şer, boşa gitmeyeceğine, bir anlamda karşılık göreceğine göre, amellerin öte yaşamda bireyin gideceği boyutta alacağı mertebeyi tayin etmesi de kesindir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de yer alan, “her insan yaptığı çalışmanın karşılığını alır”  şeklindeki açıklama, bu anlatılanı teyit eder mahiyettedir.
Birçok boyutu ile  çok düşündürücü olan ve bıçak üstünde bir konum arz eden kader anlayışı, hangi açıdan ele alırsak alalım, hangi noktadan bakarsak bakalım, inkâr edilemez bir yerde bulunuyor. Bu yöndeki ayet ve hadisleri bütünlük çerçevesinde, dikkâtle inceleme zarureti var. Her şeyin hakkı verilirken, irade-i cüziye’nin varlığını kabullenmek, kaderi yanlış değerlendirmek demektir. Bu idrak düzeyi yanıltıcı olur. Zira, Ahad-İhlas suresinin doğru bir şekilde algılanması varlığın bölünmez bir bütün olduğunu çok açık ve net bir biçimde göstermektedir.
Din, Kader olgusunu Allah’a ve Kula göre iki ayrı anlamda değerlendirmektedir. (Anlatım sadedinde bu ifadeyi kullanıyoruz, herhalde mutlak yaratıcının kaderi olmaz) Allah’a nispetle,
“Ol” hükmüyle varolan evren, yine onun ilmi İlahisindeki seyri dolayısıyla, “Kaza” şeklinde isimlenirken, bu kazanın çokluk/kesret boyutuna çıkışı ise kader/takdir adını alıyor.
Kader olgusu oldukça ilginçtir. Halkın anlayışına göre bu yazgı, ana rahminde bebeğin canlılığa adım attığı, ruhun üretilmeye başlandığı sürede, kozmik etkilerle sabit/değişmez hale geliyor.
Bu boyutu Allah Resulü; “o gün bir melek gelir, bebeğin rızkını, ecelini, amelini, said ya da şaki olduğunu yazar” diye ifade ediyor.
Üzerinde hassasiyetle durulması, düşünülmesi gereken bir nokta var. Şöyle ki; kader, sonu değişmeyen/ölümle biten bir olaya işarettir. Kaza ise kaderin içinde bulunan değişimlerin adıdır. Ancak, kaza sonunda ölüm olmaz. Bu nedenle, kazaya-belaya karşı dua edilmesi tavsiye edilir. Bu anlamdaki duanın fonksiyonu yine kader ile ilintilidir. Kaderde, 
ölümle bitmeyecek bir olay yaşanacak ise dua edilerek geçiştirilir. Ancak ölüm varsa insanoğlunun yapabileceği hiçbir şey yoktur. Dua dahi fayda etmez.
Allah Rasulü Hz Muhammed (s.a.v); “Sonu ölüm ile bitecek olaylara karşı yapabileceğim bir şey yoktur, bu hususta edebimi takınırım.” buyurmaktadır.

Kaderi algılayan/yaşayan, tedbirini alır. Ne var ki, tedbir dahi takdirden yani Allah’ ın ilmi İlahideki seyrinden,  yukarıda “kaza” olarak ifade etmeye çalıştığım düzeyden kaynaklanır. Bu kaza kavramının bildiğimiz manadaki olanıyla karıştırılmaması akılcı olur.

Bu gerçeklerin altını çizerek alın yazısı/kader denilen olguyu anlatmaya çalıştım.

Başka türlü düşünenler, inanmayanlar,  tarih boyu bu yazgıyı algılayamayanlar sınıfında, ön saflarda yerini alacaktır.

 

Bu yazı Akşam gazetesinde 18.09.2007 - 19.09.2007 tarihlerinde iki bölüm halinde yayınlanmıştır.

 

 

 
 
İstanbul - 18.09.2007
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com