Halk arasında sıkça kullanılan bir deyim vardır: ‘Altı
kaval üstü şişhane…’ Uyumsuz ve birbirini
tamamlamayan
durumları/olayları/yaşamları, şekilleri anlatmak için
söylenir ve mecazi bir anlam taşır.
Aslına bakarsanız bizim her işimiz böyledir.
Altı çamur, üstü kaplama, altı lastik ayakkabı, üstü
Versace kravat; altı cehalet, üstü laf ebeliği, altı
yokluk, üstü çokluk… gibi benzetmeler hep bu
deyimle ilgilidir.
Kısacası, altta olanla üstte duranı bir türlü
uyduramıyor, eşitleyemiyor, dengeleyemiyoruz.
Mesela, bir insan hakkında söylenen, onun her yanını
saran olumsuz sözleri duyduğunuzda, acaba o açığı örtmek
yerine siz de başkaları gibi eleştirme arzusuna
kapılmıyor musunuz?
Gerisinde
hep bireysel ilişkileri, çekememezlikleri, kavgaları ve
taraf olma zihniyetini görmüyor musunuz? Ne ki
gırtlağınıza kadar çamura,
beşeriyet batağına batmış
olmanıza aldırılmadan, şöyle ya da böyle,
bir süre sonra hiç beğenmeyeceğiniz sahillere
sürüklenebilir, içinden çıkılmaz kuyulara atılmış
bulabilirsiniz kendinizi. Büyük olasılıkla uzun yıllar
didinmek ve bir yaşam elde etmek için ağır eziyetlere
katlanıp yüklü bedeller ödemek zorunda kalabilmeniz
mümkündür.
Yanlış mı söylediklerim?
Ancak, sormaktan da kendimi alamıyorum. Böyle mi olmalı,
bu şekilde hareketlere mi tevessül etmeliyiz?
Yapılan her işin sonuçta nereye varacağını merak dahi
etmeyen, ilahi hükümlerin hemen herkes/her şeyi
kapsayacağını akıllarına getirmeyen, ayıpladıkları şeyin
bir gün mutlaka kendilerini de bulacağından habersiz
şaşkın insanlar, sonuçta hesabın Allah’a verileceğini
hiç düşünemiyorlar mı?
“Böyle bir tanrı yok, insan kendi hesabını kendine
verecek”
deyip işin içinden sıyrılabilirsiniz. Ancak, yapılan her
olumlu ya da olumsuz fiilin asla kaybolmayacağı, af olsa
dahi ruhun bellek dalgalarında yerini alacağı ve bunun
da bir gün ayan beyan ortaya çıkacağı gerçek değil mi?
Peki, hal böyleyken nasıl olur da taraf olabilir,
suçlamalara gidebilirsiniz?
Değerli dostlarım!
Oysa, ben bugün size güzel şeylerden bahsedecektim!
Dosdoğru gidişin sevincini, coşkusunu, yararlarını
sizlerle paylaşacaktım. Çünkü bu toplumda güzel şeyler
de oluyor.
İleride buna nasılsa değinirim. Şimdi, yarım kalan
konuyu tamamlamaya çalışayım.
Bildiğiniz gibi gerçeği bulmak iki ayaklıdır:
Zahir ve Batın
Her ikisi de birbirine ağır basmayacak şekilde eşit
olarak uygulanmak zorundadır. Şayet bir taraf ağır
basarsa Vahdet hali tam bir mükemmeliyet içinde
yaşanmış sayılmaz, sınırlı kalır.
Ayrıca, aksiyonların bir de dıştan gözlenme yanı var.
Buna göre gözlemci, mevcudatın her noktasında Mutlak
varlığı müşahede etmek zorunda. Bireyin gördüğü
şey ne olursa olsun, ister işine gelsin, ister gelmesin,
yorumsuz kalmak ve sadece seyretmekle mükellef.
Biraz daha ileri giden ise zahirin hakkını vererek ona
göre davranışlarda bulunur.
Esası, yapılması gereken de budur zaten.
Ama ben bunun böyle gözlemlendiğini/yaşanabildiğini pek
düşünemiyorum. Ne yazık ki kişiler, görüntüde vahdet
ehli gibi bir duruş almalarına karşın, bir yandan da son
derece tutarsız hareketler ve nankör davranışlarla
ortalığı bulandırma gayreti içine giriyorlar. Böylece,
söyledikleri ile yaşadıkları birbirini tutmuyor,
zahirleri ile batınları eşit olmuyor.
Bu durum yazı başlığında ki tarife de pek uyuyor.
Demek ki; altı kaval üstü şişhane benzetmesi her an
yaşanmaya devam ediyor. |