Bediüzzaman Saidi Nursi Hazretleri

   

    

     Bundan uzun zaman evvel, Bediüzzaman’ın biyografisi ile ilgili bir yazıyı kaleme almak niyetindeydim. Basit, ama heyecan verici bir makale olacaktı.

     Onun olumlu, yapıcı ve üretken yapısını, yaşamı boyunca karşılaştığı olaylarda ne kadar pozitif davrandığını misallerle anlatmaya gayret edecektim.

     Bu arada, faydalanmak isteyenlere, dikkatle okuduğum Risale-i Nur Külliyatı’ndan bahsetmek istiyordum. Muğlâklığı ve muammayı çoğaltan değil, aksine netleştiren, akışı sağlayan ve basitleştiren bir eserdi. Emredici hükümlere dayanılarak yazılmıştı.

     Ama birden bu isteğimden vazgeçtim.Aldığım karar böyle olsa da peşinen söylemek istiyorum, çok değerli bir Zat. Ne de olsa o bir Veli. Onun birçok tespiti/uyarısı var.

     Şimdi izninizle, çok anlamlı bir sözü ile yine de ona değinmek, içerik üretmek, kesitler halinde bilgisinden/kültüründen bazı yansımalar yapmak istiyorum: Bediüzzaman Hazretlerinin üzerinde çok durulması gereken bir tespiti şudur: “Efendimiz´in (s.a.v) en büyük mucizelerinden biri, İslâm´ı, İlâhî İsimlerin bütün tecellilerini içine alacak şekilde, nihaî sınırlarına taşıması ve bu sınırlar içinde dengeyi tam muhafaza etmesidir.”

     Velayet kemalâtına dayalı bu müthiş yansıması, üzerinde durulan herhangi basit bir mevzuu değil, yaratılış gayesini anlatmakta olup aynı zamanda tüm insanların ulaşması istenilen ‘nokta’ boyutuna işaret etmektedir.

     Bireyin, İslâm´ın nihaî sınırları içindeki, yani kendine has olan yerini tam tespit etmeyi hedefleyen bu yorum, gerçekten “Bediüzzaman” ve “diğer velilerin ortak noktası” olarak göze çarpar. Esma boyutunun yani Allah’a ait isimlerin mana özelliklerinin efal dediğimiz âlemi meydana getirmesi kuşkusuz, Efendimizin (s.a.v.) ilim yönlü bir mucizesidir.

     Aynı zamanda bu açıklaması ile, Bediüzzaman Said-i NursiHazretlerinin tam bir vahdet ehli olduğunu ve konuları bu düzeyde analiz ettiğini, yeri geldiğinde varoluş âlemini dışlayarak, gerçeği –mutlak vücudu- tüm çıplaklığıyla yansıtabildiğini, buna mukabil, değerlendirmekten yoksun olan toplum ve bireyler için, gerçekleri kapama konusunda, tam bir profesyonellikle, “ulûhiyet kemalatıyla” hareket edebilme yetisine sahip bulunduğunu anlıyoruz.

     Bunu, farklı zamanlarda, farklı kişiler tarafından sorulan sorulara, soruyu soran kişiye, zamanın şartlarına, zahir ve bâtıni yanlarına, hangisine daha yatkın/elverişli olduğunu dikkate alarak karar vermesi ve ona göre farklı cevaplar vermesinde görürüz.
     Altını çizmek gerekirse gerçekle ilgili bir hususu, üstü kapalı bir şekilde anlatabiliyor, daha çok önemsiz olanın ardında kalabiliyorsa, bilinmeli ki “toplum ya da birimin” bilinci o seviyede değildir. Ve anlatılan hususlara yatkınlığı söz konusu olamayacaktır.

     Meselâ, kulluk görevi “Allah´a kul olma” hali Kur´an´da mutlak çok yönlü olarak ifade edildiği halde, Bediüzzaman, işin sadece zahirinde kalmakla yetiniyor, batini anlamlarını hiç dillendirmiyorsa, bunun bir hikmeti vardır diye düşünmek mantıklı olacaktır.

     Yani insanların duymak istedikleri konularda kabiliyet ve istidadı ön planda tutmadaki özeni, onun ezbere konuşmadığının belirtisidir.

     Bediüzzaman Hazretleri, bir başka tespitinde de: “Kur´an-ı Kerim, Amel-i salihi mutlak zikreder, tek tek salih amelleri saymaz” der.

     Öyle olur ki, bir şart, makam, yer ve şahıs için salih amel, başka şart ve makamda tersi olur.
     Örneğin, Ebrar zümresinin yapa geldiği iyiliklerin, mukarrebun zümresinin indinde noksanlık olması gibi...

     Onun şu yaklaşımı da dikkat çekici: “Her söylenen doğru olmalı, ama her doğruyu uluorta söylemek hem hakkımız değildir, hem doğru değildir.”
    
Biz bu muhteşem tespitinden yola çıkarsak doğrularda, sistemin çalışma şartlarının dikkate alınarak kullanılması gerektiğini, aksi takdirde, çok büyük yanlışlara ve tahriplere yol açabileceğini düşünüyoruz.

     Ayrıca, ona göre doğruların bir üst maksada, özetle kendine dönük asli yaşama endeksli olması da şarttır.

     Şartlanmaları yok etmek pahasına, her insanın kaldıramayacağı doğruları söylemek, onun veya benzeri bir velinin yapa geleceği işlerden biri değildir. Bazen doğrular insanı daha çok zincirlere vurabilir, inançları yıkabilir, kilit görevi yapabilir. Bazı şeylerin söylenmemesi halinde inatlaşmanın biteceğini, yıllardır incinmiş bulunan bireylerin duygularında bir yumuşama görüleceğini ve barışık bir yaşama isteğinin güçlenebileceğini söylemek mümkündür.

     Benzeri taktikler, tüm velilerde, zamanın Gavsı olarak kabul edilen Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin, özellikle -aile ile ilgili - yaşamında açık bir şekilde görülüyor.
Bütün bu anlatılanlar şayet iyi bilinmiş/değerlendirilmiş olsaydı, safsatalar/hurafeler de bu kadar kolaylıkla ortaya atılmazdı diye düşünüyorum.

     Bu takdirde yapılacak yegâne iş ahirete intikal ettikten sonra velâyeti açıklanan, evrensel bilinç sahibi insanların (velilerin) yaşamlarını etüd etmek ve onları bir rehber gibi görmek olmalıdır.

 

 

Arkadaşına gönder 

 

 

Paylaş