Baskıcı akıl
Ahmed F. Yüksel
 

Hemen hemen ilk insanın varoluşundan bu yana, sadece bedenselliğe endekslenmiş gibi görünen akıl, geleneksel biçimlerine (şartlanmalar/değer yargıları ve bunlara bağlı yorumlar) ilaveten, kendi bünyesine, baskı denen faktörü de katarak veya geliştirerek, kendi adına güya kayıtsız olmayı yani özgürlüğü seçmiştir.

Bu bağlamda akıl; tutkulaşmış bir bedensellikle adeta suç ortaklığını oluşturmuş, aydınlanma, ufuklarını genişletme yerine, vehme-kişiliğe dayalı bir hayatı, halkın pek sevdiği ve tuttuğu yaşam boyutunu benimsemiştir.

Tahakküm eden bir aklın doğrultusunda yaşayanlar, karmaşık ayrıntılarını çoğunlukla güncel bir gelişmeye iliştirerek aktarmakta ve mecazi örnekler göstermektedirler.

Örneğin, mahalle baskısı gibi…

Konuyu ortaya atan ve iyice yoğunlaştırıp cazip hale getiren Prof. Şerif Mardin, teşbih yoluyla bu baskıyı tanımlamıştı.

Aklımıza gelen diğer örnek ise “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” şeklindeki deyimdir.

Belli bir inanca göre yaşayan Müslümanların, salyangoz yemedikleri halde, birilerinin hiç de akıllıca bir iş yapmayıp bir ürünü müşterisi olmayan bu pazarda satmaya kalkışmasına ilişkin bir göndermedir.

Kısacası, bu tür yaklaşım da bir baskıdır.

Şunu söylemem gerekir ki; hesaba kitaba dayalı bir akıl, maddeye hâkim olma yönünde, çok başarılı bir grafik çizer. Baskının ortaya çıkma ihtimali belirdiği zaman, anlamsız oyunlarla kendini korumaya çalışır. Sebebi, baskı sonucu oluşacak suçun örtülmesi, korkunun ve tedirginliğin azaltılması, masumane tavırlar göstererek güvenliğin sağlanmasıdır.

Hatta maddeyi biçimlendiren düzenlemeleriyle birlikte insanı mental biçimde programlaması söz konusudur.

Anlayacağınız, ister mecaz ister gerçek olsun, aklın bocalaması sonucu manaya yabancılaşma, derin bir hazımsızlık abidesi gibi ortada duruyor.

Bununla birlikte insanoğlu, mesafeli bir duruşu sergileyip “yaşamın temel taşı gibi kabul edilen madde batağına” sürüklenmezse, bu çelişki yumağının yerine, evrensel konularda çok daha geniş kapsamlı bir alana adapte olmayı başarırsa aklın baskısından kurtulur.  

Bunun işareti, tahakkümün azalmasıdır. Baskı kalktığında, aklın denetim altında tutabileceği kriterler yok olur.

İnsanı “tahakküm altında tutulabilecek” bir meta halinde gören düşünce tarzı, kendini bir beden gibi kabul eden anlayış ile örtüşmektedir.

Bir insanın evrensel değerlere yaklaşım yapabilmesi, baskı-tahakküm altına almadığı öğelerle belli olur.

Aksi durumdakilerin doğal dürtüleri, zamanla bunları ortaya koyma durumunda bırakır ki, buna mani olmak mümkün değildir.

Bu şekilde hem kendini hem de karşısındakini kurban eder, hatta batağa gömer. Vebalin taşınması zordur.

İçgüdüsel davranışlar; aklın duygulara esir düşmesi, mukavetinin azalması, fonksiyonlarını kaybetmesi şeklinde kabul edilir. Artık akıl bu düzeyde normal olumlu yönlerini dahi icra edemez.

Üretmeyen, sadece baskı uygulayan bir akıl, sonuçta “kendine taraftar bulamadığı gibi, yalnızları oynamaya” başlar.

Bütünleşmeyi sağlayan etmenlerin tespit edilememesi, korkunun varlığı kişiyi bu hale getirmiş, beklenmeyen yollara sapmaya götürmüştür.

Tehlikeli ve keyfince hayata bakan bir insanın, gereken uyarıları göz ardı etmemesi ve bir an önce toparlanması hem kendi, hem de baskı altında tuttuğu “birey-çevre” açısından büyük önem arz eder.

Zira, “bunalımlarını aşması da” yine kendi elindedir.

Bu aşamada derhal gerçekleri düşünmesi ve bir oto-kritik yapması zorunlu olur.

Esasen Mistisizm de keyfi ve hiçbir özelliği bulunmayan bu tür eylemlere ‘dinde baskı yoktur’ şeklinde bir açıklamayla yaklaşmaktadır.

 

 
 
İstanbul - 18.02.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com