Garip
ama gerçek olan şu ki, yazı başlığı ile ilgili
düşünen/algılamaya çalışan beyinlerin bir yığın sorusu
oluyor:
Örneğin; “Bütün olup bitenler alınyazısıysa, Allah’ın
bir buyruğu ve hikmetiyse, buna karşı önlem almaya
kalkmak ne dereceye kadar doğru ve yerinde olur?
Şayet, Amentü’ye inanıp
"Allah ne yazdıysa odur." diyebiliyorsak.”
Ayrıca, 'Sevap' ve 'Günah' kavramlarını
kabullenmek, en azından onlara yer açmak için,
'bireylerin iradesine' gerek var, şeklinde
düşünmemiz gerekmiyor mu?
Ancak, bu şartlarda 'alınyazısının’ ne hükmü
kalır?
Bizler bu arada, külli iradeye yer bulmakta zorlanmış
olmaz mıyız?
Bu durumda bireysel iradeyi zorunlu olarak ortadan
kaldıran müteşabihata dayalı ayet/hadisleri nasıl
değerlendirmeliyiz?
Ve tarih boyunca tartışılan, 'irade-i cüziye’,
‘irade-i külliye’ şeklinde tezahür eden düşünce
ikilemini acaba nasıl bir çözüme kavuşturabiliriz?”
Şimdi konuyu masaya yatırmaya, sorulara somut yanıtlar
bulmaya çalışalım.
Önce şu hususa açıklık getirelim:
Her insanın, aklının ucundan bu konuyla ilgili bir fikir
mutlaka geçer.
Bireyin olduğu gibi, toplumların da bir kaderi vardır.
Ayrıca, duyu araçlarımızla canlılığını tespit
edemediğimiz, cansız gibi görünen ancak canlı olan
varlıkların
dağların, tepelerin,
ayın, güneşin, sahillerin, tüm eşyanın
tâbi olduğu bir kader çizgisi
bulunuyor.
Özetle; evrendeki her bir yapı taşı,
varoluş programı
itibariyle, Mutlak Varlığın dilemesi ile şekillenmiştir.
Bu seyir içinde insanoğlu, asla yok olmayacak, ruh yani
enerjetik bedeni ile cennet ya da cehennem boyutunda
yaşamına devam edecektir, sonsuza kadar.
Özenle üzerinde durulması gereken husus,
cennet/cehenneme gidişte insanın dünya yaşamı
boyunca meydana getirdiği olumlu ya da olumsuz
aksiyonlarda, yani günah ve sevaplarında bir dahli
olmadığıdır.
Özetlersek; iyi ameller işleyen, ibadetlerini hakkıyla
yerine getiren, alçak gönüllü, dürüst, dosta düşmana
ayrımsız bir sevgi ve şefkâtle bağlı, narin bir insanın
mutlaka cennete gideceği şeklindeki bir düşünce,
yanlışlığın, hataların ötesinde, bir gafletin eseri
oluyor.
Bunun yanında, zerre nispetinde bir hayır ya da şer,
boşa gitmeyeceğine, bir anlamda karşılık göreceğine
göre, amellerin öte yaşamda bireyin gideceği boyutta
alacağı mertebeyi tayin etmesi de kesindir. Nitekim
Kur’an-ı Kerim’de yer alan, “her insan yaptığı
çalışmanın karşılığını alır” şeklindeki açıklama,
bu anlatılanı teyit eder mahiyettedir.
Birçok boyutu ile çok düşündürücü olan ve bıçak üstünde
bir konum arz eden kader anlayışı, hangi açıdan ele
alırsak alalım, hangi noktadan bakarsak bakalım, inkâr
edilemez bir yerde bulunuyor. Bu yöndeki ayet ve
hadisleri bütünlük çerçevesinde, dikkâtle inceleme
zarureti var. Her şeyin hakkı verilirken, irade-i
cüziye’nin varlığını kabullenmek, kaderi yanlış
değerlendirmek demektir. Bu idrak düzeyi yanıltıcı olur.
Zira, Ahad-İhlas suresinin doğru bir şekilde
algılanması varlığın bölünmez bir bütün olduğunu çok
açık ve net bir biçimde göstermektedir.
Din, Kader olgusunu Allah’a ve Kula göre iki ayrı
anlamda değerlendirmektedir. (Anlatım sadedinde bu
ifadeyi kullanıyoruz, herhalde mutlak yaratıcının kaderi
olmaz) Allah’a nispetle,
“Ol”
hükmüyle varolan evren, yine onun ilmi İlahisindeki
seyri dolayısıyla, “Kaza” şeklinde isimlenirken,
bu kazanın çokluk/kesret boyutuna çıkışı ise
kader/takdir adını alıyor.
Kader olgusu oldukça ilginçtir. Halkın anlayışına göre
bu yazgı, ana rahminde bebeğin canlılığa adım attığı,
ruhun üretilmeye başlandığı sürede, kozmik etkilerle
sabit/değişmez hale geliyor.
Bu boyutu Allah Resulü; “o gün bir melek
gelir, bebeğin rızkını, ecelini, amelini, said ya da
şaki olduğunu yazar” diye ifade ediyor.
Üzerinde hassasiyetle durulması, düşünülmesi gereken bir
nokta var. Şöyle ki; kader, sonu değişmeyen/ölümle biten
bir olaya işarettir. Kaza ise kaderin içinde bulunan
değişimlerin adıdır. Ancak, kaza sonunda ölüm olmaz. Bu
nedenle, kazaya-belaya karşı dua edilmesi tavsiye
edilir. Bu anlamdaki duanın fonksiyonu yine kader ile
ilintilidir. Kaderde, ölümle
bitmeyecek bir olay yaşanacak ise dua edilerek
geçiştirilir. Ancak ölüm varsa insanoğlunun yapabileceği
hiçbir şey yoktur. Dua dahi fayda etmez.
Allah Rasulü Hz Muhammed (s.a.v); “Sonu ölüm ile
bitecek olaylara karşı yapabileceğim bir şey yoktur, bu
hususta edebimi takınırım.” buyurmaktadır.
Kaderi algılayan/yaşayan, tedbirini alır. Ne var ki,
tedbir dahi takdirden yani Allah’ ın ilmi İlahideki
seyrinden, yukarıda “kaza” olarak ifade etmeye
çalıştığım düzeyden kaynaklanır. Bu kaza kavramının
bildiğimiz manadaki olanıyla karıştırılmaması akılcı
olur.
Bu
gerçeklerin altını çizerek alın yazısı/kader denilen
olguyu anlatmaya çalıştım.
Başka
türlü düşünenler, inanmayanlar, tarih boyu bu yazgıyı
algılayamayanlar sınıfında, ön saflarda yerini
alacaktır.
Bu yazı Akşam gazetesinde 18.09.2007 - 19.09.2007
tarihlerinde iki bölüm halinde yayınlanmıştır. |