Altı kaval, üstü...
Ahmet F. Yüksel
 

Halk arasında sıkça kullanılan bir deyim vardır: ‘Altı kaval üstü şişhane…’ Uyumsuz ve birbirini tamamlamayan

durumları/olayları/yaşamları, şekilleri anlatmak için söylenir ve mecazi bir anlam taşır.

Aslına bakarsanız bizim her işimiz böyledir.

Altı çamur, üstü kaplama, altı lastik ayakkabı, üstü Versace kravat; altı cehalet, üstü laf ebeliği, altı yokluk, üstü çoklukgibi benzetmeler hep bu deyimle ilgilidir.

Kısacası, altta olanla üstte duranı bir türlü uyduramıyor, eşitleyemiyor, dengeleyemiyoruz.

Mesela, bir insan hakkında söylenen, onun her yanını saran olumsuz sözleri duyduğunuzda, acaba o açığı örtmek yerine siz de başkaları gibi eleştirme arzusuna kapılmıyor musunuz?

Gerisinde hep bireysel ilişkileri, çekememezlikleri, kavgaları ve taraf olma zihniyetini görmüyor musunuz? Ne ki gırtlağınıza kadar çamura, beşeriyet batağına batmış olmanıza aldırılmadan, şöyle ya da böyle, bir süre sonra hiç beğenmeyeceğiniz sahillere sürüklenebilir, içinden çıkılmaz kuyulara atılmış bulabilirsiniz kendinizi. Büyük olasılıkla uzun yıllar didinmek ve bir yaşam elde etmek için ağır eziyetlere katlanıp yüklü bedeller ödemek zorunda kalabilmeniz mümkündür.

Yanlış mı söylediklerim?

Ancak, sormaktan da kendimi alamıyorum. Böyle mi olmalı, bu şekilde hareketlere mi tevessül etmeliyiz?

Yapılan her işin sonuçta nereye varacağını merak dahi etmeyen, ilahi hükümlerin hemen herkes/her şeyi kapsayacağını akıllarına getirmeyen, ayıpladıkları şeyin bir gün mutlaka kendilerini de bulacağından habersiz şaşkın insanlar, sonuçta hesabın Allah’a verileceğini hiç düşünemiyorlar mı?

“Böyle bir tanrı yok, insan kendi hesabını kendine verecek” deyip işin içinden sıyrılabilirsiniz. Ancak, yapılan her olumlu ya da olumsuz fiilin asla kaybolmayacağı, af olsa dahi ruhun bellek dalgalarında yerini alacağı ve bunun da bir gün ayan beyan ortaya çıkacağı gerçek değil mi?

Peki, hal böyleyken nasıl olur da taraf olabilir, suçlamalara gidebilirsiniz?

Değerli dostlarım!

Oysa, ben bugün size güzel şeylerden bahsedecektim!

Dosdoğru gidişin sevincini, coşkusunu, yararlarını sizlerle paylaşacaktım. Çünkü bu toplumda güzel şeyler de oluyor.

İleride buna nasılsa değinirim. Şimdi, yarım kalan konuyu tamamlamaya çalışayım.

Bildiğiniz gibi gerçeği bulmak iki ayaklıdır:

Zahir ve Batın

Her ikisi de birbirine ağır basmayacak şekilde eşit olarak uygulanmak zorundadır. Şayet bir taraf ağır basarsa Vahdet hali tam bir mükemmeliyet içinde yaşanmış sayılmaz, sınırlı kalır.

Ayrıca, aksiyonların bir de dıştan gözlenme yanı var. Buna göre gözlemci, mevcudatın her noktasında Mutlak varlığı müşahede etmek zorunda. Bireyin gördüğü şey ne olursa olsun, ister işine gelsin, ister gelmesin, yorumsuz kalmak ve sadece seyretmekle mükellef. Biraz daha ileri giden ise zahirin hakkını vererek ona göre davranışlarda bulunur.

Esası, yapılması gereken de budur zaten.

Ama ben bunun böyle gözlemlendiğini/yaşanabildiğini pek düşünemiyorum. Ne yazık ki kişiler, görüntüde vahdet ehli gibi bir duruş almalarına karşın, bir yandan da son derece tutarsız hareketler ve nankör davranışlarla ortalığı bulandırma gayreti içine giriyorlar. Böylece, söyledikleri ile yaşadıkları birbirini tutmuyor, zahirleri ile batınları eşit olmuyor.

Bu durum yazı başlığında ki tarife de pek uyuyor.

Demek ki; altı kaval üstü şişhane benzetmesi her an yaşanmaya devam ediyor.

 

 
 
İstanbul - 07.02.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com