Hayat şayet, "istediğimiz her şeyi
elde edemeyeceğimizi öğrendiğimiz bir dünyayı
anlatıyorsa", bize yine de iyi bir fırsat
yaşatıyor denebilir.
Daha doğrusu biz, her şeyi elde
etmemizin mümkün olamayacağı bilinci içindeyiz. Ama
nedense bazı koşullara inanmak için kendimizi zorluyoruz.
Tabii, toplum yaşamında hemen hiçbir
şey planlandığı gibi gitmiyor.
Ve bu sırada doğal olarak,
beklenmedik olaylarla karşı karşıya kalınıyor.
Belki de yanlış uygulamalarımız,
karşımıza bir tehdit olarak dikiliyor.
Amacı belli bir tehdit ve karalama
kampanyasına dönüşüyor.
Bunun yanı sıra, edindiğimizi
düşündüğümüz data, beynimizde yerleşmek şöyle dursun,
yapımıza ters gelen basit bir durumda hemen kayboluyor.
Ve tam olarak neden olduğunu
bilemediğimiz bir panikleme ile “hezeyana kapılıp
sanki bundan hiç haberimiz yokmuşçasına bir tavır”
alıyoruz.
Belki, “mana âlemine” pek
giremediğimiz için oluşuyor bu abuk sabuk düşünceler.
Zira bilinçli bir izahı bulunamıyor.
Takdir edersiniz ki, üzüntü, elem ve
ızdırapla son buluyor.
Bu arada, kişi huy ve karakter
yapısı gereği gözünü dört açacağı, kulağını
“uyarılara vereceği” yerde, garip bir şekilde,
bütün bunlar kendisine değil de başkasınaymış havalarına
giriyor.
Bu kadarla kalmıyor.
Bir yerde terör estiriyor.
Ama diğer yandan, içten içe, “haykırışlarını
duyacak birinin” kendisini kurtarmasını, bu zulmü
yapana (!) ‘hak ettiği cezayı’ vermesini bekliyor.
Nasıl bir anlayışsa!...
Böylece hataları ve utancı
örtülecek, kimseyle, hatta vicdanınla bile yüzleşmesine
gerek kalmayacak.
Oysa, inanç sahibi biri olarak; şer
gibi kabul edilen bir olayın –şekli ne olursa olsun-
mutlaka bir hayra tekabül ettiğini düşünmek gerekmiyor
mu?
Biraz zor bir kural ama, varoluş
prensipleri, gerçekleri bu düzeyde tanımlıyor.
Allah
ilmine gönül vermiş, “belirli bir kemalata”
ulaşmış önemli isimlerinin bakış açısı; herhangi bir
olumsuz olay görmediği gibi, zıtları cem etmenin mutlaka
gerekli olduğu şeklindedir.
Velilerin yaşamına, tarzına bakın,
düşünceleri böyledir.
Psikanalist Bion da
"psikolojik olgunluğun, kendimizle ve hayatla ilgili,
olumlu-olumsuz duyguları bir arada barındırabilme
kapasitesi" olduğunu söyleyerek bu düşüncelere
yaklaşıyor.
Yaşantımız birçok olaya gebe.
Olumsuzluğa tahammülü olmayan, eleştiriye gelemeyen,
ikazlara kulağını tıkayan kişiler çoğunlukta.
Aslında, onlar her an kendileri ile çatışma
halindeler.
Mevcut gerçeklerden yola çıkarsak, bu
düşüncedeki insanların duygulara kapılmadan
hareket etmesi, 'menfi gibi görüneni değerlendirmesi'
ham bir hayal olarak kalıyor ve bu arada resmen
kişiliğini tescil ediyor.
Dahası, yıllardan beri bakış
açılarının kolayca değişmediğini de ortaya koyuyor.
Hele her olayda savunma
mekanizmasına başvurup bu niteliğe sarılanlar,
kendileri dahil, izleyenlerini de kandırmış oluyorlar.
Sonrasında ise geçici bir rahatlama,
anlamsız bir tatmin olayı yaşanıyor.
Malumu ilam kabilinden söyleyeyim;
Bu kişiler için, önce suni şekilde içlerini rahatlatmak,
ardından da "tapınmaya devam etmek” önem
kazanıyor. |