Allah’ a İman Hayatın Her
Kesitinde Mevcut mu?
 
Ahmet F. Yüksel
 

Hayatın çok şeylere gebe olduğunu biliyoruz. Bazen insanı içine almadan, dışlayarak yönlendirmeye çalışıyor. Hatta yönetiyor, ödünler alıyor. İstediği koşulları öne sürüyor.

Örneğin, bir süpermarkette alışveriş yapıyorsunuz. Meyve- sebze reyonundasınız. Tam fiyatları inceliyorsunuz ki birden kapılar kapanıyor. Elektrik tesisatından çıkan bir yangınla o güne kadar hiç alışık olmadığınız bir ortamla baş başa kalıveriyorsunuz.  İçinizden, hiç belli olmasa da, karmaşık düşünceler, çok tuhaf şeyler geçiyor. Bir an önce kurtulmaya gayret ediyorsunuz, ama nafile! Kolay olmuyor…

Bir gün para çekmek için gittiğiniz bankada bir soyguna denk geldiğinizi ve kafanıza dayanan silahla rehin alındığınızı düşünün. O an ne düşünürsünüz? Banka hesabınızdaki parayı mı, ne kadar havalı-yakışıklı olduğunuzu mu, kas gücünüzü ortaya koyarak herkesi nasıl dövebileceğinizi mi?

Şakağınıza dayanan bir tabanca ya da boğazınızı hafifçe kesen bir bıçak karşısında bunların hiçbiri bir şey ifade etmez. "Evde yeni doğan bebeğim beni bekliyor" ya da ‘Daha çok gencim. Lütfen!’ şeklindeki sözler de pek sökmez.

Çünkü, saldırganın bunları göze alarak, yaşamındaki her şeyini riske attığını ve bu şekilde işe giriştiğini düşünürsünüz. Daha çok dizilerde/filmlerde gördüğünüz, gözü dönmüş bu tip insanlarla konuşmak artık pek işe yaramayacaktır.

Üstelik, bu ve benzeri lafların onu büsbütün kızdıracağını, eylemin şiddetini daha da arttırarak doruk noktaya ulaştırabileceğini düşünürsünüz.

Doğrusu bu ya, yapabileceğiniz yegâne şey, dışardan yardım beklemek ve içinizden, bildiğiniz bütün duaları okumaktır.

İşte bakın size bir örnek daha: Gecekondularla istila edilmeyen bir bölgede, lüks konut sitelerinden birinde, içinde alışveriş merkezleri olan, eğlence yerlerine yakın bir kesimde manzaralı bir daire aldınız. Masraftan kaçınmayarak zevkinize göre döşettiniz. Aldığınız bu yer, heyelanlı bölge içinde sayılmıyor. Lakin, bir gece yarısı yataktan fırlıyorsunuz. Çok şiddetli bir deprem oluyor. O güven duyduğunuz rezidance bu tabii afet karşısında zor durumda kalıyor.

Bu halde ne yaparsınız? Bulunduğunuz hangi konum size yardımcı olacaktır?

Ben söyleyeyim:

Hiç kuşkusuz, dualarınız!

Peki, olağan dışı bir durum izlenimi verecek, başlangıcından bu yana çok tehlikeli bir döneme girdiği belli, bu son derece korkutucu olaylar sırasında hiç de aşina olmadığınız bir şekilde “Allah” ismini ağzınıza almanız ve küçükken öğrendiğiniz, sonradan eski günlere dönerek unutmaya yüz tutmuş duaları okumanızla acaba neyi anlatmak istiyorsunuz?

Acizliğinizi mi?

Niye kadere rıza gösteriyor, bu zillete katlanıyorsunuz?

İşte ben bunu anlayabilmiş değilim.

Dindar bir kişi olduğunuz için değil herhalde. Çünkü siz hayatınız boyunca din ile özel hayatınızı karıştırmamaya özen göstermiş, dünyayı başka merceklerden gören, sözünün eri, toplumda saygınlığı olan, dine/dindarlara sıcaklık duymayan birisiniz.

Tam da böyle anda olur mu böyle bir şey yani ilahi!….

Böyle bir konuma düşmeniz size hiç yakışmadı doğrusu!

Bir yandan dünya işleri ile din işlerinin birbirine karıştırılmaması gerektiğinden söz edeceksiniz, öte yandan baskı, göz korkutma, zorlama gibi elinizde olmayan hallerde, eliniz kolunuz iyice bağlandıktan sonra yani sıkıştığınızda dini boyuta geçip dua edeceksiniz.

Buradaki içtensizlik, iki yüzlülük, en azından tutarsızlık açık değil mi?

Dostlarım!

Amacımız ne, kimlere yaranmaya çalışıyoruz, neyi gizliyor, kimi kandırıyoruz, yoksa kendimizi mi aldatmaya çalışıyoruz? Bunların mutlaka açıklığa kavuşturulması gerekiyor.

Bir insan olarak felsefemiz önce bu olmalı diye düşünüyorum.

 

Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.

 

Bu yazı Akşam gazetesinde 20.09.2007 tarihinde yayınlanmıştır.

 

 

 
 
İstanbul - 20.09.2007
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com