İnsan hayatının en ilginç ve dikkat çeken, belki de en
renkli tarafı, bağları ve sıkı sıkıya yapıştığı
gelenekleridir desek yanlış olmaz. Bireylerin kendine
göre bağları, beldelerin de yine kendilerine göre
gelenekleri vardır. Bu konuyla ilgi dokümanların tümünü
buraya aktarmanın olanağı yok. Bu açıdan, derine
inmeyeceğim. Çünkü fark edeceğiniz gibi konuyu
mistik/tasavvufi açıdan incelemeye, ana çatısına ve
temel bulgularına işaret etmeye yöneleceğim.
Biliyorsunuz, bu kavramların bizlere daha ziyade olumsuz
etkileri var. Aksini söylemek pek mümkün değil.
Bağlar, özetle, insanı ilgilendiren ve kopamadığı
şeyler/tutkular olarak vasıflanabilir. Örneklemek
gerekirse insanın kendi iradesi dışında oluşan kan bağı
bunun en somut olanıdır. Kan bağının neden bu kadar
yoğun olduğu ve her zaman aynı seviyeyi, yoğunluğunu
koruduğu sorusuna verilecek tek yanıt, GEN faktörüdür.
Ayrıca genler arasındaki aktarım, çekim kuvvetini
de oluşturmaktadır.
Bağlar kopmadan, insanın madde yaşamı ile ilişkisini
kesmeden özüne ulaşması hayal bile edilemez. Bu
nedenledir ki Kur’an-ı Kerîm Taha suresinin 12.
ayetinde Hz Musa’ya hitaben ‘İki ayakkabını çıkar’
demektedir. Bunun anlamı onun kendine seçtiği kulunun
dünya ve ahiret sevgisinden/ bağlarından kopmasıdır.
Bu açıdan baktığınızda, bir anlamda İbn-i Arabî’nin
‘İlim maluma tabidir’ sözüne hak veriyorsunuz.
Kim aksini söylüyorsa ya meselenin bilincine sahip
değildir ya da bol miktarda bağları vardır.
Ben, var oluş koşulları içinde mücahede yapılmaksızın
onların kopabildiğine inananlardan değilim. Şayet normal
durumlarda zorlanmadan kolaylıkla kopabiliyorsa, o halde
başka aşamalarda yenisi tesis edilebilir diye
düşünüyorum.
Bağların kümeleşmesi ile ortaya çıkan “gelenekler”
ise; her zaman her yerde, her bölgenin kendine has, bir
vakit oluşmuş değerleridir ve daha sonraki etaplarda
tekrarlanıp yoğunlaşarak şekillenmiştir. Zorla boyun
eğilmesi ile toplumların kendileri ile ilgili bağları –
gelenekleri- oluşmuştur. Aslında yaşadığımız yerden
geriye bakarak onları seçebilmek mümkündür.
Meselâ A kenti toplumu B kenti toplumuna
yani geleneklerine uymayabilir. Böyle olunca
insanoğlunun ülke çapında bir seçim özgürlüğü hâsıl
olur. Kimisi kabul edilir, kimisi ise reddedilebilir.
Hatırladığım kadarı ile bir sene İzmir yöresinde
Hıdrellez kutlamalarına şahit oldum. Gerçi bütün
yurtta bir şekilde katılımlar oluyor, ama ben orada
yaşanan coşkuyu özellikle İstanbul’da görmedim
desem yeridir. Gece yarılarına kadar devam eden bu neşe
dolu, tarifi mümkün olmayan güzelliği anlatabilmek kolay
değildi.
Kendime şu suali sormuştum:
“Acaba biz İstanbullular neden böyle zevkli anlar,
birliktelikler yaşamaktan kendimizi mahrum eder,
gelenekleri hiçe sayarız ?”
Ayrıca bu şekilde olanı zararlı değil ve bir bağ
oluşturmuyor. Güzel, ama sentetik kalıyor.
Diğer yandan bazı gelenekler var ki tam bir felaket.
İnsan hayatını özgürlüğünü hiçe sayıyor. Güneydoğu
ve Doğu’da vuku bulan töre cinayetleri, aşiret
geleneklerinin tüm çarpıklığıyla ortaya konduğunu ve
korunduğunu gösteriyor. Bu gerçekleri inkâr etmenin
yararı yok. Esasen, kan bağına dayalı aşiret ilişkileri
de sonuçta, bir geleneğin/törenin yaygınlaşmasına
vesile oluyor.
Bu arada, insanoğlunun farkına varamadığı geleneklerin
olduğunu da ifade etmek yanlış olmaz. Zira her topluluk,
önceki topluluklardan mutlaka bir şeyler öğreniyor. Bu
esasen, tarihi bir gelenek kuralıdır. Ne var ki,
ananelerin temsil ettiği şeylerin algılanması tamamen
değişebiliyor. Bu ayrıcalıklı durum, direkt olarak başta
tanımını yaptığım “bağların” kopuşu, ‘kendin
olma’ sevdası ile alakalı.
O nedenle Allah ehlinde geleneklerin süreklilik
kazanamayacağı, insanın zihnini fazlaca meşgul
edemeyeceği izlenimi ortadadır.
Bunun böyle
olduğunu kabul edenlerin yaşam tarzlarına baktıkça
meseleyi daha iyi anlıyor, her türlü bağlarımdan, işe
yaramayan ve bana yük teşkil edecek geleneklerden
kurtulmayı içtenlikle istiyor, onun için Rabbıma dua
ediyorum.
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun. |