Niyetim, insanları umarsız bir boşluğa düşürmek ya da
zevki sefa içine daldırmak değil… şeklinde noktalanmıştı
önceki yazım. Şimdi devam ediyorum
Ben boşa
konuştuğumu biliyorum, ama gerçekleri yazarken neyin ne
olduğuna iyice dikkat edilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Aksi
takdirde, klasik anlayışlardan pek bir şey
öğrenemiyoruz.
Bu açıdan
bakınca, bu işin muttakiler tarafından
gerçekleştirilebilmesi pek mümkün görünmüyor.
Haliyle,
yazdıklarımın ardında suç aranmasına gerek yok.
Çok zor da
olsa, nereden nereye gelebileceğimize dair bir fikir
oluşmalı. Bizler önce anlam taşımaz ön yargılı
düşüncelerden sıyrılmak, duyarlılığımızı arttırmak,
duygusallığımızı yok etmek zorundayız.
Çeşitli
sebeplerle düğümlenmiş insan, bu hususları esasen aklına
bile getirmez. O huzurlu bir düzen ve sükûnet
içinde olmak ister. Böyle bir hayat tarzına ve yaşama
üslubuna sahip olanlar, konuların üzerine böylesine
gidemez.
Aslında çok
ilginçtir ki bu husus; Allah kavramına en “yüksek
noktadan bakan insanların ortak kanaatini yansıtması
bakımından” oldukça anlamlıdır.
Farklı
nitelikler taşıdığı gerekçesiyle, "mistisizmin
popüler düzeydeki" algısının bu minvalde olduğu
söylenebilir.
Muttaki
sınıfının bütün ritüelleri uygulaması, sistemle ilgili
her karenin hakkını vermesi yanında, kendine dönük
hiçbir çaba göstermemesi, işin esasını kaydırıyor.
Yeri
gelmişken konuyu ehli kitaba getireceğim.
Dikkatle
incelenecek olursa Kur’an-ı Kerim’in bütün Yahudileri
lânetlemediği görülecektir. Kur’an, Yahudi ve
Hıristiyanları “Ehli Kitap” olarak telakki
eder.
Bazı yerlerde yaptığı açıklamalarda “Ehli Kitabın
hepsi aynı değildir…” diye uyararak, bilenle
bilmeyeni, suçlular ile suçsuzları ayırır.
Bu misali
şu açıdan verdim: Kesinlikle, muttaki sınıfını
onlarla kıyaslamak istemiyorum. Ama bir gerçek var ki
Ehli Kitap olmak ya da İslam’ın seçkin bir
zümresini teşkil etmek meseleyi çözmüyor. Acaba
Kur’an uyarısına istinaden, ‘her şey Allah’a
dönücüdür’ açıklamasının, önünde sonunda zarar
verici biçimde geri dönebileceğini kendilerine sormuyor
olabilirler mi? Üzerinde tartışılması durulması gereken
konu da budur.
Aksine,
meseleyi zorlaştırıyor, çatallaştırıyorlar. Kimilerine
göre halleri en tepe nokta gibi kabul ediliyor.
Ama hiç de
öyle değil.
Oysa bütün
sorun, gayeyi/amacı algılayıp vuslatı
elde etmekte yatıyor. Şayet istenilen seviyeye
gelinemiyorsa, hem İslam’da, hem de
Hıristiyanlık-Yahudilikte bu husus güdük kalıyor
demektir.
Şimdi
sadede gelelim:
Evet, bütün
bunlar bedene sahip olmakla ilgili.
Haliyle,
Allah isminin manasını dışarıda ötelerde aramanın,
değerlendirmenin çabaları olarak temayüz ediyor.
İnsan, güya
bilinç bir varlık, ama gördükleriyle
yorumda bulunuyor ve bu
değerlendirmeler onun veri tabanını şekillendiriyor.
O nedenle bu
beden kayıtlarından kurtulmak şart.
Şunu ifade
etmek isterim: Aslında bedenden kurtulmak diye de bir
şey yok. Bedeni sahiplenmemek var.
Ama böylesi
bir düşünce asla ispat noktasına getirilmemeli.
Yoksa bu
kez, Allah’tan ayıran bir başka boyut/platform
ile karşı karşıya kalıyorsunuz.
Yukarıda da
bahsettiğimiz gibi, hemen her türlü ilahi emri,
sahiplenme duygusu ile değerlendirirken, bu kez herhangi
bir olayda bedensellik ön plâna çıkıyor
ve insan öyle bir dağıtıyor ki, söz konusu hükümleri
senin gibi yapmayan, hayatını “vur patlasın, çal
oynasın” şeklinde geçirenle hiçbir farkın
kalmıyor. Hatta daha da kötü bir
duruma düşüyor ve ağzından şu cümlenin çıkması muhtemel
oluyor: “Yahu dışarıdaki adamın yaşamı bizden çok
daha iyi imiş.”
Sen de hayret ediyorsun ve azap içinde yaşadıklarına
tanık
oluyorsun.
Üstelik, her türlü çalışmayı yaparak…
Sanki bir
şeyler doğru gitmiyor, yapılan amel ile yaşananlar tezat
teşkil eder gibi gözüküyor.
Tabiatını
kontrol altına alma konusunda bir çabası olmadığı için
başına geliyor bu tür sıkıntılar ve hemen her türlü
gerekliliği yerine getirdiği halde, adeta bir
"cehennem azabı ile paşa paşa yaşayıp gidiyor
insanoğlu.
Bu tür
idrak, maalesef seni Allah’tan perdeliyor.
Umarım, bu
ince ve hassas noktayı anlatabilmişimdir.
Şurası
gerçek, önce beden kayıtlarından kurtulmanın ne olduğunu
iyice bilmeli ve bazı şeylerin sonuçlarına katlanabilmek
halleri sende yeşermeli.
Etkilenme
belirli ölçülerde ortadan kalktığı anda bu kez bedenin “doludizgin
gitmesine” set çekmeli ki, birey duracağı yeri iyi
bilsin.
Bu şekilde
dengeyi sağlamış, bedenden kopmanın özgürlüğünü tatmış
olsun.
İnsan bu
hazma sahip olmadıktan sonra asla bir noktaya
gelemeyeceğini bilsin, kendini de boşu boşuna
aldatmasın, yormasın derim. |