Beceri olmayınca!

     Bahsedeceğim mesele, tek kelime etrafında toplanmış sayılabilir.

     Beceri!

     Yetenek hususunda herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekir.

     Bir başına kaldığımda hep iç geçirmişimdir. “Neden bu kadar kifayetsizim?” diye düşünür, karalar bağlarım.

     Hiçbir işe yaramadığını fark eder, kendimi kendime şikâyet ederim.

     Örneğin, insani ilişkilerim hemen hemen yok gibidir.

     Uzun süreli dostlukları başarabildiğim söylenemez. Bir şekilde dostlukları koparmam, onlardan ayrılmam işten bile değildir.

     Ne gezmekten, ne modaya uymaktan zevk alırım.

     Ne tarihten, ne de şiirden anlarım.

     Bir romanı başından sonuna kadar okuyup bitirebildiğim vaki değildir.

     Ev işlerine hiç dokunamam. Çünkü bilmem.  

     Elimden bir iş geldiği söylenemez. Gençlik yıllarımda sobayı yakmayı bile beceremezdim. Elim gitmezdi. Hele mangal yakıp “kendin pişir kendin ye türünden” işlere katiyen bulaştığım görülmedi.

     İşi erbabına bırakır, bir tarafa otururdum. İkram ederlerse yer, aksi halde sesimi çıkarmazdım. Öyle her şeyi de yemem.

     Bana yabancı gelir.

     Bunları abartıp söylemiyorum. Beni tanıyanlar, bahsettiğim yönlerimi, bu yöndeki meziyetlerimi(!) çok iyi bilirler.

     Belki tahmin edersiniz, elime keser alıp bir çivi çakmayı, tornavida ile bir vidayı sıkmayı denememişimdir. Çünkü çivinin hedefine varacağına, vidanın tam yol gideceğine inancım yoktur.

     Ama bazı arkadaşlarım öyle değiller, çok maharetliler.

     Kimileri çok iyi bir marangozdur. Bazıları da elektrik işinden anlar. Mesela, aralarında evin koltuk takımlarını yapmış, hatta dairesinin kapılarını yenilemiş olanları, tesisatı baştan aşağıya döşeyenleri dahi var.

     İnanın, piyasada serbest çalışan esnaftan daha iyidirler.

     Dediğim gibi, yeteneği olmayan biriyim!

     Kolay hayatı seçtim galiba.

     Tek bildiğim, arzuladığım şey; nesnelliği bırakıp manaya dalmak, içselliğe-sonsuzluğa yolculuk etmek.

     Kimi zaman “Neden kendine bu kadar haksızlık ediyorsun?”, başka özelliklerin yok mu yani” der dururum.

     İnsanın tekâmülle, gelişerek devam ettiğini dillendirirken, bu arada, beceriksizliğin “takdirle” şekillendiği atlamışım galiba. 

     Zekâ ve beceri yönündeki hadisleri hatırlayınca, içim biraz rahatlar.

     Buradan yola çıkarak, kendim de dâhil olmak üzere, tanıdığım bütün insanların “kusurlu halleri” gözümün önünden gider.

     Eleştiri oklarını bir kenara bırakır, insana keyif veren yanlarını aramaya çaba göstermek gerekir, diye düşünürüm.

     Sosyal ve mistik yönlere aldırış etmeyenlere, çok konuşanlara karşı hoş görü ile bakmaya özen göstermek gerekiyor.

     Evet, beceri başlı başına bir nitelik.

     Ama gelişmiş insanların işi ve insanlığın büyük bir bölümü henüz bu düzeye ermiş değil. Ayrıca insanlara “öyle yapmayın, böyle yapın” demekle de elde edilemiyor.

     Ve sorun şurada kilitleniyor: İlkelliğin de bir bedeli var, olmalı.

     İlkellikte ısrar eden de bunun bedelini bir şekilde yaşıyor.

     Değişmek istemeyen, her alanda peşinen başarısızlığı yenilgiyi kabulleniyor.

     Ayrıca konuştuğumuz gibi, bir yaşantıya sahip olmadığımız için hayatımızda birçok boşluğun olduğunu, yanlış yaptığımızda fark ediyoruz.

     Demek ki göz boyutu ile yaşananlara katı ve dayatmacı zihniyetle bakmak, istenileni getirmiyor.

     Bu ölçüde “mükemmeliyeti, kemal halini de” asla ortaya koymuyor.

     Böyle farklı düşünceler insanı bulmuyor değil. Kendimi haklı göstermeye mecbur etmeden, meseleyi kapatmam da gerekmiyor.

     Bütün bunlar, insan olmak, bazı şeyleri anlamak için yeterli bir neden.

     Bunu anlıyorum.

     Şimdi inandığım bir gerçek var. Mistik alana sesleniyorum; Kur’anı Kerim, önce günümüzde yaşayan insanın anlam dünyasına oturmalı, değişik boyutlara hitap eden hadislerin verdiği mesajlar iyice algılanmalı.

     Bu faktör, insanın içinden çıkamayacağı soruları, kendine, Hz. Muhammed’e (sav)  sorar gibi sorması ve cevap üretmesiyle gerçekleşir.

     Ben söz konusu gelişim çizgisinde, insanın içsel yolculuğa çakarak, beceriksizliğini bir şekilde yok edebileceğini kabul ediyorum.

     Ama sizlerin de fikirlerini almak tek dileğim.

     Ne dersiniz, bana ne yapmamı önerirsiniz?

 
 
 

 

 
 
İstanbul - 27.06.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com