Beden Kayıtlarıyla Yaşamanın
İzdüşümü;
Muttakiler ve Kitap ehli  -2-
Ahmed F. Yüksel
 

Niyetim, insanları umarsız bir boşluğa düşürmek ya da zevki sefa içine daldırmak değil… şeklinde noktalanmıştı önceki yazım. Şimdi devam ediyorum

Ben boşa konuştuğumu biliyorum, ama gerçekleri yazarken neyin ne olduğuna iyice dikkat edilmesi gerekir diye düşünüyorum.

Aksi takdirde, klasik anlayışlardan pek bir şey öğrenemiyoruz.

Bu açıdan bakınca, bu işin muttakiler tarafından gerçekleştirilebilmesi pek mümkün görünmüyor.

Haliyle, yazdıklarımın ardında suç aranmasına gerek yok.

Çok zor da olsa, nereden nereye gelebileceğimize dair bir fikir oluşmalı. Bizler önce anlam taşımaz ön yargılı düşüncelerden sıyrılmak, duyarlılığımızı arttırmak, duygusallığımızı yok etmek zorundayız.

Çeşitli sebeplerle düğümlenmiş insan, bu hususları esasen aklına bile getirmez. O huzurlu bir düzen ve sükûnet içinde olmak ister. Böyle bir hayat tarzına ve yaşama üslubuna sahip olanlar, konuların üzerine böylesine gidemez.

Aslında çok ilginçtir ki bu husus; Allah kavramına en “yüksek noktadan bakan insanların ortak kanaatini yansıtması bakımından” oldukça anlamlıdır.

Farklı nitelikler taşıdığı gerekçesiyle, "mistisizmin popüler düzeydeki" algısının bu minvalde olduğu söylenebilir.

Muttaki sınıfının bütün ritüelleri uygulaması, sistemle ilgili her karenin hakkını vermesi yanında, kendine dönük hiçbir çaba göstermemesi, işin esasını kaydırıyor.

Yeri gelmişken konuyu ehli kitaba getireceğim.

Dikkatle incelenecek olursa Kur’an-ı Kerim’in bütün Yahudileri lânetlemediği görülecektir. Kur’an, Yahudi ve Hıristiyanları “Ehli Kitap” olarak telakki eder.

Bazı yerlerde yaptığı açıklamalarda “Ehli Kitabın hepsi aynı değildir…” diye uyararak, bilenle bilmeyeni, suçlular ile suçsuzları ayırır.

Bu misali şu açıdan verdim: Kesinlikle, muttaki sınıfını onlarla kıyaslamak istemiyorum. Ama bir gerçek var ki Ehli Kitap olmak ya da İslam’ın seçkin bir zümresini teşkil etmek meseleyi çözmüyor. Acaba Kur’an uyarısına istinaden, ‘her şey Allah’a dönücüdür’ açıklamasının, önünde sonunda zarar verici biçimde geri dönebileceğini kendilerine sormuyor olabilirler mi? Üzerinde tartışılması durulması gereken konu da budur.

Aksine, meseleyi zorlaştırıyor, çatallaştırıyorlar. Kimilerine göre halleri en tepe nokta gibi kabul ediliyor.

Ama hiç de öyle değil.

Oysa bütün sorun, gayeyi/amacı algılayıp vuslatı elde etmekte yatıyor. Şayet istenilen seviyeye gelinemiyorsa, hem İslam’da, hem de Hıristiyanlık-Yahudilikte bu husus güdük kalıyor demektir.

Şimdi sadede gelelim:

Evet, bütün bunlar bedene sahip olmakla ilgili.

Haliyle, Allah isminin manasını dışarıda ötelerde aramanın, değerlendirmenin çabaları olarak temayüz ediyor.

İnsan, güya bilinç bir varlık, ama gördükleriyle yorumda bulunuyor ve bu değerlendirmeler onun veri tabanını şekillendiriyor.

O nedenle bu beden kayıtlarından kurtulmak şart.

Şunu ifade etmek isterim: Aslında bedenden kurtulmak diye de bir şey yok. Bedeni sahiplenmemek var.

Ama böylesi bir düşünce asla ispat noktasına getirilmemeli.

Yoksa bu kez, Allah’tan ayıran bir başka boyut/platform ile karşı karşıya kalıyorsunuz.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, hemen her türlü ilahi emri, sahiplenme duygusu ile değerlendirirken, bu kez herhangi bir olayda bedensellik ön plâna çıkıyor ve insan öyle bir dağıtıyor ki, söz konusu hükümleri senin gibi yapmayan, hayatını “vur patlasın, çal oynasın” şeklinde geçirenle hiçbir farkın kalmıyor.                     Hatta daha da kötü bir duruma düşüyor ve ağzından şu cümlenin çıkması muhtemel oluyor: “Yahu dışarıdaki adamın yaşamı bizden çok daha iyi imiş.”

Sen de hayret ediyorsun ve azap içinde yaşadıklarına tanık oluyorsun.

Üstelik, her türlü çalışmayı yaparak…

Sanki bir şeyler doğru gitmiyor, yapılan amel ile yaşananlar tezat teşkil eder gibi gözüküyor.

Tabiatını kontrol altına alma konusunda bir çabası olmadığı için başına geliyor bu tür sıkıntılar ve hemen her türlü gerekliliği yerine getirdiği halde, adeta bir "cehennem azabı ile paşa paşa yaşayıp gidiyor insanoğlu.

Bu tür idrak, maalesef seni Allah’tan perdeliyor.

Umarım, bu ince ve hassas noktayı anlatabilmişimdir.

Şurası gerçek, önce beden kayıtlarından kurtulmanın ne olduğunu iyice bilmeli ve bazı şeylerin sonuçlarına katlanabilmek halleri sende yeşermeli.

Etkilenme belirli ölçülerde ortadan kalktığı anda bu kez bedenin “doludizgin gitmesine”  set çekmeli ki, birey duracağı yeri iyi bilsin.

Bu şekilde dengeyi sağlamış, bedenden kopmanın özgürlüğünü tatmış olsun.

İnsan bu hazma sahip olmadıktan sonra asla bir noktaya gelemeyeceğini bilsin, kendini de boşu boşuna aldatmasın, yormasın derim.

 

 

 
 
İstanbul - 13.03.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com